Ahlaki yozlaşmayı 'ne var ki bunda canım' söylemiyle normalleştirmek

İsmail Kılıçarslan, Hasan Can Kaya isimli bir zatın bol küfürlü programı üzerinden Nihat Genç ile Fatih Altaylı arasında yaşanan tartışmadan hareketle ahlaki çürümeye dikkati çektiği yazısında “İnsanın ahlakı kalmazsa hiçbir şeyi kalmaz elinde” diyor.

İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısını (11 Aralık 2021) aşağıda ilginize sunuyoruz:

ÇÜRÜMENİN ALFABESİ

Önce fıkra anlatayım. Şehirli bir kız, köye gelin gitmiş. Bakmış ki gelin gittiği evin etrafı tezek kokuyor. Temizlemeye karar vermiş. Güngörmüş kayınvalidesi “uğraşma kızım, temizleyemezsin” demiş ama nafile. Gelin “bu kokudan kurtulmak için temizlik şart” demiş de başka bir şey dememiş. Her gün silmiş süpürmüş sokağı. Aradan üç ay mı geçmiş, altı ay mı geçmiş bilinmez, gelin bir gün kayınvalidesine gelip “gördün mü anne, koku moku kalmadı” demiş. Kayınvalide duraksamadan cevap vermiş: “Koku olduğu yerde duruyor kızım, sadece senin burnun tezek kokusuna alıştı.”

Bu, burada bir dursun.

Ahlaken tefessüh eden, çürüyen toplumlarda ve toplumsal kesimlerde yaygınlaşan ilk cümle “ne var ki bunda?” cümlesidir. Bir ergen bir yaşlıya gereken saygıyı göstermez, misal toplu taşıma araçlarında yer vermez, “ne var ki bunda?” Bir kadın kocasını sırasıyla bütün meslek gruplarının temsilcileriyle aldatır. Yetmez, bir de o kadını günlerce televizyon kanallarında konuk ederler, “ne var ki bunda?”

“Ne var ki bunda?” cümlesinin devamı daha acıklıdır: “Bu ayıp değil ki!”

Yirminci, ama özellikle de yirmi birinci yüzyılda üretilen “mitolojik ve sınırsız özgürlük söylemi”, ayıp, günah, yasak gibi ahlaki ve toplumsal kısıtlamaların tamamına savaş açtı. “İnsanın sadece yapabildiği için her şeyi yapabileceği” bir düzleme gelip dayandık.

“Yahu bu böyle olmaz, toplumsal genetiğimiz tehdit altında, toplumsallığımız perişan oluyor, çürüyoruz” diyerek mevcut duruma itiraz eden herkese de korkunç bir “bağnazlık” yaftası yapıştırılıyor ve en basitinden söylemek gerekirse “sana ne ulan!” cümlesine konu ediliyor.

Nihat Genç’in, küfür ederek para kazanan Hasan Can Kaya ile tartışmasında da benzer bir şey oldu. 28 Şubat’ın postal sevicisi Fatih Altaylı ceffelkalem coştu da Nihat Genç’e “sana ne lan!” dedi.

Mesele şu. Nihat Genç, bu küfür ederek para kazanan Hasan Can Kaya isimli adamın bir programından bir kesit paylaşarak “çürüyoruz” yazdı. Sonuna kadar da haklıydı. Zira o kısa program kesitinde bir kızcağız Hasan Can Kaya’ya “babam sizin için çok p.ç bir çocuk diyor” deyince Hasan Can Kaya da kızın babasına küfrediyor ve kız dâhil herkes bu muhabbete höyküre höyküre gülüyordu. Korkunç bir tefessüh etme biçimi, korkunç bir çürüme bu.

28 Şubat’ın postal sevicisi Fatih Altaylı da Nihat Genç’e duraksamadan “sana le lan” diyor işte bu yüzden. Hasan Can Kaya paralı bir platformda program yapıyormuş da, parasını veren izliyormuş da, küfür eden razıymış, küfür edilen razıymış da sana neymiş yani bundan. Üstelik Nihat Genç gibi “muhalif bir yazara” bunları söylemek yakışır mıymış?

28 Şubat’ın postal sevicisi Fatih Altaylı’nın “muhalif yazarların ahlaktan müsellah, akıldan piyade olması gerekir” anlamına kadar vardırabileceğimiz zırvalarını bırakalım bir kenara.

Benim ilgimi çeken şey “parasını verme” bahsinde. Parasını verip sövebiliyor muyuz yani? Anlamadım. Yahut parasını verdi diye sövdürür mü kendisine Fatih Altaylı? Onu da anlamadım.

Fakat bir noktada haklı çıkmaya çalıştığı bir taraf var Fatih Altaylı’nın. Diyor ki “parasını verdiğin bir platformda yayınlanan bir program bu. Yani sen parasını vermez, izlemezsin, olur biter.”

Eh. Belki bir miktar hak verilebilir Altaylı’ya. Eğer Hasan Can Kaya’nın iğrenç küfürleri cidden parasını verip izlediğimiz bir platformda kalsa, sosyal medya vasıtasıyla çoluk çocuğun önüne “ücretsiz şekilde” düşmese, bir noktada tutarlı olacak 28 Şubat’ın postal sevicisi Fatih Altaylı. Fakat gerçek böyle değil. Bu Hasan Can Kaya’nın iğrenç küfürlerle, daha da iğrenç cinsel içeriklerle dolu videoları tik tokta, youtubeda, instagramda, twitterda her gün “kaçamayacağımız şekilde” önümüze düşüyor.

Yani “izlemezsin olur biter” önermesi sadece “mitolojik ve sınırsız özgürlük söylemi”nin bir zırvasından ibaret.

Yahu mesele Hasan Can Kaya meselesi de değil sadece. Acun Ilıcalı’nın leşliklerinden kadın kuşağı programlarının iğrençliklerine, “Türk dizisi” dediğimiz zırvalardan magazin camiası denilen akıl hastalarına kadar korkunç, leş bir çürümenin içinde buluyoruz, bulmak zorunda kalıyoruz kendimizi.

Ahlakına “başörtülü kadınları kollarından tuttuğum gibi karakola götüreceğim” cümlesini sığdırabilen postal sevicileri boş verelim de, Nihat Genç gibilerin haklı isyanlarına kulak verelim derim. İnsanın ahlakı kalmazsa hiçbir şeyi kalmaz elinde çünkü. İnsanı, insanın biricikliğini savunmaya bakalım biz. Ahlaklı, temiz, çürümemiş bir toplum için gerekeni yapalım.

Tezek kokusuna alışmak kader değil, yirminci ve yirmi birinci yüzyılda bize önerilen bir simülasyon sadece. Alışmak zorunda değiliz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!