Faruk Beşer’in Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısını (14 Nisan 2019) ilginize sunuyoruz:
Bir Şeyin Önüne Geçmeden Onu Arkanıza Atamazsınız
Müminler için dünya ahiret dengesini tutturamayışımızın bir sebebi Kuran-ı Kerim’i bütün olarak düşünemeyişimiz ise, bir sebebi de ondaki bütün emirlerin tek tek herkes için geçerli olduğunu sanmamızdır. Bundan kastımız şudur: Kuran-ı Kerim’de mesela cihad ayetleri vardır, sadece onlara bakarsak, başka hiçbir şey yapmayıp fert olarak cihad ile meşgul olmamız gerektiğini düşünebiliriz. Oysa düşmanla savaş anlamında cihad, yönetenlerin dirayeti ve uygulaması ile toplum üzerine bir farzdır. Bu sebeple farzı ayn, farzı kifaye kavramlarımız vardır. Tek tek kişilerin cihadı ise kendilerinden başlamak üzere kötülükleri defetme çabasıdır.
Gece gündüz, akşam sabah ibadet ve zikri öven ayetlere, bize küçük gelen bazı ameller üzerine çok büyük sevaplar vadeden hadisi şeriflere baktığımızda başka hiç bir şeye vaktimizin kalmadığını düşünürüz. Düşmanlar için kuvvet hazırlamamız gerektiğini söyleyen ayetlere baktığımızda, en azından şu an için başka bir şeyle uğraşmaya zamanımızın olmadığını sanırız.
Oysa bizim tek başımıza müslüman olmamız değil, kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi birbirine bağlı bir toplum olmamız isteniyor. Bu toplumun nasıl şekillenmesi gerektiğini öğreten âlimlerin ve onların yönlendirmeleri doğrultusunda toplumu yöneten ümeranın olması, bu iş bölümünü onların belirleyip yönetmesi gerekiyor.
Müslümanların ayakta kalabilmesi için birilerinin tedbir düşünmesi, bunun gereğini ve bilimini yapması ya da yaptırması bazılarının evrad ve ezkâr ile meşgul olmalarından kıyaslanmayacak kadar önemlidir. Bunun için de iş bölümü ve ihtisaslaşmanın gereği ortaya çıkar. Bu sebeple ilimle/bilimle bir saat meşgul olmanın altmış yıllık nafile ibadetten üstün olduğu söylenmiştir.
Bilim dedik, çünkü İslam’da ‘ilim’ hem sağlam bilgi hem de bilim anlamında kullanılır ve ilim dini ya da dünyevi olan diye ayrılmadan gerekli olan bütün ilimler emredilir. Söylemiştik, yine söyleyeceğiz, Müslümanların geri kalmalarının asıl sebebi bilgiyi laikleştirip sadece dini ilimlere hasretmeleri ve diğerini, yani bugün ‘bilim’ denen şeyi ihmal etmeleridir. Oysa onlar işin başında dünyaya bilimde de önde olmakla hâkim olmuşlardı.
Ama her şeye rağmen dünya ahiret dengesinde biz genel olarak ahireti dışlayan, onun geleceğini hiç hesaba katmayan, dünyayı olduğundan fazla öne alan bir tavır, yaşama biçimi ve kanaat içindeyiz. Böyle olunca her ikisini de kaybediyoruz. Bu noktada akla şöyle bir soru takılabilir: Biz dünyaya gereken değeri vermediğimiz için geri kaldı isek, nasıl olup da şu halimizle dünyayı ahirete tercih etmiş sayılıyoruz? Bu sorunun cevabını yaptıklarımızda değil de tavırlarımızda, zihniyet ve kanaatlerimizde aramamız gerekir. Sadece ibadetle meşgul olan birisinin bile hedefi, gayesi ve kıblesi aslında dünya olabilir. Sadece dünya için üzülür, dünya için sevinir. Diğer kardeşlerinin, ümmetin, insanlığın hali onu hiç ilgilendirmez. Bunlar için bir şey yapma, yapanlarla yardımlaşma aklına gelmez. Böyle bir mümin ibadetleriyle ahireti önceleyen değil aldanan bir mümindir. Bir insan da koşturur, çalışır, kazanır, farz ibadetlerinin dışında belki hiçbir ibadete vakit bulamaz. Ama yaptıkları dünyayı elde etmek, daha çok kazanmak, daha çok yemek, birilerine caka satmak, lüks bir hayat yaşamak değil, bir insana daha olsun, insanca yaşama imkânı hazırlamak, ümmeti zilletten izzete çıkarmak içindir ve dünyayı elde ederken ahireti öncelemiş olur.
Kısaca dünyanın önüne geçmeden ahiret kazanılmaz. Önüne geçemediğiniz bir şeyi arkada bırakamazsınız. Elbette herkesten aynı şeyleri yapmasını bekleyemeyiz. Toplumda her türlü insan bulunmalıdır ki, Allah insanları farklı yaratmıştır. Oturup zikirle, dervişlikle meşgul olan insanlar da olabilir, olmalıdır. Ama bizim daha çok kendine değil, ümmete çalışan insanlara ihtiyacımız var. Resulüllah’ın toplumunda da Suffe Ashabı diye bilinen ve bugünkü sufilere tekabül eden bir topluluk vardı, onları kimse yadırgamıyordu. Ama şöyle demek hatalı olur mu bilmiyorum: Ümmet için onların hepsi birden bir Ömer’in, bir Abdullah bin Abbas’ın, bir Ali’nin (ra) yaptıklarının onda birini yapamadılar.
Kısaca dengeyi sağlam kurmalıyız, dünyayı terk ederek, başkalarına bırakarak değil elde ederek ahiret için yaşamalıyız ki, dünyada da zelil olmayalım.