“Türkiye teröre karşı sınırlarını, özel olarak eğitilmiş timlerden oluşan profesyonel bir orduyla koruyacak!..”
“Yeni bir Ordu!..”
¥
“Ve bu ‘yeni ordu’nun mensupları, bölgede beş on yıl görev yaptıktan sonra, aramıza dönecek!..”
Aynen böyle…
“Ordu’da görev yapan özel eğitilmiş adamlar, 5-10 yıl bu görevi yürüttükten sonra, tazminatlarını alıp kamuda görev yapmaya başlayacak!..”
¥
Aman dikkat;
Bu üç aşağı beş yukarı “Ergenekon” ya da “Susurluk” modeli!..
¥
Durum şu ki;
“Yeni Ordu”nun özel eğitilmiş sınır muhafızlarını, 5-10 sene çatır çatır savaştırdıktan sonra ‘kamunun değişik birimlerinde’ görevlendireceksiniz…
Ve bu attığını vuran, çakı gibi muhafızlardan, sıradan kamu işlerini yapmalarını isteyeceksiniz.!..
Bir daire başkanının emrinde, getir götür işleri ifa edecekler!..
On yıl boyunca terörist ‘zımbalattığınız’ adamlardan, kamuda kağıt ‘zımbalamakla’ iktifa etmelerini bekleyeceksiniz!..
¥
O adamlar, ne daire başkanı takar ne genel müdür.
Yapacakları bellidir;
Bulundukları yerde hangi genel müdürün, hangi daire başkanının, şefin filan “milli değerlere aykırı davrandığına” inanmışlarsa…
Ona “yönelir”ler!..
Amiyane tabirle, oyarlar!..
Bu iktidar döneminde frenleseniz bile bunları; günün birinde büyük ihtimalle zıvanadan çıkarlar!..
¥
Sonra sonra…
Susurluk’u hatırlayın…
ETÖ’yü…
Devlet için faaliyet gösteren kahramanların (!) zaman içinde kontrolden çıkıp, yönetenlere yöneldiklerinin misali ile dolu yakın ve çok yakın tarihimizi.
¥
Peki…
Terörle mücadele önemli değil mi?..
Dağlarda on yıllar boyunca eğitim görmüş sırım gibi teröristlerin karşısına hep bizim “keklik” misali yavrularımızı mı gönderelim…
Elbette hayır!..
Profesyonelleşme şart!..
Lâkin; zehir gibi muhafızları bölgeye mutlaka zerk etmek gerekiyorsa ortaya panzehiri de koyacaksın!..
Yani…
Bütün “kuvvetler” tamamen sivil otoritenin emrinde olacak evvela!..
Terörle mücadele adına büyüttüğün güçlerin, yarın öbürgün sivile yönelmesinin yollarını tıkayacaksın!..
Müdahalelere filan gerekçe olarak öne sürülen
“Rejimi sivillerden koruma -kollama” mevzuunu ortadan kaldıracaksın.
Hiçbir güç, sivil iradeye rağmen harekete geçemeyecek.
Sivil iradeden emir almadan kıl kıpırdatamayacak.
Aksi takdirde…
Bu 20 küsur bin kişilik “TİM”, dert olur başınıza.
Boynunuza geçecek ipi, yağlamış olursunuz!..
¥
Aman dikkat…
Bin ölçüp, bir biçmek şart!..
İyi niyetlerle ve “kuvvet tavsiyesiyle” atılan adımlar zaman içinde son derece olumsuz sonuçlara yol açabilir…
“Kontrolsüz güç güç değildir” gerçeği, karşınıza ödenmesi imkansız faturalara dönüşmüş olarak çıkabilir…
Yazıyı, üzerinde bolca tefekküre davet eden şöyle bir soruyla bitirmiş olalım:
PKK’nın, terör eylemlerini, daha sonradan başa sıkıntı olacak bir “Ekibi” teşkile zorlamak için hızlandırmadığı ne malûm?.
AŞK-I MEMNU, ATATÜRK, LATİFE HANIM VE HALİL VEDAD
Aşk-ı Memnu dizisi, tahmin edileceği üzere (!) Bihter’in intiharı ile sona erdi.
Eser sahibi Halit Ziya Uşaklıgil, Atatürk’ün eski akrabalarından.
Atatürk’ün eski eşi Latife Hanım’ın amcası.
¥
Atatürk, Latife Hanım’ı aldığında, Halit Ziya’nın oğlu Halil Vedad da Çankaya’ya yerleşiyor.
¥
Vedad, babası Halit Ziya’nın “Bir Acı Hikaye” adlı romanında aktardığı üzre, bir “kara sevda”nın pençesindedir.
Çankaya’nın yeni mukiminin, bir yandan “aşkın” acısından, diğer yandan da “İsmet”in tehditlerinden dolayı hayli bunaldığı bilinmektedir.
Atatürk Latife Hanım’ı “bilinmeyen bir sebepten” dolayı boşadığında, Vedad’ın Çankaya’dan ayrılması söz konusu olmuştur.
Atatürk, Vedad’ın kalmasını, Latife Hanım ise kendisiyle birlikte İzmir’e dönmesini istemektedir.
Arada kalan Vedad, ne yapması gerektiğini babasına sorar.
Ve babasının “Gazi ne diyorsa onu yap!” talimatı üzerine Köşk’te kalır…
Bir süre sonra da Atatürk’ün emriyle, Arnavutluk’a gönderilir.
Vedad, yurtdışında gönül çilesi çekerken, Atatürk’ün hastalığı iyice artmış ve dolayısıyla iktidar çekişmesi iyice hızlanmıştır.
Ulu Kurucu Atatürk’ün acıdan inlediği günlerde, çekişmenin taraflarından biri Halid Vedad’ı derhal Türkiye’ye çağırır.
Ondan, “bir şeyler” istemektedirler!..
Vedad, çaresizlik içindedir.
Babasının kalemi aldığı Aşk-ı Memnu’yu hatırlatırcasına odasına çekilir…
Ve…
Bir avuç ilaçla ölüm uykusuna yatar…
Annesine bir mektup bırakmıştır:
“Artık korkmuyorum anacağım!.. Bütün sevdiklerim Allah’a emanet!..”
¥
Gerçek, Roman ve Film!..
Vedad’ın babası Halit Ziya Uşaklıgil’in kaleminden “Aşk-ı Memnu”nun televizyona uyarlanmış hali bitti.
Birileri…
“Uçkur” meselelerini tartışırken…
“Yakın tarihin” gerçekleri üzerine kafa yordum, her izlediğimde…(*)
Kafam yine karıştı!..
¥¥¥
…(*) Bir süre önce, bu olayın ve yakın tarihin birçok olayının perde arkasını irdelen güzel bir kitap çıkmıştı.
Kitabın bazı bölümlerindeki tespitlere katılmasam da, yüzde 90’lık bölümünün sağlıklı ve yeni bilgiler içerdiğini söyleyebilirim. Kitabın adı “Bizim Hep İnanmamızı İstediler. Ma’amin”.. Gürkan Hacır imzalı kitabı Destek Yayınevi bastı. Belli başlı kitapçılarda var. Tatil için iyi bir kitap.
VAKİT