Ah işte tam yaşanacak bir Türkiye...

Yıldıray Oğur

 “12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP'den ayrılmış olduğumu bilgilerinize saygılarımla sunarım.”

5 Kasım 1972’de verilmiş bu istifa dilekçesinin sahibi İsmet İnönü’ydü. 12 yıl Milli Şeflik, cumhurbaşkanlığı,  34 yıl genel başkanlık yaptığı partisinden İsmet Paşa’yı  koparansa eski genel sekreteri Ecevit’in yeni fikirleriydi.

İnönü’yü 49 yıllık partisinden istifa ettiren, 1969’da Atatürk ve Devrimcilik kitabından itibaren CHP  Kemalizmini gardırop devrimciliği, bürokratik devrimcilik diye eleştiren, inançlara saygılı laiklik anlayışını savunan, “büyük patronlara” karşı çıkıp, “bağımsız dış politika”yı savunan Ecevit’in bu yeni fikirleri sadece teoride de kalmadı. 71 muhtırasına “Demirel’i mi savunuyorsun” eleştirilerine aldırmadan karşı çıkıp, Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığına direndi, daha sonraki yıllarda Kıbrıs müdahalesinden, kontrgerilla eleştirilerine kadar pek çok olay bu efsaneyi büyüttü. 

Sadece İsmet Paşa’yı değil, CHP içinden 58 milletvekilini koparan, hatta askerler CHP’yi kapatacak mı tartışmalarına neden olan bu yeni CHP’yi halk sandıkta da ödüllendirdi.

Cumhuriyet Halk Partisi, yeni genç lideri ve Ak Günlere adlı seçim bildirgesiyle girdiği  1973 seçimlerini yüzde 33 oyla birinci bitirdi. (CHP’den ayrılan Kemalist kanadın partisi 5.3 oy olmasına rağmen) 77 seçimleri ise çok partili hayatta CHP’nin en yüksek oyunu getirdi: Yüzde 42.

CHP 2015 seçimlerine yüzde 35 oy hedefiyle giriyor. Henüz partinin fonlandığı ya da partinin fanı olan anket şirketlerinden dahi CHP’yi o hedefe 5 puandan fazla yaklaştırmayı başaran olmadı.

Peki dün açıklanan 200 sayfalık 'Yaşanacak Bir Türkiye' başlıklı seçim bildirgesi CHP’ye yardım edebilir mi? 73’teki 'Ak Günler’in yaptığını yapabilir mi?

CHP’nin 200 sayfalık bildirgesinde altı oktan hiç bahis yok. 2011 seçim bildirgesinde de yoktu. Atatürk’ün adı ise beş yerde geçiyor. Biri Atatürk Kültür Merkezi derken. Ama geri kalanları önemli dört yer. En başta ve en sonda CHP kendini tanımlarken yine Atatürk’e atıf yapıyor. 2011’de de benzerdi durum. 1973 ve 77 bildirilerinden ise hâlâ daha Atatürkçü metinler bunlar.

Bildiride Cumhuriyet kelimesi ise 27 kez geçmiş, Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Orta Asya Cumhuriyetlerinde geçenleri çıkarınca 16 kez. Demokrasi 52 kez, özgürlük 37 kez.

Ayrıca bu vaat de CHP için bir açılım sayılabilir: ''İnkılap Tarihi dersinin liselerde 'Cumhuriyet Dönemi Tarihi' olarak yeni ve zengin bir içerikle okutulmasını sağlayacağız...”

Ama klasik bir CHP seçmenini irite edecek ya da hiç CHP'ye oy vermemiş bir muhafazakâr seçmeni ikna edecek boyutta bir fikri hesaplaşma, öz eleştiri, değişimle karşı karşıya olmadığımız açık. Kılıçdaroğlu’nun Ecevit kadar bunu yapacak bir entelektüel müktesabatı yok. Bildiriyi yazan akademisyen Sencer Ayata’nın da 1973 ve 77’deki bildirileri yazan kayınpederi Turan Güneş kadar değişim, geniş halk yığınlarına ulaşma heyecanı yok.

Hatta Kılıçdaroğlu’nun dün bildiriyi anlattığı konuşmasını dinleyen klasik bir CHP’li, Hürriyet’in kıdemli Ankara Temsilci Yardımcısının attığı tweetten belki biraz daha az heyecanlanmıştır: “Hırsızları, soysuzları, şerefsizleri, din cambazlarını deşifre ediyor niye dinlemeyeyim.”

Bildiride laik ve laiklik kelimeleri 12 kez kullanılmış. En ilginci bunların yarısının dış politika bahsinde geçmesi. Hatta biri, Tunus’ta laikliğe destek verileceği söylenirken geçiyor.

Bildirgede iki kez de sekülerlik kelimesi tercih edilmiş. Onların ikisi de dış politika bahsinde: “Sekülerizm başta olmak üzere, Cumhuriyetimizin tüm kazanımlarına sıkı sıkıya bağlı kalınacaktır” cümlesi bir dış politika cümlesi.

İşte işin en kritik noktası da bu.

İyimserliğe kapılıp Anglo-Sakson sekülerizm kavramının Frankafon laikliğe tercih edilmesinden ilerici anlamlar çıkarılabilir. Ama esas sebep muhakkak bildirinin özellikle bu kısmını dikkatli okuyacak Anglo-Sakson kulaklara hoş gelmesi…

Ama zaten oraya gelene kadar CHP seçim bildirisini okuyacak bir Amerikalı dış işleri yetkilisi epey mutlu olmuş, oh demiş olacak. Bildiri, neredeyse her darbenin unutulmaz klişesi “NATO’ya CENTO’ya bağlıyız” kıvamında, ABD, AB’ye sevgiler, saygılar, bağlılıklar bildiren cümlelerle dolu. Beş farklı cümlede sınırlarımızdan teröristler geçemeyecek, önlemleri alacağız, iş birliği yapacağız vaadi var. “Hiçbir silahlı grubun Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde terörist faaliyetlerde bulunmasına izin verilmeyecektir” cümlesinden kastın DHKP-C ya da PKK olmadığı herhalde açık. Peki kastedilen hangi silahlı grup o zaman? (Bence Özgür Suriye Ordusu)

13 kez geçen mezhep ve mezhepçi kelimelerinin tamamı da Alevi meselesinde değil, dış politkayı tarif ederken kullanılmış. Aynı tarif için dört kez maceracı/maceraperest denmiş, birkaç kez de kibirli, ideolojik saplantılı, dogmatik.

En net cümle şu olmalı: “Türk dış politikasının tarihinde kökleşmiş olan Avrupa yönelimi CHP iktidarında devam ettirilecektir. AKP’nin, ideolojik saplantılarla, Türkiye’yi ve Türk dış politikasını Orta Doğululaşmaya sürüklemesine son verilecektir.”

Bu, Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin 2011’den beri süren ulusalcılığa veda politikasının netleşmesi anlamına geliyor. Ama bu şu anda beş yıl öncesine göre o kadar ilerici bir açılım sayılır mı?

Ulusalcılık eskiden Türkiye’nin demokratikleşmesini, sivilleşmesini, askerî vesayetten kurtulmasını isteyen Batı’ya karşı Kemalizmin bir reaksiyon hali olarak ortaya çıkmıştı.

CHP ulusalcılığa veda ederken, Batı Orta Doğu’da Kemalizme yaklaştı. Harika bir zamanlama! Batı’nın, Mısır, Suriye en son IŞİD meselesiyle tüm Orta Doğu’da yükselen küresel 28 Şubat çizgisine, CHP’nin sekülerlik, laiklik vurgularını artık işlevsizleştikleri iç politikadan dış politikaya kaydırıp uyum sağlaması çok zor olmasa, böyle bir Batı’yla “İslamcı” iktidara ve iktidarlara karşı tam bir iş birliği vadetmesi CHP için bir değişim olmasa gerek.

Mısır’la ilişkileri toparlamayı “Mısır’ın iç siyasetini, Türkiye kamuoyunu yanıltmak üzere kullanan anlayışa son vereceğiz” heyecanıyla dile getirmiş CHP. Tabii “Suriye’de sürmekte olan savaşta taraf tutmayacak” olmayı vadeden, “iç savaşın taraflarıyla görüşebilen bir siyasi parti” olduğunu gururla söyleyen bir CHP var karşımızda.

Suriyeli sığınmacılar konusunda Kılıçdaroğlu ve ekibinin Türkiye’deki işsizliği Suriyelilere hükümetin iş bulmasıyla açıklayan, Avrupa’daki yükselişe geçmiş göçmen karşıtı partileri kopya ettiği politikasının izlerini bu bildiride bulmak mümkün.

“Suriye’deki savaş nedeniyle ülkemize sığınan kardeşlerimizi insanlığa yakışır koşullarda, düzenli bir şekilde misafir edeceğiz” diye başlayan ilk bakışta düzgün görünen cümlede “düzenli”  kelimesinin içine saklanmış o izler, sonraki üç vaatle kendini ele vermiş. CHP 2 milyon çaresiz sığınmacıya şunları vadediyor:

“Sığınmacılara yapılan yardımların şeffaf ve denetlenebilir olmasına özen göstereceğiz.”

“Şaibeli yardımları ya da insani yardımların suistimalini kararlılıkla araştıracağız.”

“Sığınmacı kardeşlerimizin, Suriye’ye dönebilmeleri için gerekli barış ortamının yeniden sağlanması için yürütülen girişimlere aktif destek olacağız.”

Olası bir CHP iktidarı Suriyeliler için pek “yaşanacak bir Türkiye” gibi durmuyor.

CHP, Suriyeli mültecilere kafayı öylesine takmış ki, bildirinin bir yerinde esnafların sorunlarından bahsederken birden karşınıza şöyle bir cümle çıkıyor: “Özel bir statü ile ülkemizde yaşayan Suriyelilerin vergiden ve yasal yükümlülüklerden muaf şekilde iş yaparak haksız rekabet etmesini önleyeceğiz.”

Tutunmaya çalışan göçmenlerin haksız rekabeti yüzünden zaten ekonomi bu halde olmalı. Belki de CHP’nin Ali Taranvari popülist vaatlerinin finansmanı göçmenleri kaçırarak sağlanacaktır. Bizim gibi seçime giden İngiltere’deki göçmen karşıtı UKİP’in lideri Farage’in geçenlerde açıkladığı seçim bildirgesinde bile bu kadarı yoktu.

Demek CHP, CHP’liliğini bu seçimde artık gündemden düşmüş, demode başörtülü kızlara karşı değil, göçmenlere karşı göstermiş.

İçeride herkese demokrasi, eşitlik, hazinedeki paraları bölüşmece (tabii Suriyeliler hariç), dışarıda darbecilik, İslamofobi, Kemalizm…İçeride yeni CHP dışarıda klasik CHP.

Bu arada Kürt sorunu da Meclis’te çözülecek, Öcalan Meclis’e alınmayacaksa, CHP İmralı görüşmelerini de bitirmeyi vadediyor olmalı. “Kürt Bölgesel Yönetimi ile Irak Anayasası’nın çizdiği sınırlar içerisinde iş birliğimizi geliştireceğiz” demeleri de bu istikrarlı çizginin gereği olmalı.

“AKP’nin sevdiği kimseyi sevmeyeceğiz, kimden nefret ettiyse gidip boynuna sarılacağız” dış politikası herhalde bu.

Böyle olunca, hakiki bir değişim yerine CHP yine karşısında bloklandığı tarihsel düşmanının tam karşısında bloklanmış oluyor, sadece şişe değiştiriyor ama şarap aynı kalıyor. Dün başörtülüler oluyor yeniliğin testi bugün Suriyeli mülteciler, Mısır, Suriye. Gömlek değiştirmeye, hakikaten samimiyetle değişmeye cesaret edemeyince de yüzde 33’ler, yüzde 42’ler hayal olarak kalıyor.

İsmet Paşa yaşasa bu CHP’ye yeniden üye olurdu. Evet bu Yaşanacak Bir Türkiye. Özellikle CHP’liler için. Yazan kendisi için yaşanacak Türkiye’yi gayet iyi kaleme almış. Galiba CHP’nin tam olarak sorunu da bu…

TÜRKİYE