Ahlakı tahfif eden siyasal hayat çürür ve çürütür

KENAN ALPAY

“Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen” Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) ümmeti olarak kendimize sormamız gereken çok esaslı ve çok acil bir dizi soru var. Hikmet ve adaletle ama muhakkak ki ibret alıp kendimizi ıslah etmemiz maksadıyla muhasebesini yapmamız gereken derin bir mazimiz, içler acıtan bir halimiz var. Bütün bir insanlığa örnek ve ümit olması gereken bir ümmet nasıl oldu da kendisine yabancılaştı, kurtuluş reçetesi sayıp örnek almak üzere kimi seküler modellerin peşine düştü ve ümit dilenecek kadar özgüvenini kaybetti? 

Evet, Fas’tan Endonezya’ya, Bosna’dan Doğu Türkistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada hatta Amerika’dan Afrika ve Uzak Asya’ya değin hemen her ülke ve bölgede asırlardır Müslüman halklar yaşıyorlar. Lakin özellikle son iki yüz yıldır sadece siyasi ve iktisadi açıdan değil ahlaki ve kültürel açıdan da etkin ve cazip olmaktan uzak, edilgen ve yeterince ilgiye değer bir varlık arz edemiyorlar. Bütün bölge ve toplumların durumu aynı değil elbette. Çünkü kimi bölgelerde nimetler içerisinde şımarıp azmış toplumlar kimi bölgelerde ise yokluk ve zulüm altında inim inim inlerken dahi İslami kimliğini muhafaza ederek direnen toplumlar var.

Durum tespitiyle başlamalı

Önce mevcut durumumuzu yerli yerince tespit edebilmemiz gerekiyor. Fakat bunun için bizi itikadi, ahlaki, siyasi, iktisadi ve kültürel açıdan sapmaya vesile olan dahili ve harici faktörlerin detaylı bir fizibilitesini yapmamız gerekiyor. Kolaycı izah ve çözümleri tereddütsüzce terk edip, klişe söylem ve komplo teorilerinden hızla uzaklaşmak atılacak ilk ve en sağlam adım olacaktır. Kıyamet kopuncaya dek kesintisiz bir biçimde savaşmakla emrolunduğumuz halde (nefsimizi temize çıkarmak üzere) bütün suçu kabahati şeytan ve dostlarına atarak işin içinden sıyrılamayız. Elbette şeytan ve dostları (geçmişten geleceğe) her türlü fitneyi, fesadı, günahı teşvik edip organize etmek üzere kesintisiz bir seferberlik halindedir. Fakat buna rağmen biz iyice biliriz ve iman ederiz ki şeytanın hilesi-tuzağı zayıftır, Allah’a güvenip yaslanan mü’minler eliyle hak günün sonunda batılı zail-yok edecektir.

İman ile salih amelin, güzel söz ile güzel ahlakın, namaz ile cihadın, oruç ile infakın arasının açılmasıyla başlayan sapma ve çürüme günümüz toplumları için İslami hayatı tatlı bir nostaljiye, ulaşılmaz bir ütopyaya dönüştürdü maalesef. Anın fıkhına göre sorumluluk almaktan imtina edenler ya geçmişin ya da geleceğin kucağına sığınıyordu. Bozulma bazen aşağıdan yukarıya doğru ama çoğunlukla yukarıdan aşağıya doğru seyretti. Yokluk, ezilmişlik, korku gibi zayıflık durumları ile izah edilen kimi sapmalardan daha fazlası varlık, kudret, kibir ve hırs gibi istiğna duyguları sadece sahiplerini değil en geniş manadaki muhataplarını da yoldan çıkarıp türlü bataklıklara sürükleyebildi.

İnsanoğlunun mayasında mazeret üretmek gibi onulmaz bir hastalık var. Eksiğini kusurunu, günahını samimiyetle itiraf edebilmek, tövbe edip kendini düzelterek ilerlemek aklen ve kalben ciddi bir olgunluk düzeyi gerektiriyor. Ancak imkânları ve nimetleri artan insanların aklen ve kalben daha çok olgunlaşması beklenirken nefsani ve şeytani ayartmalara daha çok temayül edildiği görülüyor. Muktedir olmak, nimetlerle taltif edilmek, imkânlarla takviye edilmek çoğu zaman şükür ve hamd etmeyi, alçak gönüllü ve merhametli olmayı beraberinde getirmiyor. Çünkü her başarıyı, bütün zafer ve kazanımları kendi yeteneğine hamleden kibir gözleri de kalpleri de kör ediyordu.

Siyaset, ahlakın bir parçası(ydı)

Hem klasik hem de modern ahlak ve siyaset teorilerinde siyaset meselesi ahlak meselesinin doğal ve zaruri bir parçası sayılır. Referansı ahlak olmayan, çerçevesi ve denetimi ahlak tarafından belirlenmeyen siyasal hayatın iyilik ve güzelliği temsil etmesi de sosyal adalet ve barışı ikame etmesi de hiç mümkün olmayacaktır. Ahlaksız bir siyaset önermesi doğrudan doğruya ahlaksız fert ve toplum, ahlaksız iktisat ve yönetim önermesi manasına gelecektir. Bu sebeple siyaset ve ahlak arasında ayrım yapmak fert ve toplumun aleyhine mütemadiyen hem yanlış hem de zarar üretecektir. Ancak bu tartışma yapılırken başı sonu belirsiz, bağlayıcılığı müphem bir ahlak anlayışı üzerinden sürdürmenin hiçbir faydası olmayacaktır. 

Adalet, hiç tartışmasız, külli manada mülkün temeli ve toplumsal barışın ön şartıdır. Ne var ki Allah’a ve ahiret gününe inanan Müslümanlar tarafından dahi adaletin benimsenmesi ve temsili noktasında kronik sorunlar yaşanmaktadır. Fertten aileye, topluma, devlete veya devletten topluma, aileye ve ferde doğru çift taraflı işleyen ifsad aslında adalet ve ahlak duygularının aşınmasına paralel olarak büyüdükçe büyüdü. Küçük haksızlıkları mazur görerek, küçük günahları önemsiz sayarak başlayan sapma Hududullah’ı çiğnemeye kadar sürükledi bizi. Sınırsız ve denetimsiz bir zenginliğe, kudrete ve şöhrete kavuşmak arzusu öyle ağır bastı ki ne denli dehşeti bir hesap ve ceza günüyle muhatap olacağımız dahi unutuldu.

İnsanın olduğu her yerde, her zaman hata, kusur, günah olur. Ancak günahların sistematik olarak işlerlik kazanması ve toplumsal bir temayüle dönüşmesi büyük felaketlerin hatta topyekûn çöküşlerin habercisidir. Bir insanın utanma duygusunu (haya) kaybetmesi veya kamu malına el uzatması ile bir toplumun utanma duygusunu kaybetmesi veya kamu malına el uzatmayı karakter edinmesi arasında dünyalar kadar fark vardır. Çıplaklığın, teşhircilik ve tecessüsün teşvik edildiği, bir övünç vesilesi sayıldığı bir toplumda edepli olmak, şeref ve haysiyetine sahip çıkmak ne kadar da zor olacaktır. Öyle ki küçük bile olsa bir günahın alışkanlık kesbetmesi diğer günahları da işlemeyi teşvik edecek ve kolaylaştıracaktır. Çıplaklık kültürü, teşhircilik yarışı yanına kattığı diğer müfsid eylemlerle birlikte en çirkin günahları mesela aldatmayı, tacizi, tecavüzü, cinsel sapkınlığı veya hırsızlık, gasp, cinayet, kumar, içki gibi günahları önü alınamaz bir sele dönüştürecektir. 

Yeni Akit