Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarının ilk beş ayında bu partinin etrafında örülen “meşru değilsin” baskısının, 23 Nisan 2003’te zirveye ulaştığını anlatmıştık. Hatırlayacaksınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç, geleneksel 23 Nisan resepsiyonu için bastırılan davetiyelerde davet sahibi olarak kendisini ve eşini gösterince kıyamet kopmuş, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları ile ana muhalefet partisi konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal, “türbanlı” bir davet sahibinin elini sıkmayacaklarını ve törene katılmayacaklarını duyurmuşlardı. Sonunda, resepsiyona bir gün kala Arınç, sadece kendisinin imzaladığı yeni davetiyeler bastırmak ve eşinin törende bulunmayacağını ilan etmek zorunda kalmıştı.
“Seçimle iktidarı gaspeden” AK Parti’ye verilen bu dersten sonra, askerlerin her zaman olduğu gibi bu defa da gereğini yapıp iktidarı geldiği yere göndereceği hususundaki inanç yeni bir ivme kazandı.
Resepsiyon boykotu ve benzeri görünür tepkilerin paralelinde, yıllar sonra ortaya çıkacak başka süreçler de işliyordu: Darbe hazırlıkları ve darbe planları... Bunlar o gün için toplumun bilgisinin dışındaydı ama, iktidardaki siyasetçiler, TSK içinde kendilerini her an diken üstünde hissettirecek birtakım gelişmeler olduğunu biliyorlardı.
Kendi aralarında “bir şeyler” yapan paşalar
Ağustos 2003’te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini devraldıktan iki gün sonra günlüğüne, “Anlaşılan bundan sonra Bahriye işlerine daha az zaman ayırıp siyasi gelişmeleri takip etmek zorundayız” diye yazacak olan Orgeneral Özden Örnek, 27 Şubat 2003’te, henüz Donanma komutanıyken de şu notu düşmüştü:
“27 Şubat günü sabahleyin Genkur. denetlemesi için bölgeye gelen Tümg. Can Teller beni ziyarete geldi. Oldukça ilginç bir görüşme yaptık. Önceleri konuşmada çekingendi ama kendisini cesaretlendirdim ve konuşmaya başladı. Genelkurmay Başkanı'nın şahsına karşı bir tepki olduğunu, dinci kesimlere kendisine yaraşır bir şekilde tepki vermediği gibi adeta onlarla işbirliği yaptığını ve Çetin Doğan Paşa ile Hurşit Tolon Paşa'nın bu konulardan çok rahatsız oldularını ve kendi aralarında bir şeyler yaptıklarını, benim de onlarla görüşmemi ima etti. Bir tümgeneralin böyle konuşması beni şaşırttı.”
Bu sözler, 2007’de Nokta dergisinin yayımladığı Darbe Günlükleri’nde yer almıştı. Biliyorsunuz, o tarihten üç yıl sonra, 2010’da ortaya çıkacak yeni belgelerde, 27 Şubat 2003’te Özden Örnek’i ziyaret eden Tümgeneral Can Teller’in o ziyareti hangi amaçla yaptığını öğrenecektik: O ziyaretten birkaç gün sonra, İstanbul’da Birinci Ordu’da meşhur “plan semineri” gerçekleştirilecek ve AK Parti’nin iktidardan nasıl uzaklaştırılacağı tartışılacaktı.
“Kulak çekme günü...”
Bu arada iktidarı kamuoyu önünde yıpratmaya dönük asker-medya prodüksiyonu her gün yeni katkılarla zenginleşiyordu... 23 Nisan resepsiyonundan sonraki ilk fırsat 30 Nisan’daki Yüksek Askeri Şûra idi.
Basında, generallerin 30 Nisan'daki MGK toplantısına “irtica raporu” ile gelecekleri yönünde yoğun bir beklenti oluşmuştu. Beklentiyi habere dönüştüren gazete Hürriyet (26 Nisan 2003) oldu:
“Askerden irtica raporu / Milli Görüş genelgesi ve resepsiyon boykotuyla tansiyonun yükseldiği Ankara'da gözler 30 Nisan'daki MGK'ya çevrildi. Askerler, Kurul'a kapsamlı bir irtica raporu sunmaya hazırlanıyor.”
Dönemin Sözcü'sü Gözcü, "30 Nisan Çarşamba kulak çekme günü" başlığıyla eli en fazla artıran gazete olmuştu.
“Genç subaylar tedirgin”
Generallerin, 30 Nisan Şûrası’nda “irtica raporu” üzerinden “kulak çekecekleri” beklentisi vardı ama, medyanın daha şahin kesimi yüksek rütbelilerin iktidara had bildirme performansından hiç memnun değildi. Cumhuriyet gazetesi, işte tam o şûra öncesinde, generalleri ordunun ana gövdesinin hissiyatını yansıtmaya çağıran ünlü manşetiyle çıkageldi: “Genç subaylar tedirgin!”
Habere göre, bu sözler, görevi Abdullah Gül’den henüz devralan Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün başbaşa buluşmasında, Özkök tarafından sarf edilmişti. Haber, ânında Hilmi Özkök tarafından yalanlandı. Fakat manşet işlevini görmüş, ordunun yakın bir gelecekte mevcut “irticai iktidar”ı alaşağı etmek üzere harekete geçeceği beklentisi, toplumun böyle bir gelişmeyi memnuniyetle karşılayacak kesiminin moralini yükseltmişti.
Haberin hangi duyguyla kaleme alındığını anlamak için, altındaki imzanın sahibinin (Mustafa Balbay) 3 Kasım 2002 seçimlerinden sadece iki gün sonra kendi günlüğüne düştüğü şu notu okumak yeterli olacak:
“Aynı gün saat 19:00 sıralarında Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman aramama yanıt verdi. (...) Dikkatle izlediklerini, başlangıçta hemen tepki vermenin uygun olmayacağını söyledi, en azından bir mesaj deyince, o olabilir dedi. 10 Kasım var önümüzde, o olabilir dedi...”
“Hemen tepki vermek doğru olmaz” diyen generali gazeteci zorluyor: “En azından bir mesaj...”
2003’ün yaz aylarını heyecana boğan “Genç subaylar tedirgin” haberinin ne kadar objektif, ne kadar manipülatif olduğuna siz karar verin.
Garnizon komutanından hükümete posta!
1 Mayıs'ta (2003) Hürriyet'in verdiği bir haber, “irticaya karşı mücadele”de sadece MGK'nın, sadece generallerin değil, garnizonların, tümen komutanlarının da inisiyatif kullanabildiklerini gösterdi:
“Askerden irtica afişi / Adapazarı'nda konuşlu, 15'inci Kolordu Komutanlığı'na bağlı 1'inci Piyade Tugay Komutanlığı, özel afişler bastırarak irticaya savaş açtı. Milli Güvenlik Dersi'nde öğrencilere görsel olarak da bilgi verilmesi için okullara gönderilen afişlerde, cumhuriyet ve şeriat rejimleri fotoğraflarla karşılaştırıldı.
“(...)
“Afişteki ‘kıyafet’ bölümünde, geçen yılki güzellik yarışmasında birinci olan ve daha sonra ‘Dünya Güzeli’ de seçilen Azra Akın'ın ikinci ve üçüncü güzellerle çekilen gülümseyen fotoğrafları, şeriatla yönetilen ülkelerde görülen burkalı ve sarıklı insanların fotoğrafıyla karşılaştırıldı.”
Öyle günlerdi ki, bir tugay komutanı bile açık siyasi mesajlar vererek iktidarı hırpalıyor, fakat ne üstlerinden ne de siyasi iktidardan herhangi bir tepki geliyordu... İlaveten, ülkenin en büyük ve en etkili gazetesi, bunu dünyanın en normal durumuymuş gibi haberleştirebiliyordu.
Kantarın topuzunun kaçtığı bir an: “Şeriat tatili!”
Şeriatın “gelmekte olduğu”na dair uyarılarda kantarın topuzunun kaçırıldığı da oluyordu. Bu türden “paranoya”ların “AKP'nin ekmeğine yağ sürdüğünü” öne süren laik köşe yazarları böyle anlarda ne yapacaklarını bilemiyorlar; “malzeme malzemedir” düsturuyla mı hareket edeceklerine, yoksa “yok artık, saçmalamayın” diye uyarılarda mı bulunacaklarına bir türlü karar veremiyorlardı.
Bu türden gelişmelerin en ilginçlerinden biri “şeriat tatili” idi...
Mesele şuydu: 2003 Mayıs'ının ilk haftasında Meclis'in gündemine gelen İş Kanunu tasarısında haftalık tatille ilgili maddede gün ismi belirtilmemişti. Bunun üzerine CHP'liler, AK Parti'nin haftalık tatili cuma gününe çekmek için ince bir “dolap çevirmekte” olduğunu söyleyerek “laiklik uyarısı”nda bulundular. CHP'lilerin iddialarına göre, AK Parti kanunda pazar gününü resmî tatil günü olarak özellikle belirtmeyerek (oysa bunu düzenleyen aynı bir kanun vardı), tabanına tüyo vermişti... Böylece “şeriatçı firmalar” cuma gününü tatil ilan ederek firmalarını o gün kapatacaklar, pazar günlerini ise işgünü olarak kabul edeceklerdi.
Başta Cumhuriyet olmak üzere bazı gazeteler okurlarından “tehlikenin farkında olmalarını” isteyen yayınlar yaptılar, “şeriat tatiline” karşı internette de “lütfen bu mail'i mümkün olduğu kadar çok kişiyle paylaşınız” uyarılı zincirler oluşturuldu. Fakat laik kesimin daha rasyonel düşünebilen ve dolayısıyla her “malzeme”ye atlamamayı öğrenmiş bölümü bu iyice zıvanadan çıkmış tehlike uyarısının “AKP'ye yarayacağı” yönünde yayınlar yaptılar da, mesele kısa bir süre içinde sönümlendi.
Serbestiyet