Ahiretinizi Düşündüğünüz İçin mi CHP’ye ‘Hizmet’ Ediyorsunuz?

Zaman gazetesinde Süleyman Sargın imzalı “Ahireti de mi düşünmüyorsunuz” başlıklı yazı “yapmadığını söyleme” tavrının tipik bir örneği gibi duruyor.

HAKSÖZ-HABER

30 Mart seçimlerinin tam arifesinde Gülen grubu elindeki tüm kozları sahaya sürmüş durumda. CHP’nin İzmir Belediye Başkan adayı Aziz Kocaoğlu’nun ne kadar başarılı, faziletli biri olduğunu okuduğumuz seçim yorumlarından, din görevlilerine düzenletilen basın toplantılarına kadar savaş tam saha pres sürüyor. Bir yandan kasetler, dinlemeler, iddialarla hükümet yıpratılmaya çalışılırken, köşe yazarları okuyuculara son çağrılarını yapıyorlar. Liberal yazarlar AKP’yi yıpratma mücadelesini “Türkiye otoriterleşmesin” tezleri üzerinden dillendirirken, “dini” kimliği belirgin olanlar ise İslami değerler üzerinden mesaj vermeye çalışıyorlar.

Süleyman Sargın da bugün Zaman’ın internet sitesinde “Ahireti de mi düşünmüyorsunuz” başlıklı yazısında hükümet adına bu süreçte Cemaate karşı yapıldığını iddia ettiği haksızlıkları, zulümleri sıralamış. Yazısına şöyle başlıyor:

“…Yaklaşık üç aydır çok nahoş, insafla, iz’anla ve imanla telifi mümkün olmayan garip ama gerçekten hikmetlerle dolu bir süreç yaşıyoruz.

İftiralar, yalanlar, hakaretler havada uçuşuyor. Meydanlarda âlimler yuhlanıyor, medyada her gün yeni bir şarlatan türlü tezviratlarla insanları kandırıyor. Buna destek olan şakşakçılar da var, sessiz kalıp ikrar günahına ortak olanlar da. Ama galiba hepsinin gözden kaçırdığı bir gerçek var. Ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var. Kul hakkı denen, Allah’ın bile -sahibinin rızası olmadan- affetmediği büyük bir vebal var. “Zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de önümüze serileceği” o dehşetli gün var. “Bütün sırların ortaya saçılacağı” “ne evladın, ne servetin ne de şöhretin fayda vereceği” mahşer var…”

Ve şöyle bitiriyor:

Sorular böyle uzayıp gidiyor… Bütün bu olanları gördükçe gönüllerimizde “akıbetinden endişe etmeyenin akıbetinden endişe edilir” hakikati yankılanıyor. Bediüzzaman’ın o enfes ifadeleriyle “demek bir mahkeme-i kübrâ var” diyor, ardından “lâ havle” çekip sabır dileniyoruz. Ve bir kere daha soruyoruz “Hakikaten ahireti de mi düşünmüyorsunuz!”

Ne güzel ahireti hatırlatmak, ahiret korkusuna dikkat çekmek çok doğru bir iş. Buna şüphesiz hükümet kadrolarının da, iman ettiğini söyleyen herkesin de, hepimizin de çokça ihtiyacı var. Ve mutlaka bu uyarıyı yapanların da elbette!

Tam burada sormak lazım: Peki siz tüm bu yapıp ettiklerinizi ahiret korkusuyla nasıl bağdaştırıyorsunuz?

İddiaları, tartışmaları bir kenara bırakıp soralım: Ahireti düşündüğünüz için mi, bu ülkede İslam düşmanlığının markası haline gelmiş CHP’yi destekliyorsunuz? O her gün ekranlarınızda, sayfalarınızda pohpohladığınız Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü özgürlüğünü, İmam hatiplerin katsayı engelinin kalkması girişimlerini sabote etmeye yönelik imzasının mürekkebi bile daha kurumamışken üstelik!

Ama CHP çok değişti, Kılıçdaroğlu çok değişti diyeceksiniz! Tabi değişir, oy almak için Baykal da çarşaflı kadınlara rozet takıyordu. Bugünkü Zaman’ın sayfalarında övgü ifadeleriyle anılan Aziz Kocağoğlu İzmir’de başörtülü öğrenciler paso bile vermemişti. Bu unutulur mu sanıyorsunuz?

Sizin için tek kıstas grubunuzun menfaati ve geleceği mi? Ümmet, İslami değerler, Müslümanların beklenti ve endişeleri hiçbir şey ifade etmiyor mu?

Hadi tüm bu iddiaları bir kenara bırakalım, CHP’nin başörtüsü ve diğer konularda çok ama çok değiştiğini, nedamet getirdiğini falan varsayalım!

Yahu, siz nasıl Müslümansınız, o CHP, o Kılıçdaroğlu açıkça Suriye’de akan kanın sorumlusu Erdoğandır deyip, Beşşar’ı arkalamıyor mu? Suriye direnişine destek verdiğinden ötürü AK Parti hükümetini suçlamıyor mu? Ve Allah korusun yarın bir gün iktidar olsa Suriyeli mazlumlara kan kusturmak için elinden geleni ardına komayacağı bilinmiyor mu?

Sizin için tek kıstas grubunuzun menfaati ve geleceği mi? Ümmet, İslami değerler, Müslümanların beklenti ve endişeleri hiçbir şey ifade etmiyor mu? Tüm bu rezilce savruluşunuzun ahireti düşünerek yapılabilecek bir şey olduğunu mu sanıyorsunuz?

Ve son soru: bunun ne büyük bir günah olduğunu bildiğiniz halde “yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz?”  

***


Ahireti de mi düşünmüyorsunuz?
Süleyman Sargın/
Zaman

Yaklaşık üç aydır çok nahoş, insafla, iz’anla ve imanla telifi mümkün olmayan garip ama gerçekten hikmetlerle dolu bir süreç yaşıyoruz.

İftiralar, yalanlar, hakaretler havada uçuşuyor. Meydanlarda âlimler yuhlanıyor, medyada her gün yeni bir şarlatan türlü tezviratlarla insanları kandırıyor. Buna destek olan şakşakçılar da var, sessiz kalıp ikrar günahına ortak olanlar da. Ama galiba hepsinin gözden kaçırdığı bir gerçek var. Ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var. Kul hakkı denen, Allah’ın bile -sahibinin rızası olmadan- affetmediği büyük bir vebal var. “Zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de önümüze serileceği” o dehşetli gün var. “Bütün sırların ortaya saçılacağı” “ne evladın, ne servetin ne de şöhretin fayda vereceği” mahşer var.

Ve hey efendiler! Siz türlü iftiraları, yalanları, hakaretleri sıralayanlar! Bütün bunların o dehşetli günde birer birer önünüze konacağını hiç düşünmez misiniz? Ya siz, bunca hakarete alkış tutanlar, her şey yüzünüze vurulurken siz ne yapacaksınız! Ve ey bunca şenaate sessiz kalıp kendince bir kısım sebeplerle ses çıkarmayan, sükûtu ikrar sayılan dostlar! “Sadece kalbiselimle gelmenin fayda ettiği” o gün için cevabınız hazır mı şimdiden? Ne diyeceksiniz Allâmü’l-guyûb size bütün bunları sorduğu zaman?

Siz manşetlerden, ekranlardan ve meydanlardan “Haşhaşilerden de beter bunlar” diye hakaretler savururken, bugüne kadar eline bir tek çakı bile almamış milyonlarca insanın hakkını yediğinizin farkında değil misiniz? Ahireti hiç mi düşünmüyorsunuz?

“Bunların üç tane hasleti var, takiyye, yalan, iftira” derken, takiyyeyi küfür gören, yalanı bir lafz-ı kâfir olarak kabul eden, iftiradan yılandan kaçar gibi kaçan ve bunu hayatlarıyla isbat eden kaç bin masumun günahını aldığınızın farkında mısınız? Hesap gününden de mi endişe etmiyorsunuz!

“İnlerine gireceğiz bunların” diyorsunuz. Bugüne kadar yüz binlerce vatan evladının imanının kurtulmasına vesile olmuş o ilim irfan yuvalarının, orada hizmet eden binlerce insanın manevi şahsiyetini tahkir ediyorsunuz. Bunca insan yakanıza yapıştığında ne diyeceksiniz, bundan da mı korkmuyorsunuz!

“Vatan haini bunlar” diyorsunuz. Bayrağımızı yüz altmış ülkede dalgalandıran, değerlerimizi güneşin doğup battığı her yere fedakârca taşıyan, bir kısmı şehit düşüp o topraklara adeta cesediyle imza atan gönül kahramanlarına en çirkin yakıştırmaları yapıyorsunuz. Vicdanınız sızlamıyor diyelim, ahireti de mi düşünmüyorsunuz!

“Kasetleri bunlar sürüyor piyasaya, mahreminizi kaydediyorlar” diyorsunuz. Başkasının ayıbını ortaya dökmeyi, günahını deşifre etmeyi, insanların hatalarını yüzlerine vurmayı edepsizlik sayan, nezaket abidesi insanlara elinizde bir tek delil olmadan, sürekli iftira atıyorsunuz. İnsafınızı yitirmişsiniz, bu belli; peki ahireti de mi düşünmüyorsunuz!

“Kurban paralarınızı, zekâtlarınızı alıyorlar, yiyorlar” diyorsunuz. Hizmet’in parasıyla şahsi parası birbirine değmesin diye kılı kırk yararcasına hassasiyet gösteren iffet abidelerine karşı en hayâsız ifadeleri kullanıyorsunuz. Size kimse, “bu adamlar bu paraları yeseydi bunca müessese neyle kurulur ve devam ederdi, dünyanın dört bir tarafına bu insanlar nasıl giderdi” diye söylemiyor mu? Hadi bunu geçtik hiç kimse size ahireti de hatırlatmıyor mu?

“Dış güçlerin ajanlığını yapıyorlar” diyorsunuz. Elli senedir birilerinin sakız gibi çiğnediği ama bugüne kadar bir tek delil, emare bile ortaya koyamadığı bir iftirayı seslendiriyorsunuz. En büyük sermayesi bağımsızlığı olan bu gönüllüler hareketinin hangi güçlerin ajanı olduğunu açıkça söylemeye ise ne hikmetse çekiniyorsunuz. Ortaya bir tek delil koyamıyorsunuz. Bir gün bu insanlarla yeniden yüz yüze bakacağınızı düşünmüyorsunuz belki ama ahirette mutlaka yüzleşeceksiniz. Hiç mi endişe etmiyorsunuz?

Allah’ın rızasını elde etmekten başka gayesi olmayan milyonlarca insanı “cehennemlik olmak”la itham ediyorsunuz. Bu kararı Allah’tan başka hiç kimsenin veremeyeceğini bilmiyor olamazsınız. Peki, bunu neden yapıyorsunuz; hesap gününün dehşetinden hiç ürpermiyor musunuz?

Hizmet müesseselerini “rant devşirmekle” suçluyorsunuz. Bütün ömrünü bu müesseselerin kurulmasına harcamış başta merhum Hacı Kemal abiye, Yusuf Pekmezci abilere ve daha nicelerine nasıl bir iftira attığınızın farkında değil misiniz? Rûz-i mahşerde bu kutlu insanlarla yüzleştiğinizde ne diyeceksiniz!

“Bunların okullarına, dershanelerine çocuklarınızı göndermeyin” diye sürekli bağırıyorsunuz. O müesseselere gidip imanla, Kur’an’la tanışacakken sizin telkinleriniz yüzünden bu fırsatı kaybeden insanların yarın yakanıza yapışmasından hiç endişe duymuyor musunuz?

Hocaefendi’nin ilmini sorguluyor, “o zaten ilkokul mezunudur” diye alay ediyorsunuz. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç okuma yazma bilmediğini unutmuş olamazsınız. Mahşerde Nebiler Sultanı ile karşılaşırsanız ne demeyi düşünüyorsunuz?

Elli senedir kürsülerde vaazlar veren, binlerce kaseti, seksen civarında kitabı yayımlanmış olan bir zata olmadık hezeyanlarla saldırıyorsunuz. Bizzat yetiştirdiği yüzlerce talebesi, hidayetine vesile olduğu milyonlarca insan ortadayken, ilminin enginliğine binlerce şahid-i sâdık varken Hocaefendi gibi bir insana düşmanlığın ahiretteki bedelini hiç hesaba katmıyor musunuz?

Tesbihlerden, ananaslardan imalar üretip Hocaefendi’yi dünyalık peşinde koşan bir insan gibi sunmaya çalışıyor, kitlelerin zihinlerini bulandırıyorsunuz. Ama siz de çok iyi biliyorsunuz ki ne Hocaefendi’nin, ne akrabalarının ne de etrafındaki arkadaşların bir tanesinin bile dünyada bir dikili ağaçları yok. Olsaydı eğer siz bunu şimdiye kadar çarşaf çarşaf manşetlere taşır, yedi düvele duyururdunuz. Ama yapamadınız. Buna rağmen bu iftiraları atarken ahiretinizden hiç endişe etmiyor musunuz?

Yetmiş küsur senelik hayatının her anı göz önünde bir Hak dostuna –hâşâ- “içi boş” diyorsunuz. Altmış senedir bir neslin yetişmesi için gözyaşlarını ceyhun etmiş, ağlamaktan gözlerinin altında torbacıklar oluşmuş bir gönül insanını bugüne kadar görülmemiş seviyesizlikte bir üslupla incitiyorsunuz. Gözlerin dehşetten yerinden fırlayacak gibi açıldığı, yüreklerin ağızlara geldiği o günde, defterinizi sol tarafınızdan almak gibi bir korku taşımıyor musunuz?

Sanki insanların kalblerini yarıp bakmak imtiyazına sahipmişsiniz gibi hayatını duayla örgülemiş, bütün ömrü serapa kulluk olan bir gönül insanına “sahte veli” deme cür’etini gösteriyorsunuz. Sabahlara kadar dua dua yalvardığına, hıçkırıklarının odasının dışına taştığına onlarca şahit varken siz bunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Her biri bulundukları zamanı aydınlatan kandiller mesabesindeki büyük zatların dualarıyla bizleri tanıştıran bu müstesna insana yaptıklarınızdan sonra –eğer karşılaşırsanız- başta sahabe-i güzin efendilerimiz, tabiin, tebe-i tabiin imamlarımız, Abdülkadir-i Geylanî, İmam Rabbanî, Şah-ı Nakşibendî, İbn-i Arabî, Hasan Şazelî, Bediüzzaman gibi dev kametlerin yüzüne nasıl bakacaksınız?

Hocaefendi’nin peygamber sevgisine laf ediyorsunuz. Bütün ömrünü Allah Resûlü’nü insanlara tanıtmaya adamış, Hamza’ları, Halit’leri, Mus’ab’ları, Cafer’leri, Zeyneb’leri, Nesibe’leri bu milletin gönlüne kazımış, sadece Efendimiz’i anlattığı vaazlardan ciltler dolusu kitaplar çıkmış bir Peygamber âşığına nasıl bir iftira attığınızın farkında değil misiniz? Nebiler Serveri’ni her andığında ama her andığında yerinden doğrulan, edebiyle milyonlara örnek olan bu nezaket abidesine yaptığınız hakaretlerin zararının aslında sadece size olduğunu hiç düşünmüyor musunuz? Yarın Allah Resûlü, “Tek gayesi beni insanlığa tanıtmak olan bu talebemden ne istedin?” diye sorduğunda verebileceğiniz bir cevabınız olacak mı?

Sorular böyle uzayıp gidiyor… Bütün bu olanları gördükçe gönüllerimizde “akıbetinden endişe etmeyenin akıbetinden endişe edilir” hakikati yankılanıyor. Bediüzzaman’ın o enfes ifadeleriyle “demek bir mahkeme-i kübrâ var” diyor, ardından “lâ havle” çekip sabır dileniyoruz. Ve bir kere daha soruyoruz “Hakikaten ahireti de mi düşünmüyorsunuz!”

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?