1) "YERLİ-MİLLİ" SÖYLEMİ KAZANDIRDI MI KAYBETTİRDİ Mİ?
Nereden baktığımıza bağlı olarak değişkenlik gösteren bir durum bu. Bu milliyetçi terkibin MHP ile girişilen ittifak sayesinde matematiksel bir kazanım sağladığı, dolayısıyla seçim sonuçlarına olumlu yansıdığı ifade edilebilir. Bu durumda hem partinin hem de cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu söylem ve ittifak söz konusu olmadığında kaybedeceği kabullenilmiş olur. Bu da bize ve topluma bundan sonraki gidişatla ilgili ipucunu da vermiş olur. Yani yeni dönemde değişen bir şey olmayacak ve aksine bu tutum ve retorik her alanda daha da ivme kazanacak. Lakin bunu tek başına bir etmen olarak ele aldığımızda, parti oylarındaki düşüş ve parti çalışmalarındaki isteksizliğin açıklaması ya diğer etmenlere bağlanacak ya da bu etmenin uzantısı olarak bu söylemin, ittifak ve zihniyetin getirdiği yozlaşmalara, zaaf ve yanlışlara odaklanmak kaçınılmaz olacaktır. Yani bu etmeni pekçok değişkenin sebebi/kaynağı olarak görmekle, ilgisiz görmek arasında bir seçim yapmak ve tedbirleri ona göre değerlendirmek gerekecektir.
Ahlaki açıdan baktığımızda bu söylemin üretilmesine sebebiyet veren korkuların/endişelerin panzehiri olması gereken bu motto, aksine söylemin ardına sığınarak pekçok yozlaşmaya sebebiyet veren menfaat iklimini pekiştirmiştir. Söylemi hevesle kullananlar, kimlerin "hain, kripto, içten pazarlıklı" olduklarının terazisini ellerinde tuttukları vehmiyle hareket etmişler; ekonomi, siyaset, hukuk alanlarında ve bunlarla ilintili eski sistemi andıran bürokratik uygulamalarda tüm eleştirileri bu motto ile bastırmışlardır. Dolayısıyla seçim sonuçlarına da bağlı değerlendirmelerde "yerli-milli söylemi"nin ahlaki açıdan ne getirip götürdüğü hesaplanmak durumundadır.
Yine hesaba katılması gerekir ki, Alaattin Çakıcı gibilerin Cumhurbaşkanına hakaret ve tehditler içeren bir mektup yayınlayabileceği mümbit ortam da MHP ile girilen ittifakın getirdiği milliyetçi söylemler (ve eski devlet reflekslerini hatırlatır tarzda retorik ve uygulamaların artmasıyla söz konusu olmuştur. Sorun AK Parti’nin MHP ile ittifak kurması değil, MHP'lileşmesi olarak görülebilecek bir takım uygulamalara girişilmesidir. (İşkence iddialarının ayyuka çıkması, Mescidlerin postallarla basılıp suçsuz müslümanların IŞİDçi yaftasıyla tutuklanıp yargılanması vb. örneklerin “eski Türkiye” tablosu olarak nitelenmesine sebebiyet veren gelişmeler de, MHP'li kadroların bürokrasiyi işgaliyle yorumlanmış; hatta mağdurlar üreten yargısal süreçlerde bu vasıfta hakim-savcıların görev aldığı intibaları oluşmuş, bunlara "acaba Perinçekçiler de mi hukuk alanını kuşattılar?" şüpheleri eklenmiş; haksız yargılamalarla ceza alan ailelerde bu şüpheler ayyuka çıkmıştır. (üstelik yazılı-görsel medyada yer alan trol gruplarının hem bu yargılamalara koşulsuz destek verip eleştirilmesini engellemeleri, hem de Perinçek grubuna destek sunucu yazılar yazıp fotoğraflar vermeleri halkın bir kesiminde tepkilere neden olmuştur.)
ÇÖZÜM: Meclis aritmetiği açısından zor gözükse de, MHP'ye mecbur kalmayacak bir yeniden siyaset dizaynına ihtiyaç olduğu izahtan varestedir. Bu hem gençlik tabanındaki olumsuz milliyetçi eğilimleri törpülemek hem de toplumun tüm kesimleriyle buluşan 2000'li yılların AK Parti vizyonuna geri dönmek için gereklidir. Unutmamak gerekir ki MHP'liler "biz bakanlık beklemiyoruz" deseler de aslında İçişleri, Emniyet ve İstihbarat bürokrasisine yerleşmekte heveslidirler. Bu da Türkiye'nin eski günlerine dönmesi demek.
2) FETÖ ile MÜCADELE, OHAL YÖNETİMİ VE KHK'LARDAKİ ÇARPIKLIK, ZAAF VE AKSAKLIKLAR
Aslında ilk maddeye de konulabilecek olan 15 Temmuz sonrası siyasi ve hukuki/yargısal süreçlerde yapılan hatalar meselesi:
FETÖ ile mücadeleye tüm toplum kesimleri destek vermişken, özellikle yargısal alanda yapılan hatalar ciddi bir küskünler-kırgınlar-kızgınlar sosyolojisi oluşturmuştur. Bu kesimin yüzde doksanı AK Parti sosyolojisine dahil muhafazakar-dindar kesimlerdendir. Bunlara kısaca haksız ihraçlar ve bylock mağduriyetleri örnek verilebilir. Bu kesimin yine de başkanlıkta Erdoğan'a ama parti tercihinde özellikle MHP'ye yöneldiği tahmin edilmektedir. Yani bir nevi "cezalandırayım ama yine de meşruiyet içerisinde kalayım" tavrı sergilemiş, yapılan yanlışlardan dönüleceği, mağduriyetlerin giderileceği ve tazmin edileceği umuduyla hareket etmiştir.
Bu kesimle ilgili "bindiğimiz dalı kesiyoruz" uyarıları çokça yapılmış ama maalesef ancak son virajda "Mor Beyin" gibi uygulamaların ortaya konmasıyla kısmi olarak gerçekler görülmüştür. Bundan evvel yaklaşık bir buçuk yıl boyunca sürekli olarak "mağdur yok" şeklinde inkar yoluna gidilmiş; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "at izi iti izine karıştı; kurunun yanında yaş da yanmakta" söylemleri bastırılmış; medya ve siyasiler nezdinde adeta bu konu "Fetö ile mücadeleye zarar gelmemeli" bahanesiyle sümen altı edilmiş ve aileleri ve çevreleriyle birlikte yüzbinlerle ifade olunabilecek bir küskün-mağdurlar kitlesi oluşturulmuştur.
ÇÖZÜM: İvedilikle (28 Şubat mağdurlarını da içine katacak şekilde) bu mağduriyetlerin giderilmesi gerekir. Bunun için maalesef komisyonların sayısı ve gücü yeterli gelmemektedir. Konulan kriterlerin de değiştirilmesi ve hukukun önünün evrensel ilkelerin hayata geçirilmesi sadedinde açılması gerekmektedir
3) Üst kademeler başta olmak üzere özeleştirel tavrın yerini "ben bilirimci/üstenci" yönelimin alması. (Hataların işaretlenmesi ve yanlışlardan dönülmesi adına eleştiri yapmaya gayret sarfedenlerin "hain", "kripto", "satılmış", "düşman" gibi sıfatlarla mahkum edilmesi)
Genel tutum bu olmakla birlikte Özelde "Trol" olarak adlandırılan ve gerek yazılı-görsel, gerekse sosyal medyada partiye, politikalarına, toplum psikolojisi ve ahlakına zarar veren kalemler, gruplar, "analistler"
Ör: Pelikan namıyla maruf çevreler. (Bunlara menfaat şebekelerini de ekleyebiliriz. Otoriter ve hamasi bir dil kullanan, önemli bir kısmının geçmişte FETÖ ile ilişkileri olduğu halde sürekli gücün yanında yer almalarıyla meşhur kesimlerin partiye, tabanına, medyaya ve siyasete verdikleri zarar görülememiş ya da görülmek istenmemiştir. Sadece kendi çıkarlarını düşünen, bu yolda Fetövari yöntemlere başvurmaktan çekinmeyen, iftira, itham, karalama, aşağılama, eleştiriyi tıkama, itibarsızlaştırma gibi taktiklerle aslında partinin, hareketin, liderin ve ümmetin değil sadece kendi çıkarlarının ve hangi yolla olursa olsun gücü tahkim etmenin peşinde oldukları görülememiştir.
ÇÖZÜM: Bunlar ivedilikle görsel ve yazılı medyadan tecrit edilip uzaklaştırılmalı; bunların ördüğü "totaliter-hamasi dil" terkedilip yerine adil, akılcı, kuşatıcı, özgürlükçü, güven veren ve merhamet içre bir siyasi dili inşa edecek, içlerinde Allah korkusu taşıyan feraset, basiret ve hikmet sahibi medya mensuplarının önü açılıp ikame edilmelidir.
4) - Kamu, Özel Sektör ve Belediyelerdeki rant ve yolsuzluklar
- Bürokraside ve teşkilatlarda halktan kopukluk (bu maddeye teşkilatların çalışmalarındaki isteksizlikler, menfaatlere dayalı iç çekişme, klikleşmeler vb. eklenebilir)
- Siyasal literatürde NEPOTİZM olarak da adlandırılan eş-dost-akraba kayırmacılık (ve bunlara yönetimin çeşitli kademelerinde LİYAKAT VE EHLİYET hilafına yer verilmesi)
- ADAY LİSTELERİ'ndeki kötü tercihler (Ankara'nın belirlediği adayların halkın ve teşkilat tercihlerinin önüne geçmesi; bazı bölgelerde halkın temsilcisi konumunda olmayan ya da kötü şöhretli adaylarda ısrar edilmesi. Her ne kadar bu madde teşkilatlara güven meselesini de içerecek tarzda itirazlara açıksa da, bu sorun anayasa yapımının mimarlarından Burhan Kuzu gibilerin de itiraflarına yansıdığı üzere Cumhurbaşkanlığı modelinin aksak kaldığı yönlerle ilgilidir. Özellikle siyasi partiler yasası ve dar bölge seçim sistemi uygulamalarının uyum yasalarına dahil edilmemesi konusuyla.)
ÇÖZÜM: Çözüm aslında maddelerin başlıklarında açıkça görülmektedir. Tıpkı MHP lideri Bahçeli'nin "MHP artık denge-denetleme görevini ifa edecektir" mealindeki haddi aşan vurgusunda olduğu gibi. Siyasi partiler ve seçim yasası değişmedikçe, denge-denetleme mekanizmalarının Meclis bünyesinde ve yeni sistemin temel direklerinden olmak kaydıyla kurumsallaşması özellikle tercih edilmeyince; şeffaflık yasası, liyakat ve ehliyet konusundaki kararlılık ve en nihayetinde bütün bunların bileşkesi bir kurumsallaşma sağlanamadıkça; yani siyasi-ahlaki ve hukuk devleti normlarına uygun irade ortaya konmadıkça bu sorunların çözümü mümkün görünmemektedir.
5) Siyaset ve Medyada sergilenen üstenci, çatışmacı, yargılayıcı, tehdit edici dilin sadece "karşı cenahta" değil; AK Parti'ye yakın kesimlerde de olumsuz etkilerinin görülememesi. (Yukarıda sıralanan konularla ilgili uyarılar yapan gerek parti içinden gerekse dışarıdan emin, güvenilir, siyasi rant peşinde koşmayan, Allah rızası dışında beklentisi olmayan basiretli yazar-çizer ve STK'ların yaptıkları uyarıların dikkate alınmaması, uyarıları yapanlar hakkında yukarıda belirtilen "hain" vb. sıfatlarla linçe kadar varan ithamlar bir yana; şimdi de -ve ancak duvara tosladıktan sonra- "birileri" yine ön alarak, sanki bu konularda hiç söz söylenmemiş ve uyarı yapılmamış gibi, yeni döneme ilişkin "AK Partili değil Reisçiyiz!" görüntüsü veren "özeleştiri maskeleriyle" konumlarını korumanın/pekiştirmenin peşine düşmüşlerdir. Aslında bu eleştirel süreci kendi aralarındaki hesaplaşmanın ve kafa koparmanın bir dayanağı kılacakları gün gibi aşikardır. Buradan ve bu tartışmalardan sorunların özüne dönük bir şey çıkmayacağı gibi, yeni ahlaki-siyasi sorunların doğacağı görülmelidir.
ÇÖZÜM: Bu menfaat şebekeleri ve bunların bürokratik katmanlardaki kifayetsiz ve muhteris uzantıları temizlenmedikçe, yeni döneme ilişkin -varsa- iyi niyetli çözümler sadra şifa olmayacaktır.
6) Özellikle genç ve yeni seçmenleri kazanmayı engelleyici tarzda kullanılan "ötekileştirici dil"in olumsuz etkileri (AK Parti'ye muhalif olanların ya da Millet İttifakında yer alanların "vatan haini" gibi sıfatlarla nitelenmesi, yukarıda belirtilen rant politikaları, yolsuzluk ve hukuksuzluklarla birleştiğinde özellikle genç seçmende olumsuz etkiler yaratmıştır.
ÇÖZÜM: Çatışmacı, kavgacı, ayrıştırıcı dil bugüne dek hep vesayet yapıları ve onların halktaki uzantılarınca AK Parti'ye ve destekçilerine dönük işlemiş, bunun siyasi bedellerini de hep birlikte ödemişlerdir. Son yıllarda ise maalesef iktidar cenahı ve medya-sosyal medyadaki uzantıları aynı yöntemi taklit etmektedirler. Oysa muhalefet bundan gördüğü zararı tespit etmiş, hatta -tüm karikatürizasyonlara rağmen- M. İnce örneğinde görüldüğü üzere muhafazakar kesimlerle buluşma adına 2000'li yıllardaki AK Parti'yi taklit eden bir muhalefet tarzına kapı aralanmıştır. Bu eleştirilecek ve sadece iki yüzlülükle açıklanacak bir gelişme olarak görülmemeli, aksine desteklenmelidir. Ahlaken bir yana siyaseten de farklı toplum kesimlerini kucaklayacak, asgari müşterekler vasatı oluşturacak bir siyaset tarzına ihtiyaç vardır. Nitekim bundan sonra tıpkı 2000'lerde olduğu gibi, kim kavgacı, çatışmacı, ötekileştirici dili sürdürürse kaybeden o olacaktır.
7) Barzani politikasında kastı aşan söylemlerle yapılan hataların Kürt halkı üzerindeki olumsuz etkileri (Bu hatalar yapılmasaydı Kürt illerinden daha fazla oy almak mümkündü)
ÇÖZÜM: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim öncesi konuşmalarında -belki siyaseten- yer almayan, ancak terör sorunundan bağımsız olarak ele alınması elzem olan Kürt halkının haklı talepleri konusu (ör. anadilde eğitim) yeni bir açılım sürecine dahil edilerek hızlandırılmalı. MHP'nin bu konudaki muhtemel ayak sürçmeleri halka ve sivil topluma güvenip dayanarak aşılmalıdır.
8) Muhalif medya mensuplarına yönelik hazırlanan iddianamelerdeki maddi hatalar, gereksiz, haddi aşan yargılamalar (Celalettin Can, Ahmet Şık örneklerinde görüldüğü üzere) Mısır'da Mursi iktidar olduğunda yaptığı ilk işlerden biri muhalif gazetecilerin cezaevlerinden çıkartılmasıydı. Oysa bizde "FETÖ üyesi olmamakla birlikte..." diyerek Batı ile ilişkilerde de devletin elini zayıflatan, onların yumuşak güç unsurları olarak gördükleri basının üzerine gereksiz sertlikte giderek elimizin zayıflatılması ve aynı zamanda yaşatılan İnsan hakları ihlallerinin verdiği zarar görülememiştir.
AK PARTİ OYLARININ DAHA DA DÜŞÜK ÇIKMASINI ENGELLEYİCİ ETMENLER
Oyların bir kısmının kerhen verildiği (ve son kredi olduğu) gerçeğiyle birlikte;
- Erdoğan sosyolojisi gerçeği ve bu sosyolojinin (yani hangi yanlışlar yapılırsa yapılsın Erdoğan'a desteği sürdüren kesimler) kararlılığı
- Muhalefetin son birkaç gün içerisinde yaptığı hatalar (İzmir vb. bölgelerdeki olumsuz görüntülerin medyaya yansıması ve Özellikle SURİYELİLER meselesinde muhalefetin tümüne yansıyan nefret ve aşağılama dili)
- Ekonomide yaşanacak kaos, piyasaların dengesinin bozulması endişesi ve muhalefetin bu konularda hiçbir somut önerisinin olmaması. Kararsız seçmenler açısından da muhalefetin hiçbir kanadının umut vaadetmemesi
- Ümmetin düşmanlarını sevindirmeme tavrındaki olumlu keskinlik! (Fas'tan Endonezya'ya kadar Ümmetin Türkiye'ye bakan yüzü; Filistin-Kudüs meselesi; Ümmetin birikimini temsil eden çevre ve coğrafyalarla ilişkilere dair Millet İttifakının kazanması halinde uğrayacakları zararların halkın önemli bir kesimi tarafından görülmesi (Yani HAKLI KORKULAR/ENDİŞELER diye tabir edebileceğimiz bir refleksin bu seçimlerde de halk tarafından gösterilmesi)
- Sürecin uzaması halinde yaşanan sosyo-ekonomik sıkıntılarla birlikte umutsuzluğa sevk olabilecek ve tercih farklılaştırabilecek kesimleri frenleyen SEÇİM TARİHİ'nin erkene alınması
BÜTÜN BUNLARLA BİRLİKTE YAPILMASI GEREKENLER (YAPILMADIĞI TAKDİRDE YEREL SEÇİMLERE OLUMSUZLUK OLARAK YANSIYABİLECEK ETMENLER) ELEŞTİRİ VE ÇÖZÜMLER:
Bu konularda özellikle Yeni Akit gazetesi yazarları Ali Osman Aydın, Abdurrahman Dilipak ve Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman'ın "dost acı söyler" kıvamındaki uyarılarını mihenk taşı olarak almakta fayda var. Bu yazılardan hareketle gerek partinin yapısı ve görünümü üzerine, gerekse bu tablonun ne türden önlemlerle değiştirilebileceğine dair görüşlerimizi/önerilerimizi serdetmeye çalışalım:
SONUÇ YERİNE
DİP DALGA KONUSUNA DAİR BİR KENAR NOTU:
"Dip Dalga" terkibi özellikle genç yeni seçmenler ve AK Parti dışındaki kitleler için kullanılmakta. Oysa diğer seçimlerde de olduğu gibi bu seçimde de gördük ki, AK Parti'nin muhalefeti yine AK Parti içinden çıkmaya namzettir. Yani gerçek dip dalga bizatihi AK Parti'nin kendi içerisinden çıkacak gibi görünmektedir. Tabii eğer yukarıda özellikle altını çizdiğimiz uyarılara kulak verilmediği takdirde!
Tarihi tecrübeler de bize göstermiştir ki AK Parti toplumun tüm kesimlerini kucaklamaya çalışarak, toplumsal talepleri dikkate alarak ve vesayet yapılarını gerileterek bu günlere ulaşmıştır.
Bu vasatta 3Y formülü yani YOLSUZLUK, YOKSULLUK ve YASAKLARLA MÜCADELE konusu etkili olmuş; bu politikalarda önemli mesafeler katedilmiş, zaaflı görünen yönler ise kısa zamanda elde edilen AHLAKİ MEŞRUİYET sayesinde tolere edilir olmuştur. Yani toplum "yapmak istiyoruz ama yaptırmıyorlar" mesajını yıllarca önemsemiş, samimiyeti, gayreti, çabayı doğru okumuş ve partiye olan desteğini bu ahlaki meşruiyet üzerinden vermiştir. Bu babta Kürt sorunundan alevi çalıştaylarına, gayrı müslimlerin taleplerinin karşılanmasından başörtüsü ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına; JİTEM gibi yapıların silinip işkenceye sıfır tolerans siyasetlerine hep bu vasatta ulaşılmıştır. Hem de bu vasat, AK Parti'nin en zayıf dönemlerinde, Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı, darbe-muhtıra denemelerinin sürgit devam ettiği, medya ve iş dünyasında daha zayıf olunduğu dönemlerde gerçekleştirilmiştir ki bu dönemin yegane sermayesi AHLAKİ MEŞRUİYET yanında DOĞRU KADROLARLA ÇALIŞMA, ORTAK AKIL, EHLİYET VE LİYAKATA AZAMİ DİKKAT, mümkün mertebe ŞEFFAFLIK, TOPLUMSAL TALEPLERİN KARŞILANMASI VE TOPLUMSAL SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE -eleştirilere açık- ve gücü nispetinde DOĞRU ANALİZLER'dir.
Son birkaç yıldır ortaya konan tablo ise gerek küresel yapılarla gerekse onların içerideki uzantıları olarak kabul edilen yapılarla mücadelede bazı hataları getirmiş; gerek uluslararası planda gerekse yerelde bu hatalar birikmiş; eski devlet reflekslerini andırıcı güvenlik politikalarına hukuk ve özgürlükler aleyhine görece ama rahatsız edici biçimde geri dönüş yaşanmıştır. Partiye destek veren halk kitleleri de ya "reis" ve ümmetin yaşadığı zorlukların hatırına bu süreçteki yanlışlara katlanır olmuşlar ya da medya ve siyaset dili/zihniyetindeki yönlendirmelerle "sorunların düşmanlar tarafından dillendirildiği zehabına" kapılmışlardır. Bu durum iki şeyi beraberinde getirir/getirdi:
1) Konsolidasyon sağlar (kıl payıyla da olsa seçim kazandırır ama mezkur tabloda da görüldüğü üzere o kazancı kursaklarda bırakıcı şekilde kayıpları da beraberinde getirir)
2) Toplumsal sosyolojide itikadi yaralar açar. (Yani her ne pahasına olursa olsun kaybetmemek üzere sürekli ahlaki olanın kaybedildiği resme kör kalan bir sosyoloji oluşturur ki, hiçbirimiz yeni nesillerin (ve dahi kendi evlatlarımızın da) bu şekilde büyüyüp serpilmesini istemeyiz, istememeliyiz. (Unutmamak gerekir ki bizler toplumun itikadının doğru yöne sevk olunmasından da sorumluyuz. Bu yüzden ADİL ŞAHİTLER olmakla mükellefiz. Bazen bu ahlaki duruş bize kısa vadede kaybettirebilir ama uzun vadede sadece dünyayı değil ahireti de kazandırıcı bir fonksiyon içerir.)
Hiç şüphesiz bu tespitlerimiz "ama..."lı "fakat..."lı bahaneleri ortaya koyan karşı argümanlarla itiraz bulacaktır. Oysa meselemiz dünün bahaneleri ya da haklılık içeren tabloları değil, bugünkü halimiz ve geleceğe matuf yapmamız gerekenlerdir.
Örneğin Kur'an-ı Mübin de "BEKA MESELESİ"ne atıfta bulunur ama bu korkuyu/endişeyi terbiye etmek üzere "kendimiz, ana-babamız, aile ve akrabalarımız aleyhine dahi olsa adil şahtliğin" öneminin altını çizer. Hatta bunu emreder. İçimizden "iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir topluluk" bulunmasını salık verir/emreder. Yani esas BEKA, bu ahlaki ve ilkesel tavırla korunur. Demek ki beka, her ne pahasına olursa olsun, bir takım yanlışlar, zaaflar, hukuksuzluklar ve günahların örtülmesi ve savunulmasıyla değil, tam tersine eleştirilmesi ve düzeltilmesi çabasıyla korunabilir.
İşte siyaset ve medyaya hakim olan kibirli, üstenci, ben bilirimci, eleştiriyi öteleyen ve hainlikle yaftalayan, yanlışları örten tutum ve zihniyetten tutun; hukuksuzlukları, delilsiz yargılamaları, sırf bizden olmayanların başına geldiği için normalleştiren anlayışa kadar, (ve bu anlayışın makes bulması sayesinde mevzi kazanan samimiyetsiz menfaatperestlerin suistimallerine) tüm bu tablo sorgulanabilip önlemler alındığında BEKA konusu da emniyete kavuşmuş olur.
NEDİR BU ÖNLEMLER? NELER YAPILMALI?
- Yapageldiğimiz tespitlerin soru haline getirilip önce AK Parti teşkilatlarında, bilahare AK Parti'ye oy vermiş kesimlerde anketler yaptırarak, genel yargılara varılmasının sağlanması.
- Öncelikle bu konuları gündemleştirme cesaretini gerek seçimlerden önce gerekse sonra göstermiş olan akil insanlar ve çevrelerle toplu istişareler gerçekleştirilmeli. Sivil toplumun ve siyasetin içinde onurlu, ahlaklı, ikbal endişesi taşımayan kesimlerin eleştirilerine kulak verilmeli. Raporlar hazırlanmalı.
- Anket sorularında AK Parti dışındaki toplumsal kesimlerin endişeleri hakkında da tabana sorular sorulması toplumsal anlamda ortak kaygıların tespitinde fayda sağlayacaktır
ÖR: Toplumsal ayrışmalara sebebiyet veren retorik/dil'in sürdürülebilir olup olmadığı, buradan ortaya çıkan fayda ve zararlar soru konusu edilebilir.
ÖR: FETÖ ile mücadelede ortaya konan KRİTERLER ve HUKUKSAL/YARGISAL SORUNLAR
ÖR: ADAY PROFİLLERİ (en azından yerel seçimlere dönük önlemler almak amacıyla)
ÖR: Belediyelerdeki hizmet kalitesi yanında yaşanan suistimaller
ÖR: Özellikle toplumsal konulardaki taleplerle ilgili toplumun farklı kesimlerine yönelik anketler.
...
Toplumun gerek AK Partili gerekse dışında kalan kesimlerinin (propagandalara maruz kalmış olmalarına da bakmaksızın) beklenti ve taleplerinin ölçülmesi önemlidir. Tabii toplumun göremediği ya da görmek istemediği ya da belli mahfillerce görmesinin engellendiği hususlar da (özellikle akil insanların eleştirileri) sadece anketlerin değil, direkt icraatların da konusu olmalıdır. Toplumun bunları da satın almaya/kabullenmeye meyilli olduğu unutulmamalıdır. (2000'li yıllar bunun örnekleriyle doludur)
SONUÇ YERİNE
Genel önerilerimizi de toparlayıp somutlaştırarak bitirelim:
- 15 Temmuzdan sonra mecburiyetlere sığınarak girişilen ama kifayetsiz kadrolar eliyle içselleştirilme temayülü gösteren milliyetçi/devletçi/hamasi dil terkedilmelidir. (Bu dil hem farklı sosyolojik katmanlarda, hem hukuksal arenada hem de "yerli milli" söylemleriyle ekonomik sahada irrasyonel ve geriye götürücü siyasetleri olumsuz anlamda etkilemiştir.)
- Haksız ihraçlar, 28 Şubat mağduriyetleri, muhalif gazetecilerin gereksiz yargılanmaları, bylock vb. mağduriyetler konusunda evrensel hukuk normlarına uygun adımlar atılıp hatalardan geri dönülmeli, (böylelikle hem farklı toplum kesimlerinde hem de yandaş tabanda gönül alıcı bir rahatlama sağlanacaktır.)
- Farklı toplum kesimleriyle asgari müştereklerde buluşucu bir siyaset dili ve hatta fiili uygulamalar ortaya konmalı. Yani sadece "mış gibi" yapmamalı, bilakis ortak aklı işletmeye meyyal bir tutum takınılmalıdır. (Cumhurbaşkanlığı makamının -MHP'nin aksi yöndeki açıklamalarına rağmen- buna müsait hale geldiği ve hiçbir çevreye diyet borcu olmadan ve engellerle karşılaşmadan bu politikaları hayata geçirebileceği yetkilerle donandığı hesaba katılmalıdır. Daha da önemlisi din-i mübin-i İslam'ın bizlere tıpkı %15 müslüman, %85 gayrı müslim nüfusun olduğu Medine toplumundaki gibi asgari bir arada yaşama şartlarını toplumun geniş kesimlerini kuşatıcı bir siyaset tarzı ve diliyle oluşturulması gerektiğini izhar ettiği gözlerden uzak tutulmamalı)
- FETÖ ile mücadelede cürmü meşhud olanlar dışında toplumun yatay kesimlerine yönelik kriterler değiştirilip hukukun buna göre yeniden dizaynı sağlanmalıdır. (banka, dershane, sendika vs...) Bu babta delilsiz yargılamalar, evrensel hukuk normları dışına taşmalar davaları takip eden müfettişlerce tespit edilip yanlışlarla bezeli yargı süreçlerini suistimal eden ve ideolojik davranan hukuk adamları müeyyideye tabi tutulmalıdır. Böylelikle cesaretle hukuku uygulamaya çalışan dürüst hukukçuların da önü açılmış olacaktır.
- Henüz hükümet açıklanmadı ama biz tavsiyelerimizi yapalım: Bir takım ismi geçen milletvekilleri istifa ettirilip yeniden hükümete sokulmamalı. Yepyeni bir heyecan ve kadroyla yola çıkıldığı intibaı (daha doğrusu niyeti) ortaya konmalı. Toplumun farklı kesimlerinin temsilcilerinden hatta farklı partilerden sürpriz isimlere yer vermek, beraber yönetmenin niyeti ve izharı olarak topluma mesaj olarak aktarılmalı.
- Buzdolabına konan (Kürt Açılımı gibi...) toplumsal talep konuları güvenlik ikliminden taviz vermeden yeniden sahaya sürülmeli. (Bu babta yenilenmiş özgürlükçü bir anayasa yapımı topluma müjdelenmeli. Aslında 15 Temmuzdan bu yana bunun vasatı hem moral-ahlaki hem de fiziki açıdan mümkündü ama ertelenmiş oldu.) Bu konularda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinilmemeli, sadece toplumun talepkar ve duyarlı kesimlerinin sesine kulak verilmeli; süreci sindiremeyen toplum kesimleri sivil toplum, medya ve akil insanlar üzerinden bilgilendirilip eğitilmelidir
-Medyadaki muktedir/ben bilirimci/karşı cenahları susturucu dili kullananlar ya birifinglendirilip ıslah edilmeli ya da tasfiye edilmelidir. Farklı ve muhalif ya da özeleştirel medya mahfillerine hayat hakkı tanınmalıdır. Bunların söylemlerinin yargı mekanizmaları değil, halk tarafından takdir edilip ödüllendirilmesi ya da cezalandırılmasının önü açılmalı. Yani medya ve ifade özgürlüğüne azami riayet edilmeli. (Her şeyin ak-kara olmadığının, Gri alanların da varolduğunun görülebilmesi açısından bu hem hukuki hem de insani olan hak korunmalıdır. Bu bizi hem uluslararası arenada hem de içeride rahatlatacak, zarar değil fayda getirecektir. Pekçok müfessirin de vurguladığı gibi İslam da zaten makasıduşşeriayı ve içinde yer alan ifade özgürlüğü ikame etmek için gelmiştir. Bunun engellenmesi hem insani, hem ahlaki, hem de siyasi açıdan yanlıştır. Bu yanlışlar ve verdikleri zararlar son süreçte ziyadesiyle tecrübe edilmiştir)
- Ekonomi alanında imtiyazlı kesimler/firmaların imtiyazları, eşitlik ve serbest piyasada yarışma ilkesi gereğince kesilmeli, tüm kesimlerin önü açılmalı, ihalelerin dağıtımı vb. hususlarda şeffaflık ilkelerine riayet edilmelidir. Ülkemizin herkes tarafından samimiyetle görülmesini istediğimiz güven verici ortamının hem hukuk hem de ekonomi alanındaki bu özgürlükler sayesinde oluşacağı unutulmamalıdır.
- Dış politikada özellikle ahlaki-insani sınavımızı azami düzeyde ve onurla verdiğimiz Suriye politikasından taviz verilmemeli, bunun yanında küresel dengeleri gözetici, gerilimleri azaltıcı bir dış politika ihtiyacının olduğu da gözlerden ırak tutulmamalıdır. Gerek AB ile gerekse bölgesel aktörlerle ilişkilerde hamasi değil, Türkiye'nin gücünü ve onurunu birlikte dengeleyici politik tutumlara ihtiyaç olduğu görülmelidir. Zaman zaman özellikle AB ile ilişkilerde siyaseten bizi yalnız bırakıcı, elimizi Rusya-ABD gibi güçlere karşı zayıf kılıcı gerekli-gereksiz polemikler ve gerilimlerin yeni dönemde terk edilmesine gayret sarfedilmelidir.
- Tek başına iktidar olma her zaman muktedirlik getirmeyebilir ve ilanihaye sürdürülebilirliği uzun vadede zordur. O yüzden esas en güçlü olduğumuz zamanda birlikte yönetme arzumuzu ortaya koymaya çalışmalıyız. (Tunus/Gannuşi örneğinde görüldüğü üzere) Kendimize olmayan güçleri vehmetmemeli, Türkiye'nin genelinin geniş maslahatının gözetildiği bir siyaset yeniden üretilmelidir. (Buna karşı çıkacak olanlar sadece kısa vadeli iktidar nimetlerinde azami derecede ve makamlarını kullanarak faydalanmak isteyenler olacaktır. Bunlara kulak verilmemelidir.
- Geçmişte başarılı iç ve dış politikalara imza atmış olan AHMET DAVUTOĞLU, ALİ BABACAN vb. isimlerle yeniden çalışmanın yolları aranmalı, nefisler bir yana bırakılmalı; tersini fısıldayan troller kınanmalı, hatta mümkünse Saadet Partisi CHP gibi partilerden CV'si olumlu teknokratlara yeni hükümette bakan ya da etkili danışman olarak yer verilebilmeli; daha da ötesi HDP'ye Türkiyelileşme yolunda yeni bir fırsat tanınıp, PKK vesayetinden kurtulabilmeleri için iyi niyet adımları atılmalıdır.
- Doğu'dan Batı'ya STK'larla ilişkiler yeniden düzenlenmeli; STK'ların devlet bağımlılığı ortadan kaldırılmalı, özgür düşünceye yapacakları katkıların önü açılmalı, istişare mekanizmaları canlı tutulmalıdır. (Tabii burada STK'lara da sorumluluk düşmekte, devlet imkan arama kapısı olmaktan çıkmalı; STK'lar STK gibi davranıp gerçek misyonlarını yerine getirebilmeli. Özellikle son yıllarda STK'lar hükümete ideolojik bağlamda kronik muhalif olanlarla göbeğinden bağlı olanlar olarak maalesef ikiye ayrılmıştır. Oysa ne muhalif olmak hükümete yaptığı doğrularda da karşı olmakla açıklanabilir ne de STK hükümetin imkanlarından yatay ve dikey anlamda faydalanabilmek için oluşmuş kurumlardır. Buradaki denge Sivil toplumun kumaşının niteliğinin artmasıyla doğru orantılı olarak değişmelidir. Bu bir süreçtir, lakin her iki tarafın da üzerine düşen sorumluluklar vakidir. Bu sorumlulukların başında da her iki kesimin de özgürlüklerin önünü açıcı politikaların gelişimi için çaba göstermeleri yatmaktadır.
- Bütün bu saydıklarımıza ek olarak KİTLELERİN KONSOLİDASYONU meselesinin maalesef hem iktidarca hem de muhalefet tarafından gayrı ahlaki söylem ve tavırları artırıcı, toplumu keskinleştirici, ayrıştırıcı, ileride onulmaz yaralar açıcı, usandırıcı, toplumun enerjisini tüketici ve sürdürülemez olduğu anlaşılmıştır kanaatindeyiz. Yukarıda verdiğimiz örnekler ışığında liderlerin ve toplumsal anlayışların karikatürize edilmediği, bunu yapmanın en hafif tabirle ayıplandığı, alay-hakaret-aşağılama-karikatürizasyon-trol operasyonlarına meydan vermeyen bir siyaset dilinin inşası toplum sağlığı açısından da elzemdir.
HASIL-I KELAM
Yeniden bir sinerji yakalama adına, gücü yeniden pekiştirme adına, gücü pekiştirirken ahlaki-hukuki olandan taviz vermeme adına "adalet mülkün temelidir" deyişi şiar edinildiği takdirde düşmana karşı da kuvveti ve ahlaki meşruiyeti pekiştirmiş olacağımız unutulmamalı
(NOT: Adaleti sadece hukuk alanını ilgilendiren değil, felsefi, ahlaki, toplumsal bir terim olarak, her şeyin yerli yerine konulması, vasat/itidalli olan politikaların hayata geçirilmesi anlamında kullanmaktayız. Dolayısıyla eğitimden diyanet alanına, açılım politikalarından özgürlüklerin genişletildiği yeni anayasaya, yargısal prosedürlerden medyadaki değişim ihtiyacına kadar geçmişte bolca örneklerini serdettiğimiz siyasal, ekonomik ve toplumsal ihtiyaçların toplumun tüm kesimlerinin temsilcileriyle istişare bağlamında mekanizmalar üreterek genişletilmesinde fayda var.)