AK Partiyi itmek ya da çekmek

Gülay Göktürk

Bugünlerin değişmez tartışma konusu "AK Parti nereye gidiyor" sorusu etrafından dönüyor.

AK Parti'nin son dönemde yaptığı hataları, özellikle Kürt meselesinde takındığı milliyetçi tavrı, yerel seçim politikasının vehametini burada tekrarlayacak değilim. Bu hataların her biri üzerine sayısız yazı yazdım, en ağır eleştirileri yaptım. Ama şöyle şeyleri hiç söylemedim:

"AK Parti artık askerle anlaştı. Genelkurmay'ın Kürt politikasına teslim oldu" "AK Parti Genelkurmay'ın sözcüsü haline geldi"

"Tutuculuğun temel direği olan Genelkurmay ile AKP değişime karşı omuz omuza duruyor" Bunları söylemedim çünkü bütün olumsuz sinyallere rağmen, AK Parti'nin artık devletin partisi haline geldiğine inanmadım.

AK Parti hareketiyle devletin çeşitli kurumları - statüko- arasında hâlâ çok ciddi bir zıtlık ve mücadele olduğunu bildiğim için; devletin AK Parti'yi hâlâ rejimin gayrı meşru çocuğu gibi gördüğünü ve boğmak için fırsat kolladığını - ve diğerlerinin de bunu bildiğini - bildiğim için söylemedim.

AK Parti hareketiyle devlet arasındaki çelişki uzun tarihi geçmişi ve derin toplumsal kökleri olan bir çelişkidir ve öyle bir iki uzlaşmacı sözle, bir iki yalpalamayla ortadan kalktı denilecek bir çelişki değildir.

Bunları söylemedim, çünkü içinde hâlâ önemli bir değişimci potansiyel barındıran bir kitle partisini bir kalemde harcama gibi bir lükse sahip olmadığımıza inandım.

Aslında Tayyip Erdoğan'ın üstünü çizmek başlıklı yazımda da bunu anlatmaya çalışmıştım. Bir politik hareketi amansızca eleştirmekle üstünü çizmek arasında fark vardır. Üstünü çizdiniz mi, artık hiçbir beklentiniz de kalmamış demektir. Hâlâ beklentiniz varsa, böyle bir başlık atmazsınız.

Mesela "AKP Askerle anlaştı, Genelkurmay Kürt politikasını AK Parti'ye ihale etti" dediğiniz anda ya da Aktütün'te yaptığı çıkışa bakıp "Paşasının başbakanı" başlığını attığınız anda artık o başbakandan askeri vesayeti geriletecek herhangi bir girişimde bulunmasını istemeniz ya da Avrupa Birliği sürecini savsaklıyor diye eleştirmeniz de abes kaçar. Düşünün, bizler, özgürlük ve demokrasi isteyen kalemler olarak, nicedir Baykal'ın CHP'sinden askeri vesayeti geriletmesini bekliyor muyuz?

Anayasa'da demokratik bir reform yapması konusunda bir umudumuz var mı? CHP'li Özyürek Genelkurmay'ın Ergenekon sanığı generallere sahip çıkmasını istemesine şaşırıyor muyuz? Hayır. Çünkü bu partinin üstünü çizmişiz.

Bu noktada "Obama'ydı Bush oldu" değerlendirmesine geri dönmekte fayda var. Irak işgalinden bu yana siz ABD'de herhangi bir demokratın ya da liberalin Bush'tan Irak'taki işgalci politikasından vazgeçmesini ya da güvenlik bahanesiyle özgürlükleri budamaktan vazgeçmesini talep ettiğini işittiniz mi? İşitmediniz çünkü onun da üstü çoktan çizilmişti.

Yapılacak şey onu düzeltmek değil, yıkmaktı, nitekim onu yaptılar. Bugün eğer "Erdoğan Bush oldu" diyorsanız, ona da öyle davranmanız, yıkmak için çalışmanız gerekir.

Ayrıca, "eskiden Obamaydı" derken, Obama'nın da iktidara geliş sürecinde nasıl kurulu düzenin temsilcileriyle belli uzlaşmalara girdiğini, seçime beş kala Amerika'daki Yahudi lobisinin içini rahatlatma toplantıları yaptığını, seçildikten sonra kadro oluştururken de belli dengeleri dikkate aldığını hatırlamanız gerekir. Demek istediğim şu ki, değişim sloganıyla gelen hiçbir siyasi hareket -eğer radikal bir kırılmayı, bir "devrim"i öngörmüyorsa - dümdüz bir siyasi çizgi izleyemez.

Eski dengeleri belli ölçüde gözeterek, zaman zaman yalpalayarak, tavizler vererek ve tavizler kopararak ilerler. Demokrasi isteyenlerin yapması gereken şey, bu süreçte ona yardım etmek; yalpalamaları en aza indirmeye çalışmaktır. Onu, asimile etmeye çalışan güçlerin kucağına itmek değil, kendi yanına çekmektir. Peki ben bu konuda neden bu kadar dil döküyorum?

AK Parti'nin kara kaşı-kara gözü için mi? Siyasette toptancılığın, "ya hep ya hiç" tutumunun zararlarını çok iyi bildiğim için... Bu rejimi değiştirmek için, içinde minicik de olsa değiştirme potansiyeli taşıyan hiçbir kurumu ya da kişiyi elimizin tersiyle itme gibi bir lüksümüz olmadığını düşündüğüm için...

Gelecekten bugüne bakıldığında, aşırı iyimser kampta yer almayı göze alıyorum. Bu bana bir şey kaybettirmez. Ama aşırı kötümserliğin ve toptancılığın kaybettireceği şeyler var; hem AK Parti'ye, hem de Türkiye'ye; yani hepimize... Bitirmeden bir nokta daha:

Doğrusu, AK Parti'nin bu yerel seçimde belli bir oy kaybetmesini ben de istiyorum. Bunun AK Parti'ye de iyi geleceğini düşünüyorum. Arkalarındaki toplumsal desteğin kayıtsız şartsız bir destek olmadığını görmeliler... Devlet politikalarıyla uzlaşmanın, değişim politikalarından yan çizmenin bedelini ödemeli ve sarsılmalılar.

BUGÜN