Âhiret yoksa, adâlet de yoktur!

Serdar Demirel

İnsan fıtratı adâlete meyillidir. Bu yüzden de fıtratın adâlet talebini merkeze almayan bir düşünce ve inanç sistemi yoktur, olamaz. Adâlet talebi merkeze alınmasına alınır, lâkin, yeryüzünde nasıl sağlanacağına dair ortak bir reçete de sunulamaz.
Buna rağmen insan vicdanı, her haklının hakkını aldığı, her suçlunun da cezasını çektiği bir adâlet sistemini arzular.
Gel gör ki; bu erdem arayışını en iyi adâlet sistemi bile, ancak nisbî olarak sağlayabilir.
Çünkü, yeryüzünde mutlak adâletin tesisi mümkün değildir. Nedeni ise basittir; adâleti yeryüzünde tesis edecek varlık insandır. O da, ilim ve kudret gibi hiçbir vasfında kâmil olmadığından, en iyisini yapmaya çalışsa da, mutlak hakkaniyeti gerçekleştiremez.
Bu da, adâletin mutlak anlamda tesis edildiği, her hak sahibinin hakkını aldığı, her zâlimin de cezasını çektiği “bir mutlak hesap günü”nün olması gerektiğini vicdanen zaruri kılar. Bu dünyada olmasa da behemahal başka bir âlemde. Yoksa, adâlet bir safsatadan ibaret kalır.
Zira, bu dünyada gücü elinde tuttuğundan yaptıklarının hesabını vermeyen nice mâşeri kalabalıklar vardır.
Ve yine bu dünyada hak ettiğinin tam karşılığını alamayan sayısız insan vardır.
Bunlara bir de bazı suçların cezasının insan kapasitesini aştığını ve dolayısıyla bu dünyada uygulanmasının imkânsız olduğunu eklediğimizde, iş iyice karışmaktadır.
Âhiretin varlığı, bu kargaşaya mahal vermeyecek ve adâlet arayışını bu dünyada gerçekleştirilemediği takdirde anlamlı kılacak yegâne alternatiftir. Aksi takdirde insanın mutlak adâlet arayışı anlamsız kalacaktır.
Olayı şöyle açalım.
Beşerin inşa ettiği adâlet, eldeki kesin delillere mebnîdir. Elde somut ve kâfi delilin olmadığı bir suça bir ceza verilemez. Kaldı ki; güçlülere çok fazla dokunulamadığını da hepimiz biliyoruz. İktidarı, bürokrasi gücünü, medyayı ve para gücünü elde tutanların tehdit, rüşvet, ideolojik ve meslek dayanışması gibi nice yöntemlerle yargı ağını delip geçtiğini bilmeyen var mı?
Bu durum öyle ya da böyle her ülkede aynıdır. Hakikat buysa eğer, sizin de adâlet duygularınızda bir sızı oluşmuyor mu?
Bazı suçların cezasının insan kapasitesini aştığı meselesine gelince. Bir Adolf Hitler’e, Joseph Stalin, Slobodan Miloseviç, Ariel Şaron ve George Bush’a, bir Saddam Hüseyn’e irtikâb ettikleri suçların cezasını hakkaniyet ölçüsünde bu dünyada verme imkânı var mıdır?
Yok.
Meselâ, Hitler intihar etti ve hiçbir mahkeme karşısına çıkmadı. Yaptıkları şimdi yanına kâr mı kaldı?
Stalin bir devlet reisi olarak yatağında öldü. Muhalifleri tarafından zehirlendiği de iddia edildi. Ama o da yaptıklarının hesabını vermeden gitti.
Miloseviç yargılanma sürecinde hayatını yitirdi.
Bush ise Teksas’taki çifliğinde emekliliğinin tadını çıkarıyor.
Saddam ise dünkü müttefikleri tarafından ama muhâlifleri eliyle göstermelik bir mahkemede yargılandı ve asıldı.
Farz edin ki Hitler intihar etmedi, adâlet karşısına çıkarıldı. İşlediği milyonlarca cinayetin ve yol açtığı onca acıların karşılığında, ona ne ceza verilebilir ki? En fazla idam, değil mi?
Milyonlarca insanın hayatına karşılık bir tek Hitler’in hayatı mı yani? Tahakkuk etmemiş bu ceza tahakkuk etseydi eğer, siz, “Adâlet yerini buldu” diyebilecek miydiniz?
Buna benzer adâletin vuku bulmadığı nice hâdise vuku bulmuştur beşer tarihinde.
Ve yine nice namuslu insan vardır ki; kul hakkına riayet etmiş, bir karıncaya bile zarar vermekten imtina etmiş, ahlâkî prensipleri için gerektiğinde ağır bedeller ödemiş, ama bu dünyada erdemli amellerinin karşılığını görememiştir. Bu da bir başka haksızlık değil mi, sizce de?
Şurası âşikâr ki; adâletin bu dünyada hakkaniyet esasına göre tesis edilmesi imkânsızdır. Yukarıda örneklerini verdiğimiz türden vakaların dosyaları da birer birer kapandığına göre, hak ve hukuk yerini bulmamakta, adâlet gerçekleşmemektedir.
Bu durum da, bizi, “Âhiret yoksa, mutlak adâlet de yoktur!” hükmüne kaçınılmaz olarak götürür.
Oysa Allah (c.c) der ki:
“Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokman: 16)

VAKİT