AK Parti Teşkilatlarının Suriye Pasifizmi

KENAN ALPAY

Suriye’de 26 aydır yaşanan vahşet ve katliamlar karşısında hemen her siyasi hareket kendi ahlak ve hukuk anlayışına göre bir pozisyon alıyor. Bunda en büyük pay sahibi emperyalist politikalar ve despotik iktidarlar elbette!

Ancak iş böyle basit bir tespit yapmakla bitmiyor. Çünkü doğrudan ya da dolaylı olarak katliamcılarla aynı safta duran Kemalist, Sosyalist veya Ülkücü karakterli ulusalcı muhaliflerin bütün çirkinlikleriyle kan denizini büyütmekte oynadıkları rol de görülmeyecek gibi değil. Peki, Suriye halkıyla kardeş olanların takındıkları pasifist tavrın bu acı ve boğucu atmosferin devamında hiç mi payı yok?

Zulme Seyirci, Mazluma İlgisiz

Hüzün verici olmakla birlikte meselenin sahibi olması gereken kesimler açısından mevcut tablonun en sıkıntı veren yönü şu: İslam coğrafyasının kalbindeki Suriye’de Müslüman halka karşı Baas-Esed cuntası tarafından sürdürülen barbarca katliamlar hem bilgi düzeyinde hem de ahlaki ve siyasi ilgi düzeyinde resmen yerlerde sürünüyor. Zulmün giderilmesi ve hakkın ikame edilmesi ibadeti farzı kifaye addedilmeye başlandığı için yaşadığımız toplum insani ve İslami sorumluluk duygusunu güçsüz düşüren bir bataklığa doğru sürükleniyor.

Bir metafor olarak çokça kullanılan ve her şartta uzak durulması öğütlenen “Orta Doğu Bataklığı” söylemi, İslam-iman kardeşliği hukukuna tabi olanları dahi yoldan çıkaran güçlü bir vesveseye dönüştü. Bu çarpık dönüşümün uzun hikâyesine şimdilik girmeyelim. Ancak en bariz sonucunu işaretleyelim: Suriye’de yaşanan katliam, tecavüz ve yıkımlara son verecek çözüm projesi hem teorik düzeyde hem de pratik zeminde Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun göstereceği performansa havale edilmiş halde.

Özellikle Maliyeti gün geçtikçe ağırlaşan Suriye krizi, Erdoğan-Davutoğlu siyasetine ilişkin halkın derinlerde yatan ulusalcı-milliyetçi refleksiyle oynamak isteyenler açısından oldukça işlevsel bir araç olarak değerlendirmeye alındı. Ulusal bütünlüğün tehlikeye düştüğü, milli menfaatlerin riske edildiği, ekonomik büyüme ve istikrarın sabote edileceği, toplumsal huzurun bozulup refahın ‘yabancılarla’ paylaşıldığı vs. söylemleri topluma pompalanıyor. Böylece Başbakan Erdoğan Suriye’deki cinayet şebekesine yönelik yanlış, gereksiz ve zararlı tavır alma konusundaki inadından vaz geçirilmek isteniyor.

Zaten öteden beri her türlü gelişmenin arkasında İsrail-ABD-İngiltere tuzağı aramaya şartlandırılmış geniş toplum kesimleri açısından en popüler masal şuydu: “Asıl hedef Suriye değil, Türkiye’yi İran’la savaştırıp parçalamak!” Bu türden söylentilerle siyasal hedefleri kadar inancı ve iradesi de ipotek altına alınmış bir toplumun zulme taraftar olup mazluma düşman hale getirilememiş olması adalet adına bir kazanım sayılabilir belki. Ancak Müslüman bir halkın açık bir zulüm karşısında bu kadar uzun bir dönem şüphecilik ve pasifizm sarmalına maruz kalmış olması yeterince büyük bir kayıp sayılmalıdır.

Siyaset ve Kültürün Taşeronlaşması

Banyas’taki katliama paralel işleyen Reyhanlı’daki bombalı saldırılar, Esed rejiminin gücünden ziyade güçsüzlüğünü ve tükenme trendini gösteriyor. Buna rağmen her açıdan gayrı meşru bir rejimin propaganda gücünü ve işbirlikçi ağını görmezden gelmek büyük bir yanılgı olur. Tabii ki sorun Baas-Esed cuntasından ibaret değil. Asli faktör İran ve Rusya’nın süreci kan ve yıkımla yönlendirme gücü ve isteğidir. Ama enteresan olan Hükümet açısından Cilvegözü bombalamasının akabinde sergilenen “Şebbihaları temize çıkar, İslamcı muhalefet ve AK Parti Hükümetini suçla!” kampanyasından daha güçlü bir dalgaya karşı Reyhanlı sonrasında da hazırlıksız yakalanmaktı.

Fehim Taştekin ve Ertuğrul Özkök gibi psikolojik harp uzmanları tarafından piyasaya sürülen “Hatay Peşaver Oluyor” provokasyonlarının Kemalist ve sosyalist örgütler tarafından daha ileri boyutlara taşınacağı bir sır değildi. Bombaları patlatan, araçlarla nakleden, keşif ve gözcülük yapanlar daha ilk anda yakalanmış olmasına rağmen CHP, İP, TKP, Halkevleri, ÖDP gibi bütün sol-sosyalist örgütler Suriye’den gelen mültecileri hedef aldılar, saldırıya geçtiler. Açıkça Esed/Baas cuntası adına hem cinayetleri savundular hem de cinayetlerden kaçıp gelen mültecileri ölüm kusan tankların önüne doğru kovalamaya giriştiler.

Kemalizme yaltaklanan sosyalist çevrelerin Baas cuntasına yaltaklanmasında garipsenecek bir durum yok. Çünkü “İslam ve Müslüman düşmanlığı Türk Sosyalizminin asli karakteridir”. Tamam, bunların kirli, çirkin ve ahlaksız siyasetleri herkesin malumu.

İyi ama ya Müslüman halkımız ne yapıyor? Peki AK Parti’ye oy verenlerden ya da parti teşkilatlarından Suriye’de yaşanan vahşete dair acaba ne zaman bir duyarlılık, söylem ve duruş sadır olacak? 80 bini aşkın ölüm ve on binlerce yaralı, milyonlarca mülteci, 500 binden fazla yıkılan bina ile tam bir harabeye dönen Suriye için AK Parti il ve ilçe teşkilatlarının yapacak hiçbir şeyi yok mu?

AK Partili teşkilat ve belediyeler sadece gençlik konserleri, Çanakkale gezileri veya yöresel festivaller düzenlemekte mi mahirdirler? Kentsel dönüşüm veya spor kompleksi inşasına, ebru ve hat gibi geleneksel sanatlara verilen önem ve öncelik mi unutturuyor Suriye’de yaşanan tarifi imkânsız acıları?

CHP ve MHP bütün teşkilatlarıyla sahadalar ve Esed/Baas cuntasını muhafaza ve müdafaayı AK Parti’yi iktidardan düşürmek için büyük bir fırsat bellemişler. Diğer sol-sosyalist ve ulusalcı örgütlerin tümünü de hem teşkilat ve kadrolarıyla hem de gazete, dergi, internet medyası ve sosyal ağlarla sahada görüyorsunuz.

İyi ama sadece AK Partili olmak veya Başbakan Erdoğan’a sevgi duymak açısından değil bir insan ve Müslüman olarak AK Partili kadro ve teşkilatları neden sahada göremiyoruz? Durumun vahameti kadar meselenin nereye kadar sahiplenileceğini beyan açısından Başbakan Erdoğan’ın “Başbakanlık kimliğini kürsüye bırakıp gitmek”ten bahsetmesi sıradan bir siyasi sitem olmasa gerek. Başbakan Erdoğan Suriye siyasetiyle İran ve Rusya’yla olduğu kadar ABD ve AB’yle de mücadele ediyor. Tıpkı sadece CHP ve MHP’yle değil Ergenekon cuntasının kucağına oturmuş bilumum sol-sosyalist, ulusalcı, milliyetçi örgüt, çevre ve yayın organıyla olduğu gibi! Bu dengesiz ve kişiye havale edilerek diğer sorumlu kişi ve kurumların geriye çekildiği sorumluluk alanından ancak kaos ve zayıflık çıkar.

Suriye’de yaşanan bu barbarca vahşeti ortadan kaldırma görevi AK Parti teşkilatları, kadroları veya seçmenleri tarafından Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na havale edilerek işin içinden çıkılamaz. Kardeşlerimiz tecavüz ve cinayetlere maruz kalırken “oy verdik, dua ettik, söyledik” demek kimseyi kurtarmaz. Yapılması gereken ise salt siyasi değil öncelikle ahlaki, hukuki ve de İslami sorumluluk gereğidir. Kardeşlerimiz tecavüz ve cinayetlere maruz kalırken “oy verdik, dua ettik, söyledik” demek kimseyi kurtarmaz.

İşletmeyi olduğu gibi kültürü, siyaseti ve ahlaki sorumlulukları da “taşeronlaştırmakla” aranacak çıkış yolu felaket getirir. Bizden hatırlatması!