Ben bir Müslüman’ım. Teorik olarak nasıl olacağı hakkında tam olarak bir fikrim yok ama öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve bu dünyada yaptığımız işler için bir biçimde hesap vereceğimize inanıyorum.
Bu 20 sorunun mucidi Marcel Proust’un zannettiği gibi cennetin kapısında Tanrı ile karşılaşmak şeklinde mi olur, o terletici sorular anneannemin haklarında pek de iyi şeyler söylemediği kabir melekleri münker ve nekirden mi gelir bilmiyorum.
Ama 1915 sonrasında bu topraklarda doğan, mürekkep yalamış, okumuş yazmış, gazetecilik, bakanlık, başbakanlık yapmış Müslümanlara bu sorunun sorulacağını biliyorum;
1915’te olan olaylar hakkında ne düşünüyorsun?
Biliyorum, çünkü; Benim inandığım dinde bırakın çocukların kadınların öldürülmesini, savaş sırasında genç bir ağacın dalını kırmak bile haram. Benim inandığım dinde bir kötülüğü görünce bırakın onu savunmayı elinle olmazsa dilinle o da olmazsa kalben buğz ederek onunla mücadele etmen gerek. Benim inandığım dinde bırakın “Benim dedem soykırım yapmış olamaz” demeyi, Allah’ın peygamberi “Suç işleyen benim kızım dahi olsa onu cezalandırırım” der.
Benim inandığım dinde bırakın Ermenilerin malları üzerinde oturmayı, emanete ihanet etmeyi, kul hakkına Tanrı bile karışamaz.
İşte bu yüzden aynı dine inandığımız Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve Sayın Dışişleri Bakanı ve Ermeni soykırımı konusunda ulusalcıların arkasına takılan diğer Müslüman kanaat önderleri!
Evet, karşınızda oryantalist, İslamofobik önyargılarıyla hareket eden Batılı parlamentolar var, bu sizi çok kızdırıyor. Evet, Ermeni diyasporası çok öfkeli ve anlayışsız. Ama o gün bu soru size sorulduğunda bunların hiçbir hükmü olmayacak, emin olun.
O gün bırakalım tarihçiler karar versin, arşivlerimizi açalım da diyemeyeceksiniz.
O gün 100 bin daha az ölü çıkarmak için tarihçiliği bir ceset sayıcılığına çeviren Halaçoğlular da imdadınıza yetişecek kadar yakında olmayabilir.
O yüzden bırakın İsveç Parlamentosu’nun, ABD Kongresi’nin, İngiliz Avam Kamarası’nın ne diyeceğini.
Siz Bosna’ya, Gazze’ye haklı olarak soykırım diyenler. O gün o soru size sorulduğunda siz ne diyeceksiniz ona karar verin.
Vatanımızı savunduk mu? Onlar da bizi öldürdü mü? Şahitlik için gaddar Boğazlıyan Kaymakamı’nı mı çağıracaksınız yoksa onu, gaddarlığı yüzünden Allah adına uyaran Boğazlıyan Müftüsü’nü mü? Hangisinin şahadeti orada daha çok geçer? “Yok yapmamışlardır” diye kefil olduğunuz Sosyal Darwinist, pozitivist İttihatçı kadroların geçer mi?
O yüzden bırakın bu beyhude direnci. Bırakın İttihatçıların günahlarını savunarak onlara ortak olmayı. Abant Platformu’nun toplantısından çıkan şu ümit verici cümle başlangıç olsun: “Yakın tarihimizde yaşanan başta Ermeniler olmak üzere trajik olaylara ilişkin tarihî belleğin canlandırılması ve yaşananlarla yüzleşilmesi vicdani bir sorumluluk olarak görülmüştür.”
Müslümanlar 1915 için yeni bir dil kursun.
Bu toplumu bu korkunç trajediyle açık sözlü ve pedagojik kaygıları olmayan laik- liberal-sol tarihçiler ve yazarlar yüzleştiremeyecek çünkü.
Bunu en az hasarla ancak siz yapabilirsiniz.
Soykırım demeyin, “1915 Günahı” deyin.
Bırakın İttihatçıların torunları dedelerinin hatalarını savunmayı sürdürsün, siz bu günaha daha fazla ortak olmayın.
İnkâr sürdükçe günah sayacı aleyhinize işliyor çünkü...
İddianamede Dursun Çiçek adına Erzincan’daki bir otele yapılmış kayıt var. Fakat bu Çiçek 1977 doğumlu.
Başbuğ gazetecilere değil savcılara konuşsun
Ben Erzincan’daki Ergenekon davasına bakan savcıların yerinde olsaydım dünkü Hürriyet ’te İlker Başbuğ ve Işık Koşaner’in açıklamalarını okuduktan sonra onları ifadeye çağırırdım. Çünkü görünen o ki Başbuğ ve Koşaner, Erzincan meselesini savcıdan daha ayrıntılı biliyorlar.
Mesela Erzincan İddianamesi’nin belkemiğini oluşturan Dursun Çiçek’in Erzincan’a gidip Başsavcı Cihaner ve oradaki askerî yetkililerle İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı görüştüğü iddiası. Bana kalırsa iddianamenin en zayıf halkası burası. Belki savcılar iddianamelerini tamamlayamadan soruşturmadan alındıkları için ya da 3. Ordu’dan soruşturma sırasında pek yardım görmedikleri için, iddianamede Dursun Çiçek görüşmesiyle ilgili gizli tanık ifadeleri dışında bir bilgi ve belge yok.
Mesela İlhan Cihaner sorgusunda bu görüşmeyi defalarca reddettikten sonra şöyle demiş: Dursun Çiçek’i hayatta tanımıyorum, tanısam da seveceğimi tahmin etmiyorum.
Röportajdan anlaşıldığı kadarıyla Başbuğ ve Koşaner bu konuda bir araştırma yapmışlar ve Çiçek’in 2009 Mart Yerel Seçimleri’nden önce bir askerî helikopterle Erzincan’a gitmediğini hem helikopter bilgilerinden hem de orduevi kayıtlarından ortaya çıkarmışlar. O halde gazetecilere açıkladıkları bu araştırmanın belgelerini savcılığa da göndermeliler.
Yine röportajdan Başbuğ ve Koşaner’in Erzincan savcılarının defalarca ifadeye çağırdığı 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in de bir nevi ifadesini aldığı anlaşılıyor. Hatta kararı da vermişler: Masum.
O halde Başbuğ’un konuşunca masumiyeti ortaya çıkan Saldıray Berk’i masumiyetini ispatlamak için ifadeye gitme konusunda ikna etmesi gerekir ya da o gitmiyorsa Başbuğ ve Koşaner Berk’i temize çıkaran o karineleri savcılığa ulaştırmalı.
Yani Başbuğ eğer askerlerinin temize çıkmasını istiyorsa adaleti gazete manşetlerinden bulamayacak. İşi zor değil.
Günlük mesaisinden gazetecilere ayırdığı birkaç saati savcılara ayırarak başlayabilir...
TARAF