AK Parti’nin dünya İslâmî hareketlerine etkisi

Serdar Demirel

Geniş Müslüman coğrafyadaki cihadî yapıları, sistem için mücadele etmeyi reddeden hareketleri vs. saymazsak, İslâmî eğilimli siyasi partilerin ve cemaatlerin AK Parti tecrübesine ne kadar büyük ilgi duyduklarını yakından biliyorum. Model olup olamayacağı geçmişte tartışılsa da, “AK Parti”nin üçüncü defa seçilme başarısı göstermesiyle bu hareketleri derinden etkilediği açıktır.

Bu siyasi partiler içinde “Erdoğancılar” diye adlandırılan ve bu yakıştırmadan hiç de rahatsız olmayan kesimler var. Bunların en bariz özelliği yenilikçi söylemleridir. Türkiye’ye çok uzak Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde bile “Erdoğan” ismi bir isim olmaktan öte bir siyasi tavır alışı ifade etmektedir.

Geçenlerde Bangladeş Cemaati İslâmî hareketinden önemli bir isim aradı. Cemaatin üniversite öğrencisi ve akademisyenlerden oluşan bir ekibine bir atölye çalışması kapsamında “AK Parti tecrübesi”ni anlatmamı istedi. “Ne öğrenmek istiyorsunuz” dediğimde, “AK Parti başarısının sırrını” dedi. Tanımaya ve anlamaya çalışmaktan ziyade müsellem olan bir başarının sırrını yani!..

AK Parti’nin dünya siyasi literatüründe bilinen türden bir İslâmî parti olmadığını, Türkiye gerçekliğinde ortaya çıkmış çoğunluğunu dindarların oluşturduğu ve özel hayatlarında dindar olan insanların kurduğu nevi şahsına münhasır “muhafazakâr demokrat” bir siyasi yapı olduğunu, bu partinin İslâm’ı bünyesinde canlı yaşayan bir toplum oluşturma gibi hedefinin bulunmadığını, mevcut anayasanın buna izin de vermediğini söylediğimde pek de oralı olmuyorlar.

Toplumsal yapıları, tarihsel tecrübeleri ve anayasaları Türkiye’den çok farklı olmasına rağmen bu ülke Müslümanları AK Parti tecrübesini kendi ülkelerine taşıyabileceklerine ve aynı başarının oralarda da tekrarlanabileceğine inanıyorlar.

Dünya Müslümanlarının birbirlerinin acı ve tatlı her türlü tecrübelerinden istifade etmeleri gerektiğine inanıyorum. Edinilmiş tecrübeleri tekrar tekrar edinmenin bir anlamı yok çünkü. Ama bunu yaparken bir ülkenin sahip olduğu yerellik ve konjonktürel gerçeklerini, küresel ve bölgesel denklemde sahip olduğu konumunu göz ardı edemeyiz.

Bu yüzden toplumsal ve jeostratejik derinliği farklı ülkelerin yaşadığı bir tecrübeyi aynısıyla yaşaması mümkün değildir. Bir dönem Türkiye Müslümanlarının Pakistan, İran ve Mısır modellerini buraya taşıma çabasına benziyor bu.

Bu meyanda özellikle bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Başından beri din dilini kullanan bu yapılar, Türkiye’de AK Parti tecrübesinin ürettiği seküler dilin etkisi altındalar.

AK Parti eğitimde, ekonomide, medyada ve siyasetin etkilediği her alanda seküler bir dil kullandı. Türkiye özelinde bunun rasyonel izahı olabilir. Ancak dindar câmia bunu önemli ölçüde içselleştirdi. Küresel medya da bu dile ikna olduğundan her seçim döneminde AK Parti’yi “irtica eksenli gizli hedefler” tartışmalarıyla ele alırken son seçimde buna yer vermedi.

Türkiye özeline has vesayet sisteminin oluşturduğu seküler bir dil kullanma mecburiyetinin, toplum ve devlet yapısı, anayasası bunu mecbur kılmayan başka coğrafyaların İslâmî yapıları tarafından başarılı olmanın bir sırrı gibi telakki edilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.

‘Geniş halk kitlelerini kazanmanın yolu önemli ölçüde din dilini terkedip seküler bir dili benimsemekten geçer’ sanısı; Türkiye’de “seküler bir dilin ürettiği başarı” zannından besleniyor. Hem de bu dilin kapısını araladığı dünya algısı ve bu algının toplumu dönüştüren karakteri sorgulanmadan.

YENİ AKİT