'Ak Gençlik'in suçu

Hilal Kaplan

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, vesayet sisteminin temeline son darbeyi vuracağı için 1,5 yıl boyunca âdeta bir 'olağanüstü hal' yaşadık. Gezi kalkışmasıyla başlayıp, 17-25 Aralık darbe teşebbüsüyle devam eden siyaseti askıya alma girişimleri sonuç vermedi. Bu olağanüstülüğün sonuna gelinmesiyle beraber, daha 'olağan' meselelerimize de geri dönüş yaptık.

Seçimler bittiğinden beri, sessiz ama güçlü bir tartışma yürüyor. Başbakan Davutoğlu'nun gerek kongre konuşmasında gerek de hükümet programında yer verdiği 'inşa süreci'ne dair ipuçları da tartışmayı yürütenleri cesaretlendiriyor.

Hakkını yemeyelim, ilk fitili her zamanki akıcı ve heyecanlı üslubuyla muhterem İsmail Kılıçarslan yaktı. 'Yeni Türkiye'nin entelektüel anlamda eskisinden ne farkı olacağını biraz da umutsuzca ele aldı Kılıçarslan, arızalara ve eksiklere işaret etti. Çok da iyi etti. Bu yazının Doğan medya veya paralellerce el üstünde tutulmasına değil, bize tuttuğu aynaya bakmayı tercih ediyorum. Çünkü 'şeytan taşlamaktan çok salavat çekmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz.

Ancak ilk odaklanmamız gerekenin, Ak Parti gençliğini merkeze alan bir eleştiri olması gerektiğine ikna olmadığımı belirtmem gerekir. Şunu unutmayalım: Ak Parti gençliği denilen kitle, 1990'lı yıllarda çocukluğunu, 2000'lerde ilk gençliğini yaşadı. Yani 28 Şubat onlar için uzak bir hayal ve akıl bâliğ oldukları yıllarda ise iktidarda Ak Parti vardı. Bizlerin ve büyüklerimizin geçtiği çile ikliminden nisbeten uzak bir ortamda büyüdüler.

Bizim zamanımızda her şey siyah ve beyazdı, haklı ve haksızdı, zalim ve mazlumdu. Şimdiyse grinin binbir türlü tonunu yaşadığımız 'ilginç zamanlar'dan geçiyoruz.

Bizim zamanımızda Kutup'u Afganî'yi Abduh'u okumayan, mahalleden içeri adım atamazdı. Şimdiyse Kutup'tan bile Mısır'da darbe olduğu için haberi olan ve ne yazık ki 'mahalle'si de dört bir yana dağılmış bir gençlik var.

Bizim gençliğimizdeki entelektüel tartışmalar, Müslüman çevrelerin çıkardığı dergiler, yaptığı tartışmalar onların zamanında yoktu. Siyasetin ağırlığı, entelektüel olanın alanını da kapladığı için en fazla demokrasi-darbe döngüsünde bir ilkgençlik yaşadılar.

Buna rağmen belirtmeliyim ki, Ak Gençlik'in davetlisi olarak katıldığım her ortamdan daha ümitvâr bir şekilde ayrıldım. Katılımcılar içinde sanayiden pantolonundaki yağ lekeleriyle beraber gelen de vardı, çocukluğunda köyü yakıldığı için ailesi İstanbul'a göçmüş olan da, başörtüsü yasağı sebebiyle okulunu bırakan da… Bu toplantılar vesilesiyle, ülkesinin geleceğini samimiyetle dert eden, 'öteki'ni tanımaya istekli, eleştiriye de özeleştiriye de açık pek çok gençle tanıştım.

***

Cumhuriyet, gençliğe devrimin bekçileri olması görevini vermişti. Sorgusuz sualsiz, rejimin verdiği sufleleri tekrarlayan, devrim tehlikeye girerse orduyla kol kola giren, diğer zamanlarda en fazla stadlarda boy gösteren figüranlardan öte bir rolü yoktu gençliğin.

Ak Parti ise, gençlikten devrim bekçiliği değil, 'devrim'in kendisi olmasını bekliyor. (Yaşadığımız 'devrim' değil, askerî otoriterlikten demokrasiye hızlı çekim bir evrim süreci olduğu için devrim, tırnak içinde.) Şayet, 'devrim'in öznesi olacaksa gençler, onlara hitap edecek türden ilmî faaliyetlerin özendirilmesi hem medya hem siyaset hem de akademinin vazifesidir. Bu alanlarda makam sahibi olanlar, yöneticiliğin Etro'dan değil, ateşten gömlek giymek anlamına geldiğini tekrar tekrar hatırlamalılar…

Bir de Breaking Bad'den alıntılar yapan, 'playlist'inde intifada marşından sonra Coldplay gelen bir gençliğin sadece Necip Fazıl veya Sezai Karakoç'la 'angaje edilemeyeğini' akılda tutmakta fayda var.

Ne demişti Arendt: İçerden eleştiriye eyvallah ama bir bebekten 'muhafazakâr tosuncuk' yaratan karanlığı sorgulamakla işe başlasak diyorum.

YENİ ŞAFAK