Ahlak, Arapça’da yaratma, yaratılış ve yaratılmış gibi manalara gelen halk kelimesi ile aynı kökten olan ‘hulk’ kelimesinin çoğuludur. Hulk; din, tabiat ve seciye manalarına gelir. Kur’an’ı Kerim’de de hulk kelimesi adet/gelenek ve ahlak/huy olmak üzere iki yerde geçmektedir. Şuara Suresi 137. ayette adet ve gelenek anlamına gelirken, Kalem Suresi 4. ayette Rasul’ün yüce bir ahlak üzerinde olduğu belirtilerek sahih din, tabiat ve huy anlamında kullanılmıştır.
Allah’a karşı sorumluluk ve kul olma bilinciyle yaratılan insan aynı zamanda birtakım ahlaki zaafları da bünyesinde taşımaktadır. Yani insan hem iyi, hem kötü, hem melekliğe hem de şeytanlığa eğilimli olmanın karşıtlığını yaşar. Hem takva hem de fücur boyutuyla yaratılan insan bu yönüyle disharmonik, yani çift yönlü bir görünüm arzeder.
Peki, çift yönlü yaratılan ve bazen melekvari, bazen de şeytanveri olan insan doğruyu nasıl bulacaktır? Kendisi gibi yaratılmış olanların sınırlı aklı ile mi yoksa bizi yaratan ve başıboş bırakmayan rabbimizin belirlediği ölçülerle mi?
Öncelikle Batı’ya ait kapitalist değerlerin yani modernizmin hâkim olduğu bir dünyada yaşadığımızı ve bize dayatılmaya çalışan vahiy dışı ölçülerin olduğunu unutmamak lazım. Ve böyle bir dünyada çoğu zaman doğrularımızla yaşadığımız dünya çelişmekte, kendimize, fıtratımıza yabancılaşmakta ve adeta değerlerimiz alt üst olmaktadır.
Şunun altını çizmek gerekir ki insan dış etkilere açık olarak yaşar. Şems Suresi 7. ve 10. ayetler arasında ki ayetlere baktığımız zaman Rabbimizin insanın nefsine birtakım kabiliyetler verdiğini, iyilik ve kötülük ilham ettiğini görmekteyiz. Ve aynı zamanda bu ayetlerde nefsi kötülükten arındıranların kurtuluşa ereceği bildirilirken, onu kötülüğe gömenlerin de ziyan edenlerden olacağını vurgulanmaktadır. Yine Rabbimiz Müddesir Suresi’nde ‘elbiseni temizle, rüczdan/kirden arın’ diye buyurmaktadır. Burada ki elbisemiz vahye ve fıtratımıza dönüştür. Yani Müslüman’ca bir kimliğin vurgusudur.
Bu ayetlere nefsimizin arınma ile kirlenme arasında gidip geldiğinin bir göstergesidir. İrade sahibi olmak ise bu kirlere karşı koymanın, kirlerden, rüczdan arınmanın en açık yoludur.
Modern kültür insanı haz ve hedonizme mahkum eder. Batı aydınlanmasının ben merkezli yani bireycilikten kaynaklanan bu formu kayıtsız ve şartsız özgürlüğü savunur. Kendini ve zevklerini merkeze alan bu akım yaygınlaştıkça toplumun fıtri ve tabii özellikleri de bozulmaya, ifsat olmaya başlar. Yani ahlaki yozlaşma nefsin, benliğin, kimliğin kirlenmesine çaba sarf eder. Kimliklerin, kişiliklerin bozulmasıyla da toplumun bozulmasına zemin hazırlar. Bu nedenle de toplumsal yozlaşmaya karşı çözüm arayışlarımızda birey ve bireyin kimlik oluşumu büyük önem arzeder. Çünkü Kur’an ahlakı önce bireyi kuşatır. Rabbimiz başkalarına iyiliği emredip kendisini unutan insanı kınamakta ve yapmayacağımız şeyi söyleme konusunda bizi uyarmaktadır.
Peki, Müslümanlar olarak toplumsal yozlaşmaya karşı ne tür çabalarımız, çözümlerimiz olmalıdır.
1- Öncelikle yenilmişlik psikolojisi ve kompleksten sıyrılmamız önemli bir adımdır. Bir tohum bir başak, bir başak yediyüz tohum misali, çoğunlukların hamasetini aşıp, nitelikli ve küçük birlikteliklerin önemini vurgulu bir şekilde anlatmak gerekmektedir.
2- Şahsiyet zayıflığının giderilmesi üzerinde durmak. İslam’da şahsiyetin önemine vurgu yaparken; tek başımıza da olsak ‘biz’ bilinciyle ibadet yapmanın, Hz İbrahim gibi tek başına ümmet olma vasfını kazanmanın farziyetini tanıklaştırmamız gerekir. Şahsiyetimizi istişari temelde “biz” olma bilincine yükseltmeyi başarabilmeliyiz.
3- Özendirme, reklamizasyon politikası ve suni modellere karşı uyanık olmak. Bu açıdan da Kur’an’ın amacı doğrultusunda içinde yaşanılan toplumu vahiyle aydınlatabilmek için öncü bir Kur’an nesli, öncü bir nüve olma hedefimiz olmalıdır. Yaşadığımız toplumda biz hangi yerdeyiz, cahillerin içinde mi, kozmopolik bir toplulukta mı, güdülen bir sürü mü; yoksa Rasul ve Rasulle beraber olmayı çabalayanların içinde miyiz? Yani biz hangi kümedeyiz? Bu soruyu sıkça sormamız gerekmektedir.
4- Dünyevileşme ve nefsin kabartılması. İslami kimlik veya şahsiyet sahibi olduktan sonra dünyevileşme, imtihanı kaybedenlerden olmanın diğer bir adıdır.
Sonuç olarak iyiliği emredip, kötülükten nehiy etme sorumluluğumuzu hatırlatıp, iyilik ve takvada yarışmayı tavsiye ederek birbirimizi iman şemsiyesi altında toplanmaya davet edelim. Unutmayalım ki İslam’ın şemsiyesi tüm müminleri kucaklayacak kadar geniştir…