Önce Dolmabahçe, sonra Ankara'da bir grup öğrencinin AK Partili siyasetçi ve bakanlara karşı gösterdiği tepkilerin "organize işler" olduğu anlaşılıyor.
Polisin sert tutumu tabii ki eleştirilmeli, ama işin siyasi boyutuna baktığımızda, AK Parti'ye karşı birtakım odakların "siyaset zemini" dışında 12 Haziran seçimlerine doğru siyasetle karışık toplumsal bir kargaşa yapma peşinde oldukları görülüyor. Olaylar, öğrencilerin hakları olan "demokratik tepkiler"den ibaret değil. Öğrenciler, sendikalar, sivil örgütler, siyasi partiler elbette muhalefet edecekler, ama son günlerde "öğrenciler üzerinden" başka şeyler planlanıyor. Bir grup öğrenci belli bir plan dahilinde işi "fiili saldırılar"a doğru götürüyor. Arkası gelebilir. Görünen şu ki, şu anda seçime gidecek olsak, AK Parti, yüzde 45-50 arası oy alır. Bunun bir iki puan inmesi veya artması mümkün. CHP ve MHP'nin oy toplamı yüzde 40'ı bulmayacak olursa, AK Parti, sandalye sayısı itibarıyla 3 Kasım 2002 seçimlerinde elde ettiği sandalye sayısı kadar, hatta biraz da üstünde sandalye elde edebilir. Başka bir deyişle, AK Parti referanduma ihtiyaç hissetmeden de anayasa değişikliği yapabilecek güce ulaşabilir.
AK Parti'nin şu veya bu şekilde etkisizleştirilmesini isteyen iç (başta Ergenekon, ulusalcı cephe, eski derin güçler) ve dış (Amerika'daki neo-conlar, Yahudi lobisi ve şimdiki İsrail yönetimi) çevreler, "siyasetin dışında" birtakım etkili enstrümanlara başvurmak suretiyle AK Parti'nin üçüncü iktidarını engellemeye çalışıyorlar. Eğer CHP, MHP ve BDP güçlü muhalefet gösterebilseydi, belki bunlara lüzum kalmazdı, ama her üç parti de, kendilerinden beklenen "yüksek performansı" hâlâ gösterebilmiş değiller.
Umutların ağırlıklı bölümünün kendisine bağlandığı CHP için hâlâ yüzde 30 psikolojik eşiktir. CHP bir türlü bu eşiği aşamıyor, yaklaşıyor, ama lastik top gibi yüzde 30 duvarına çarpıp geri dönüyor. Önümüzdeki kurultay bu açıdan önemli, ama yukarıda saydığım "iç ve dış çevreler" işlerini CHP ve diğer kanuni partilerin performansına bırakmak istemiyorlar.
Önümüzdeki kısa vadede söz konusu çevrelerin şu beş konuda yoğunlaşıp AK Parti karşıtlığını, toplumsal kargaşaya çevirmek isteyeceklerini düşünebiliriz:
1) Kürt sorunu: AK Parti, bir dizi yanlışlığa rağmen Temmuz 2009'da 'demokratik açılım' adı altında Kürt sorununu çıplak tanımıyla gündeme taşıdı. Somut çözümler çıkmadı, ama sorun ve Kürt kimliği legalite kazandı; resmi, yarı-resmi ve sivil siyasetin literatürüne girdi. Aslında 12 Eylül'de oylanan biraz da hükümetin Kürt sorununa ilişkin çözüm teklifiydi. Hem Kürt aydınları ve siyasetçileri hem genel Türkiye kamuoyunda barışçı çözüm yönünde kuvvetli bir irade ve talep belirdi. Bu süreci durdurup mümkünse tersine çevirmenin yolu, a) "Çatışma ortamı"nın canlı tutulup sürdürülmesinden, b) Türk-Kürt ayrışmasının derinleştirilmesinden, c) Sahil şeridinde provokasyonların düzenlenmesinden geçer.
2) Çok daha güçlü bir dil ve yüksek perdeden "laik/modern yaşama tarzının tehdit altında tutulduğu" konusunun gündemde tutulması, mümkün oranda medyada çokça konuşulması.
3) Birtakım gazeteci, akademisyen ve siyasetçi üzerinden R. Tayyip Erdoğan yönetiminin "sivil vesayet"e, hatta "sivil faşizm"e doğru evrilmekte olduğunun işlenmesi.
4) ABD'nin ve dış güçlerin güdümünde ulusal ve bölgesel çıkarlara aykırı politikaların yürütülmekte olduğunun iddia edilmesi. Gerçi Wikileaks belgelerinin sızmasından sonra bu argüman bir miktar kullanışlı olmaktan çıktı, ama ben argümanı kuvvetlendirici aksi yöndeki belgelerin piyasa sürülebileceğini düşünüyorum.
5) Bütün askerî müdahalelerden -muhtıra veya darbe teşebbüslerinden- önce öğrencilerin provoke edilmesi.
Bu süreçte AK Parti'nin teenniyle hareket etmesi kadar, CHP ve MHP'nin de teenniyle hareket etmesi önemlidir. Eğer çiçeği burnundaki CHP'li Süheyl Batum gibi, muhalefet, "Yumurta atmak ifade özgürlüğünün kullanımıdır" denirse, yumurtanın arkasından "kesici ve öldürücü başka ifade biçimleri" de gelir.
ZAMAN