Ah...

Ahmet Altan

Aslında yazı yazmak değil de uzun uzun inlemek istiyorum.

Herkes gibi ben de neyin geldiğini görüyorum çünkü.

Gelenin kimseye bir yararı olmayacağını da.

Önceki gün Dolapdere’de tabancalar ortaya çıktı.

Dün Muş’ta bir esnaf göstericileri Kalaşnikof'la taradı, iki genç öldü.

Silahın dağda patlamasıyla sokakta patlaması arasında büyük bir fark var.

Ve, silah sokakta patlıyor artık.

İki tarafta da kin körükleniyor.

İki tarafta da kendisini desteklemeyen, kendisine sükûnet ve akıl öneren “hain” bulunuyor.

Cinnet çanağındaki sudan arzuyla içiliyor.

O su, ölüm şerbeti halbuki.

Bu ülke kitlelerin işe karıştığı büyük bir iç savaşı hiç yaşamadı, bunun ne olduğunu bilmiyor.

Hayatlarını feda etmeye hazır gençler, sanıyorlar ki böyle büyük bir kapışmada sadece kendileri ölür ya da öldürür, böyle büyük çatışmalarda herkes ölür, Türk Kürt hiç fark etmez herkesin annesi, babası, çocuğu, sevgilisi, akrabası, arkadaşı hedef haline gelir.

Milyonlarca Kürtle milyonlarca Türkün birarada yaşadığı bir ülkeden bahsediyoruz, kimse kendini diğerinden daha vahşi ve insafsız sanmasın, vahşet yarışması başlarsa iki kavim de birbirine rahmet okutur.

Çıldırmış gençler iki yanda da var.

Yolu bir açarsanız bir daha kapatamazsınız.

İstanbul’da bazı mahallelerde Türk çocuklarının sopalı gruplar kurup Kürt göstericilere karşı nöbet tuttuğu söyleniyor, Kürt çocukları da sopalara sarılır, sonra o sopalar yerlerini silahlara bırakır.

Bu işlerin önünü açanlar, kim olurlarsa olsunlar, kendilerini tehlikenin dışında sanıyorlarsa çok yanılıyorlar, böyle bir kıyamda kimse ama kimse güvende olmaz, ne dağdaki lider güvendedir, ne başkentteki yönetici.

Bütün bunları yaşamamız gerekiyor mu?

Neden yaşayacağız bunu?

Amaç ne?

Silahla ne Türkler Kürtlere bir şeyi kabul ettirebilir, ne de Kürtler Türklere.

Bakın savaş, barışmak için yapılır, bir barışa ulaşmayan savaşın bir anlamı olmaz, Avrupa tarihi çok savaşkan, çok gözükara kabilelerle doluydu, barışı gerçekleştirebilenler kaldı, barışamayanlar yok oldu.

Napolyon’un lafını unutmayın, “kılıçla her şeyi yapabilirsiniz ama üstüne oturamazsınız.”

O kılıcı ne zaman kınına sokacağını bilmek gerekir.

Bir barış ümidi var bu ülkede, barışı tartışmak, eksiğini söylemek, düzeltmek mümkün.

Barışı tümden reddedersek bu sokak çatışmaları çoğalır, yayılır ve sonunda “sıkıyönetim” ilanları başlar.

Asker geldiğinde daha mutlu olacağına inanan var mı?

Askerî bir yönetimde kim daha mutlu yaşadı?

Türkler de Kürtler de büyük bir baskının altına girerler.

İstenilen bu mu?

Artık AKP hükümetinin de bir şeyler yapması, küçük de olsa somut adımlar atması, Kürtlere güven vermesi, Türkleri yatıştırması gerekiyor.

Barışın gelebileceğine insanların inanmasını ve barışın herkesin yararına olduğunu anlamasını sağlamalı.

CHP’nin ve MHP’nin kışkırtıcı politikalarından korkarak yavaşlamak tehlikeyi büyütmekten başka işe yaramıyor.

Hükümet durabileceği noktayı çoktan geçti, ilerlemesi, güven vermesi, sükûneti sağlaması, nefreti dindirmesi bekleniyor artık.

Türkiye, sadece Türkiye değil.

Diğer bütün ülkeler gibi Türkiye de aynı zamanda “bütünleşen” bir dünyanın parçası, bu dünyada Türkiye’nin önemli bir yeri var ve bu yeri doldurabilmesi için barışa kavuşması gerekir.

Eğer bu barışı biz Türkler ve Kürtler başaramazsak, bize bunu “başartırlar” ama o arada çok kan dökülür, çok insan ölür, çok acı çekilir.

Bu ülke, Türklerle Kürtlerin eşit yaşayacağı, eşit haklara sahip olacağı bir ülke olacak, bu kaçınılmaz, o “kaçınılmaz” noktaya kanlı ve dolambaçlı yollardan varmak yerine güvenli ve düz yollardan ulaşmak hepimiz için daha iyi olur bence.

Ben hâlâ ümitliyim.

Bu ülkenin mucizelerine inanırım, barışın tam kenarından kanlı bir yola devrildiğimiz gibi bir anda o yoldan da barışa dönebiliriz.

Ama herkesin de durumu net biçimde görmesi ve iyice bir düşünmesi gerekir şimdi.

TARAF