Ah Halep Vah Halep! Vah Ümmetin Haline!

Hayrettin Karaman

Suriyeli olup halen bir başka İslam ülkesinde yaşayan âlim bir kişi ile geçtiğimiz hafta sohbet ediyorduk.

“Türkiye niçin Haleb'i almadı” diye sordu.

Bu soru birçok düşünce ve duygunun ruhumu altüst etmesine sebep oldu.

Ben kendime bu soruyu sormuyordum; çünkü durumumuzu biliyordum, buna halen gücümüzün yetmeyeceğini, Esed'i destekleyenlerin tamamına karşı böyle bir hareketin bize çok pahalıya mal olacağını, sonuç da alınamayacağını müdrik idim.

Muhatabım ise Türkiye'yi, bir zamanlar Avrupa'daki kralların yardım ve adalet için başvurdukları muhteşem Osmanlı sanıyor, böyle bir algı içinde bulunuyor olmalıydı ki bana bu soruyu sormuştu.

Onu fazla hayal kırıklığına uğratmadan söylenebilecekleri söyledim.

Şimdi kendi ülkemdeki insanlarla dertleşmek istiyorum.

Niçin bu hale geldik, neden Müslümanlar bir ve beraber değiller, bırakın birliği barış içinde bile yaşayamıyor, elin gâvurunun oyununa gelerek birbirini kırıyor, vekâlet savaşları yapıyorlar?

Bu azim soruya birçok bilim dalı mensubunun ve alandaki iyi niyetli uygulayıcıların cevap bulmaları, cevap için okuyup, düşünüp, müzakere etmeleri gerekiyor.

Sebeplerin önemli birinin din ile ilişkimiz (İslam anlayış ve uygulayışımız) olduğu açıktır.

Ne diyoruz?

“Kur'an'a ve Sünnet'e sarılan sapmaz, buyurulmuş. Gelin bunlara sarılalım” diyoruz.

Birbiriyle savaşan “Müslüman” grupların hemen tamamı yaptıklarının meşruiyetini bu iki kaynağa dayandırıyorlar. Geçmiş zamanlarda İslam devletleri de birbiri ile savaşırken meşruiyeti bu iki kaynağa ve buradan yola çıkan fetvalara dayandırdılar!

Sonuç bölünme ve parçalanma, birbirini kırma ise bunu yapanların ya tamamı veya Hz. Ali ile Muaviye arasında olduğu gibi bir kısmı (o olayda Muaviye tarafı) hata ediyor, bu iki kaynağı istismar ediyor, başka duygu, düşünce ve sapmalarla yoldan çıkıyor, İslam diyerek onu çiğniyorlar demektir. 

Dün de bugün de çare, ulü'l-emr olan ulemanın bir araya gelmeleri, olayları tahlil edip problemin çözümünü doğru anlaşılan o iki kaynaktan çıkarmaları, hata ve günah yolunu seçenleri uyarmaları, uyarıyı dinlemeyenlere karşı güç kullanarak fitneyi (tefrikayı, iç savaşı…) durdurmalarıdır.

Peki hangi ulema ve hangi güç?

Ahlak ve ilimleriyle ümmetin güvenini kazanmış, sözleri dinlenir, Allah rızasından başka (ona aykırı) herhangi bir rızaya taviz vermeyen ulema (âlimler).

Güç ise, bütün İslam topluluklarından derlenmiş “İslam Barış Gücü”.

Ümmet bu iki yapıcı unsura sahip olmadıkça bir ve bütün olamaz, bir ve bütün olmadıkça da mazlum ve mağdur parçaların imdadına yetişemez.

Biz Türkiye olarak işte bu amacın peşinde koşalım, başka parçalara örnek ve önder olmaya çalışalım.

YENİ ŞAFAK