Yeni Akit okurlarının yakından tanıdığı ve severek okuduğu Sibel Eraslan Hanımefendi’nin dün Star Gazetesi’nde yayımladığı “Bir vaize ve itaat” başlıklı yazısı önemli tesbitler içeriyordu.
Bu konuya bir katkı sadedinde Rıhle Dergisi’nin son sayısında yayımlanan; “Değişkenler ve Sâbiteler Denkleminde Aile Kurumu” başlıklı yazımdam bazı alıntılar yapmak istiyorum. Bu yazı, o zaman içinde bulunduğum şartlar gereği aceleyle yazılmış olsa da, benim aile meselesine dair görüşlerimi ortaya koymaktadır.
Bu yazıda ‘değişim’ nedir ve ‘değişim’le olan ilişkimizi ele aldım, sonra da değişen aile yapısını değerlendirmeye çalıştım. Aşağıdakiler o yazıdan:
Aile kurumunun son yıllarda tehdit altına girmesi gibi konuları ele aldığımızda akla hemen kadın gelmesin. Çünkü menfî ve müsbet aile hayatı sözkonusu olduğunda kadın ve erkeğin görev dağılımı farklı da olsa müşterek sorumluluğundan bahsediyoruz. Değişen, kadın ve erkek boyutuyla insandır. Bu, kadın ve erkekte farklı şekillerde tezahür etse de özde aynıdır. O zaman çözümlerimiz de insana dair olmalıdır.
Kadın ve erkek elbette yaradılıştan gelen farklılıklara sahiptirler, bundan neşet eden aile ve toplum içi farklı sorumlulukları da olacaktır. Ama kadın ve erkek aynı ontolojik gerçeklik üzerine yaratılmışlardır. Hakikat karşısında eşit derecede sorumludurlar ve bu bağlamda hakikatin cinsiyeti olmaz. İtikat esaslarında, ibâdetlerde, ahlâkî sorumluluklarda Hak karşısında aynı derecede mesuldürler.
Aile içi hakiki birliktelikler zamanı ve mekânı aşan değerlere mebnî olmadan kurulamaz. Zamanı ve mekânı aşan değerlerle irtibatını keserse de yaşayamaz. Zaten modern evliliklerin çözülmesinin temelinde değerlerle olan bağın zayıflaması yatar. Velhâsıl aile meselesini ele aldığımızda insanı ve insanın varoluşsal amacını ele almamız gerekmektedir. Aile sorunsalını bu varoluş çerçevesinde ele almalı, aileye biçilen rolü bu amaca uygun dizayn etmeliyiz.
Bir toplumun anlam dünyasının ne olduğunu, nasıl yaşadığını, insanlarla, başka toplumlarla ve doğayla nasıl ilişkiye girdiğini anlamak istiyorsanız bakacağınız yerlerden birisi de onların sözlükleri ve kavramlarıdır. Cemil Meriç boşuna “Kamus namustur” dememişti. Namus ise her şeyden önce bir emânettir. Kadın ve erkeğiyle çağdaş müslümanlar yeni varoluş biçimleri peşinde koştuğundan kullandıkları dil ve kavramlar da, bu kavramların şekillendirdiği hayat da uyarı sinyalleri göndermektedir.
Liberal kültürün yabancılaştırıcı kavramları dilimize pelesenk olmuş durumda. Aile meselelerimizi; “seviyeli birliktelik”, “insan hakları”, “kadın hakları”, “kadın özgürlüğü”, “kadının ekonomik bağımsızlığı”, “kadının kamusal alanda görünür olması”, “kadının çalışma hakkı”, “ataerkil toplum”, “light erkek”, “erkek egemen” vs. kavramlar yardımıyla izah ediyorsak; öncelikle kavramlarımızı ve bu kavramların şekil verdiği algı dünyamızı tashih etmemiz gerekmektedir.
Müslüman dili epey sekülerleşti anlayacağınız. Farklı sebeplerle dilin sekülerleşmesi önemsenmedi...
Kullandığımız kavram ve kelimeleri medeniyetimize ait olmayanlarla değiştirdikçe onların inşaa ettiği cümleler de zamanla düşünce kodlarımıza nüfuz etti. Bu kavramlar içinden çıktığı dünyanın profan/dünyevî çağrışımlarıyla hayatımıza girdi. Liberal değerler üzerinden hakkını arayan dindar Müslümanlar iktidarı ve adâleti bu kavramların taşıdığı değerler üzerinden elde edeceği sanısıyla yabancılaşmaya yelken açtı. Dolayısıyla anlama faaliyetlerimizin yelkenlerini Batı’dan esen anlam rüzgarları şişirmektedir.
Savrulan dünyada savrulan aile yapımızı korumak için “ev”leri değil “yuva”ları çoğaltmanın mücadelesini vermeliyiz. Evler çoğalıyor, yuvalar ise azalıyor. Ev; yani çatısı, dört duvarı, penceresi olan fizikî bir bina. Yuva ise, buna ek olarak sıcak bir iklimi, paylaşmayı, bir diğer ifadeyle aileyi anlatır. Yuva da değerler olmadan yaşayamaz.
YENİ AKİT