Ali Osman Aydın’ın Yeni Akit’te yayımlanan yazısı (29 Mart 2022) şöyle:
AHMET ARSLAN’IN BİLİMSEL HURAFELERİ
Felsefe profesörü Ahmet Arslan’ın Habertürk’te katıldığı program geçen hafta çok konuşuldu. Ben programı canlı izleyemedim. Ama haberdar olunca, biraz da görev duygusuyla ve sakin kalmaya çalışarak, önce iki buçuk saatlik son programı, sonra iki saatlik ilk programı izledim.
Sadece ülkenin siyaseti ile ilgilenenler için bu tarz konular can sıkıcı olabilir. Ama şunu bilin ki, içinde din ve felsefe geçen bu tarz programlar gençler tarafından sanıldığından çok daha fazla izleniyor. Din aleyhtarı gençler, bu programlardan edindikleri argümanlarla dini eleştiriyorlar. Ortaya atan kişi bir felsefe profesörü olunca argümanların doğru ve tutarlı olup olmaması fark etmiyor… Neyse… Ben olabildiği kadar kısa tutarak bu programa dair aldığım bazı notları sizinle paylaşmak istiyorum.
******
Konuşan bir felsefeci olunca dinleyenler onun objektif olacağını, felsefenin bunu zorunlu kıldığını düşünüyorlar. Böyle saçma bir imaj var felsefe hakkında. Oysa siz ne iseniz felsefeniz de odur. Küstah bir adamın yaptığı felsefenin mütevazı olma ihtimali yok.Objektiflik bir yalandır. Hiçbir bilim, felsefe ve felsefeci objektif değildir. Olamaz da… Ama bunu kamufle edebilir. Arslan’ın yaptığı gibi…
Arslan’ın ne kadar tutarlı olduğunu bir örnekle anlatayım!
Kendisi anlatıyor… Erdal İnönü liseyi bitirince babasına geliyor ve “Ben felsefe okuyacağım.” diyor. Babası İsmet İnönü ise: “Felsefeye bir ömür verilmez.” diyor. Aslan diyor ki “Bu çok hoş bir laf”…
Hz. Ömer’in kitap (yani felsefe) düşmanlığını anlatmak için, Mısır’ın fethi sonrasında orada bulunan kitapları yaktırdığına dair bir örnek veriyor. Örneğin uydurma olduğunu kendi ağzıyla söylüyor ama “Yine de (bağnaz) bakış açısını anlamak açısından bu örnek önemli” diyor ve istihzai üslubuyla İslam’ı ve Müslümanları tahkir ediyor.
Şayet Arslan tutarlı ve objektif olsaydı Hz. Ömer hakkında anlattığı uydurma hikaye ile ilgili kullandığı aşağılayıcı dili İsmet İnönü’nün tepkisi hakkında da kullanırdı. Asgari dürüstlük bunu gerektirirdi. Ama yapmadı, yapamadı. Beklediğimiz dürüstlük, İslam birikimine sadece aşağılamak için bakan insanlara çok uzak bir erdem.
*****
Fatih Altaylı diyor ki “Bizi ‘Batı tarzı düşünüyorsunuz’ diye eleştiriyorlar Hocam!”
Arslan : “Gayet tabi öyle düşüneceğim. Düşünmenin bir tek yolu var zaten. Onu da Batı temsil ediyor.”
Düşünme ile ilgili yegane yolu Batı’nın temsil ettiği görüşü bizzat oryantalizmin görüşüdür. Tanzimat, İttihat Terakki ve Cumhuriyet dönemi aydınları buna Avrupa mucizesi diyerek Batı’yı kutsuyorlardı. “Medeniyet için, aydınlanma için, adalet için, insan hakları için ilk ve son hedefimiz Batı’dır” diyorlardı. Aşağılık kompleksi Türk aydınının kronik hastalığıdır. Türk aydını kendini, kendi elleriyle Avrupa’nın kapısına bağlamayı icatların en büyüğü diye satar. Köle ruhludur çünkü. Haysiyetsiz yaşar ama efendisiz yaşayamaz. Özgür ve otantik düşünceden ödü patlar. Kutsal addettiği tek vazifesi Batı’nın yeryüzü talanını, başka uluslar üzerindeki kültürel hegemonyasını haklılaştırmaktan ibarettir. Elbette, Batı dikkate alınması, analiz edilmesi gereken büyük bir tecrübedir. Ama yegane yol ve tecrübedeğildir…
*****
Sosyal medyada sık sık karşılaştığımız o yüzeysel genellemeler programda havada uçuşuyordu.
Bir yerde muhabbet şuna döndü:
-Çin’de islamofobi var mı?
-Yok!
-Güney Amerika’da var mı?
-Yok!
-Rusya’da var mı?
-Yok mu?
-E ufak ufak var…
-Ufak, ufak…
Sanki tek bir blok halinde Rusya, Güney Amerika, Çin diye bir yer var. Sanki bir buçuk milyarlık Çin’in yekpareiradesi söz konusu! Bu nasıl komik, basit bir kahvehane ağzı böyle. Bu ağızla, bu akıl yürütmeyle bilim mi konuşulur? Konuşuyorlar, daha doğrusu konuştuklarını zannediyorlar. Kurtlar Vadisi’nde denk gelmiştim böyle fantastik bir diyaloğa: “Bana Ortadoğu’yu ver sana Avrupa’yı vereyim” deniyordu bir replikte. Hadi dizi de olur böyle fantastik şeyler ama bilimsel olduğunu iddia eden bir programda sırıtıyor… Sosyal medya genellemeleri ile “bilimsel” program yapıyorlar adamlar.
*****
İslamofobi hakkında konuşurken Arslan Avrupalıları bu konuda haklı buluyor. “Neden başka şeylere karşı fobi yok da bize karşı var? Karikatürden dolayı insanlar öldürülmediler mi?” diyor.
Katoliklik, Ortodoksluk adına da insanlar öldürülüyor. Kimse, özellikle Batı, Ortodoks terör demiyor… Yeni Zelenda’da BrentonTarrantibadethane basıp onlarca Müslümanı şehit etti daha birkaç yıl önce.Oradan bir Hristiyanfobi çıkmıyor ama! (Çıkmasın da zaten, kastım bu değil)
Altaylı Müslümanlar aleyhine söylenen sözleri keyifle dinlerken arada şöyle katkılarda da bulunuyor. “Mesela İsa hakkında da eleştiriler yapılıyor ama Avrupalılar buna tepki göstermiyor, ciddiye almıyorlar.” Yani ‘onlar medeni oldukları için ciddiye almıyor ama Müslümanlar ilkel oldukları için alınganlık yapıyorlar’, demek istiyor. ‘Acaba kayıtsızlıkları medeniliklerinden mi Avrupalıların, yoksa din ile kurdukları bağın zayıflığından mı’ diye sormuyorlar. Böyle sorular sorulmuyor zaten programda. Her şey tek yanlı, tek yönlü algı oluşturmaya dayalı! Macronda böyle söylüyordu karikatürcüleri savunurken: “Fransa’da her şeyin karikatürü yapılabilir!” Geçen gün Rusya Büyükelçiliği Fransa hakkında mizahi bir karikatür yayınladı. Derhal Rus Büyükelçiyi Dışişleri bakanlığa çağırdı Fransız yetkililer ve karikatürün hesabı soruldu. Demek ki tolerans hikayeymiş… Her şeyin karikatürü yapılmıyormuş?
****
Osmanlı döneminin çağdışılığını, ciddiye alınır bir tarafının olmadığını anlatmak için, “Kaç tane şeyhülislamın kafası kesildi” diyor Arslan, Çetin Altan’dan okumuş bu bilgiyi. Kaç tane Ahmet Hoca? Üç Tane… Ahizade Hüseyin efendi, Hocazade mesut efendi.Şeyhülislam Feyzullah efendi. Kafaları kesilmedi ayrıca, boğduruldular. 1300, 1922… 622 yıl. Ahmet Hoca’nın düşünce düşmanı, aydınlanamamış olarak gördüğü Osmanlı’da altı asırda sadece üç Şeyhülislam asılmış. Acaba kendisinin büyük aydınlanmacı olarak selamladığı Mustafa Kemal’in 15 yıllık devri saltanatlarında kaç din adamı asılmış… 3 Şeyhülislam asan Osmanlıları bu kadar küçümsüyorken Devri Cumhuriyet ile olumsuz tek cümle etmiyor. Bu da dürüstlüğünün bir başka kanıtı…
****
“Çıkar bakalım Kur’andan hukuk, insan hakları çıkarabilecek misin?” diyor mealen. Yani İslam’dan rasyonel bir çıkarımda bulunamazsın ona göre… Tezinin altı o kadar boş, söylediği o kadar cahilane ki neresinden başlayacaksınız anlatmaya. Her şey bir yana sadece Medine Sözleşmesine bakmak ve anlamaya çalışmak bile İslam’ın nasıl sağlam, rasyonel ve tutarlı bir hukuksal temeli olduğunu ispatlar.
Daha önce bir devlet yapısı olmayan 10 bin kişinin yaşadığı Medine’de Müslümanlar sadece 1500 kişiydiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hristiyan, müşrik ve Yahudilere konfederasyon şeklinde bir kent devleti kurmayı teklif etti. Herkesin dini özgürlüğü olacaktı. Her topluluk siyasi, adli ve mali işlerinde bağımsız olacaktı ama savaş gibi durumlarda birlikte hareket edeceklerdi. Bu çerçevede 53 Maddelik bir anayasa hazırlandı. Anayasa savaş esirleriyle ilgili sigorta ve tazminat gibi konuları bile bir hükme bağlıyordu. Bu anayasa bir toplum sözleşmesi şeklinde, J.J. Rousseau’dan bin küsur yıl önce kalem alındı.
Hem de taraflar oğulları ve yakınları için veliahtlık şansı olmaksızın devlet başkanını şahsen seçtiler. “Seçtiler”Bu kavrama çok dikkat etmek gerekir. Çünkü o dönem her yerde krallıklar vardı.
Ayrıca bir önceki yazımızda anlattığımız, “Osmanlı Maliye sistemini düzenleyen kuralların ana kaynağı şeriat idi.”(Mehmet Genç) Genel anlamıyla Osmanlı’da hukukun ana kaynağı şeriat idi zaten. Ahmet Arslan İslam hukuk tarihi konusunda malumatı olmadığı açık. Olsaydı İslam tarihinin en geniş, en zengin envanterinin hukuk konusunda olduğunu bilirdi. Ama buna rağmen konuşmaya ve dahası yargılamaya devam etmesi ilmi namus konusunda nerede durduğunu gösteriyor. İlmi namusu sağlam, saygıyı elden bırakmayan bir insan “Ay Güneşi kovalıyor” diye bir ayet olduğunu iddia eder ve bu iftira üzerine yargı bina eder mi? Bu iddia bilinmeden yapılıyorsa, Arslan eleştirdiği Kur’an’ın cahilidir; yok bilinçli yapılıyorsa inançlara saygısı olmayan böyle gayri ciddi birinin hiçbir sözüne itibar edilmez.
Sonuç olarak, yüzbinlerce insanın hayranlıkla izlediği programda yeni hiçbir şey yoktu. Sömürge aydınlarına özgü:‘İslam’ın gelişmeye mani olduğuna’, iyi, doğru ve güzel adına ne varsa hepsinin Batı’ya ait olduğuna dair klişe tezler tekrar tekrar sayıldı. Felsefe programı olmasına rağmen programın çok büyük kısmında İslam hakkında küçümseyici tarzda konuşuldu. Bence amaç zaten buydu. İslam’ı bir de felsefe profesörü olan ateist birine kötületmek! Bu yolla gençlerin zihinlerini ateizm adına teslim almak!!! Burada Akit Tv başta olmak üzere bizim kanallarımıza çok iş düşüyor. Bu sömürge aydınlarının iftiralarına cevap verilecek ilmi programlar yapılıp, müslüman kamuoyu ve özellikle gençler aydınlatılmalı. Yoksa dört bir yandan İslam aleyhine yapılan tezvirat çok kişiyi dinden imandan çıkaracak.