Ahiret Kurtuluşu Değil, Dünya Huzuru Veren Bir Din İstemektedir Halkımız
Dünyayı ve kendisini çok seven ehli keyif bir toplumuz genelde. Her şeyi keyfimize uygun olarak yaşamak isteriz. Düğünümüz, hafta sonu pikniğimiz, akşam yemeğimiz hep keyfimize uygun olmalıdır. O kadar ehli keyifçiyizdir ki, aslında ahiret kurtuluşu için olan dinimizi bile, keyfimiz için bir vesile olarak kullanırız. Dualarımız genelde ahiret kurtuluşu üzere değil, ağzımızın tadı bozulmasın, tekerimize taş değmesin üzerinedir.
22.Hac Suresi 11’den 13’ e kadar olan ayetlerde eleştirilen, her an uçması beklenen bir yar kenarında gibi Allah’a kulluk eden, keyfine uygun nimetler verince onunla mutmain olduğu halde, denemek için keyfini bozan bir musibet verdiğinde hemen Allah’a kulluktan yüz çeviren kişinin kulluğu gibidir toplumumuzdaki baskın kulluk tipi.
Toplum olarak dinin ahiret kurtuluşu verenini değil, dünya da huzur verenini severiz. Bu nedenledir ki, ahiret kurtuluşuna çağıran değil, dünyalık huzur veren dinimiz, gazetelerimiz, televizyonlarımız vardır. Keyfimizi bozmak ne demek, din ancak bize dünya huzuru veriyorsa, var olan huzurumuzu takviye ediyorsa makbuldür.
Her şeyimiz bir yana dinimiz bile, namazımız ve orucumuz, haccımız ve umremiz bile dünyamız içindir. Bu nedenledir ki bizim hacılarımız (ve umrecilerimiz), 2.Bakara Suresi 201. ayette açıklandığı şekilde, bize dünyada güzellik (takva, onurlu ve temiz bir hayat) ve ahirette güzellik (rızanı ve cenneti) ver, bizi ateş azabından koru diye dua etmezler genelde. 200. ayette, Rabbimiz bize bu dünyada ver de (ne verirsen ver) diye dua ettiklerinden dolayı sert bir şekilde uyarılan ve ahiret kurtuluşuna erişemeyecekleri bildirilen hacılar gibidir dua ve beklentileri.
Bazı Elitlerimiz İçin Din Mistik İhtiyaçlarının Alternatif Bir Tatmin Aracıdır
Buraya kadar, kendilerini seçkin ve elit görenlerce göbeğini kaşıyan adam ve bidon kafalı olarak tanımlanan genel halk kitlemizin din ve dünya anlayışını yansıtmaya çalıştık. Halkı koyun kendilerini çoban olarak gören ve kendilerini seçkinler olarak tanımlayan azgın azınlığımıza gelince, genelde dine, dindarlığa, namaza hacca düşman olan ve uzak duran bu elitlerimiz, zaman zaman bir umre merakına kapılırlar.
Halkımızın içinde dünyalık beklenti ağırlıklı din anlayışlarının bir gereği olarak ta olsa dini duygularla hacca gidenler ağırlıkta olduğu gibi, turistik bir gezi olarak yada mistik heyecanlar tatmak ve ya huzur bulmak için umre yapan elitlerimizde! vardır. Hayatlarını yaşamayı ve günlerini gün etmeyi hayatlarının merkezine alan bu elitlerimiz, her insanın ihtiyaç duyduğu dini – mistik duyguları Hindistan’da yada Nepal’de yakalayamayınca yada buraları gide gele su yolu yaptıklarından dolayı kanıksayınca, bir de Mekke’yi deneyelim derler.
Hayatları baldırı çıplak geçen bu şahsiyetler, sırf mistik duygular tadabilmek yada bir de Mekke’yi deneyelim diyerek, birkaç günlüğüne de olsa baldırlarını kapatmaya razı olmak suretiyle ilahlaştırdıkları nefislerini hevasından büyük fedakarlıkta bulunurlar.
Bu seçkinlerimiz için Ramazan’ın anlamı, keyiflerinin durumuna göre farklılık arz eder. Genelde Ramazan yaklaşırken bunalımlara girer ve bir irtica paranoyasına kapılır, bazı yıllarda ise Ramazan ayının gelip geçtiğinden Bayram günü haberdar olurlar. Bazen de nostalji fırtınasına yakalanıp, nerede o eski Ramazanlar diyerek direklerarası ve Ramazan kantosu nostaljisi yaparlar.
Böyle Olur Ehli Keyiflerin Ramazanı
Kur’ana göre Ramazan ayı, takvaya vesile olma amaçlı oruç ve Kur’an ayıdır. Meşru bile olsalar, keyif ayı değildir Ramazan. Tam aksine, meşru bile olsalar günün önemli kısmında dünya keyfinden sıyrılma, imtihan gerçeğini (hayatın anlamını) tekrar hissetme ayıdır.
Değil açık haram olan gayri meşru keyifler, meşru olan keyiflerden bile belli bir süreliğine kendini mahrum ederek acziyetini, dünyanın geçiciliğini, Allah’ın nimet ve büyüklüğünü, mazlumları ve muhtaçları hatırlama ve kendine yeniden çeki düzen verme, kendini yeniden formatlama ayıdır.
Gel gör ki ehli keyif halkımızın ekserisi için Ramazan ayının bunlarla hiç alakası yoktur. 11 ay uzak kalınan mistik duyumların ve duyguların yaşandığı, çocukluğunda tatmış olduğu nostaljik anıların tekrar hissedildiği, insanlarla iftar, teravih, kumar masası, eğlence alanları gibi meşru – gayri meşru farklı sosyal alanların paylaşıldığı, yani diğer 11 aydan farklı maddi ve manevi keyiflerin tadıldığı bir aydır.
Bir ibadet, tefekkür, itikaf ayından ziyade, bir karnaval ayı olarak algılanır bu ay halkımızın ekserisince. Bu nedenledir ki normal günlerde ve hatta Ramazan ayında 5 vakit farz namazlarını kılmayanlar dahi, o sıcak ve ter içinde yatsının farz, sünnet ve vitir ile beraber 33 rekatı bulan teravih namazını hiç sektirmemeye azami önem verirler. Üstelik Ramazan boyunca farklı camileri dolaşmak gibi alternatif arayışlarla, farklı boyutlar katarlar teravihlere ve Ramazan ayı keyiflerine.
Teravihe Kadar Dindar, Sahura Kadar Hevadar
Yüce Allah oruç geceleri yemeyi içmeyi ve hanımıyla cinsel münasebetleri helal kılmıştır kılmasına ama, halkımızın ekserisi bu helal kılınanlarla değil, sanki haramlar sanki sadece oruç esnasında harammış gibi bir algıyla, haramlarla uğraşmayı tercih eder Ramazan gecelerinde.
Halkımızın genelinin Ramazan günlerindeki dindarlığı teravihin bitişine kadar sürer. Teravihin rahatlama anlamına geldiğini bilmez halkımız ama, teravihten sonra bayağı rahatlarlar.
Teravihin bitmesini sabırsızlıkla bekleyen ehli keyif beylerimizin önemli bir kısmı, (akıllarının kahvehanede olması nedeniyle genelde sadece dudaklarıyla yaptıkları) dualarına amin demelerinin ardından dini frekanslarını kapatıp, hevalarının frekanslarını sonuna kadar açarlar ve hızla kahvehanelere koşarlar.
Normal zamanlarda sadece çayına okey oynanan kahvehaneler, ne hikmetse Ramazan ayında kumarhanelere dönüşürler. Ta sahura kadar devam eder kumar seansları ve zor yetişilen sahur yemeğinin ardından imsakla beraber tekrar dini frekanslara (zorda olsa) dönüş yapılır ve imkanı olanlar öğlene kadar yatılır.
Ev hanımları ile kahvehanelere gitmeyen erkeklerin bir kısmı ya televizyonlarda her türlü fuhşiyatın ve müptezelliğin sergilendiği (güya) ramazan programlarıyla değerlendirirler Ramazan gecelerini. Yada çıplaklığın (ve başka türlü Allah’a isyanın) hakim olduğu sosyal alanlarda gezinmek, sosyal mekanlarda oturmak, sosyal etkinlere katılmak suretiyle.
Uyaran Değil Uyutan Hocalar
Ramazan dindarlığını oruç geceleri de devam ettirmeye çalışan halkımız kesiminin gözdesi ise, masal tadında dini kıssalarla insanlara mistik duygular tattıran Ramazan hocalarıdır genelde. Uyandırmaktan ziyade uyutmaya yarayan bu hocalarımız, halkımızın zaten hurafelerle örülü olan din anlayışını iyice besleyip pekiştirmekten, onların uyarılması ve bilinçlendirilmesi gereken dindarlıklarını iyice uyuşturmaktan başka faydaları olmaz genelde.
Oysa Ramazan Kur’an ayıdır ve Kur’anın hakkı batıldan ayıran mesajlarının tekrar hatırlanması ayıdır. Hocalarımızın yapmaları gereken de bu mesajları güncelleyerek halkımıza hatırlatmaktır ki, Ramazan ayının Kur’an’ın anlaşılması ve hatırlatılması boyutuna katkıları olsun.
Gel gör ki ne bu hocalarımız halkımızı uyarmaktan – uyandırmaktan hoşlanırlar, ne de halkımız uyarılmaya prim verir. Eften püften konular yada suya sabuna dokunmayan derin meselelerle hoşça vakit geçirilir ve dini yönden duygusal tatmine erişilir bu programlar vesilesiyle. Alan da memnundur, satanda bu keyifli alışverişten. Gerçi bu televizyon hocalarımızın kendilerinin Kur’an’ın hakkı batıldan ayıran net mesajlarına ne kadar vakıf oldukları konusu da ayrı bir sorundur.
Nereden Çıktı Şimdi Yine Bu Mübarek Ramazan Ayında Bu Filistin Meselesi
Türkiye’nin önü açık, ekonomisi yükselişte, işler tıkırındadır. Özellikle son yıllarda gözle görülür başarılar halkımızın önemli bir kısmının ekonomik refahını bir hayli yükseltmiş, hayattan keyif alma imkanlarını iyice genişletmiştir.
Bu ortam elbette Ramazandan daha fazla keyif alma zamanıdır ve alınmalıdır. Üstelik bu gelişmeyi sağlayan iktidar dindar olduğuna göre, elbette Ramazan keyfine daha fazla önem verilmelidir. Zaten Müslüman her şeyin en iyisine layık değil midir?
Gel gör ki, çok faydalar sağlayan ve keyifleri katlayan şu iletişim teknolojisi, bazen keyif bozucu olabilmektedir. Gerçi keyiflerin bozulmaması için ciddi ve duyarlı haber kanallarına pek uğranmamakta ise de, yine de alt yazı şeklinde ya da kanaldan kanala geçerken ne kadar görülmek istenmese de Ramazan keyfini bozan haberler okunmakta, görüntüler göze çarpmaktadır.
Zaten yıllardır devam eden Myanmar, Suriye gibi katliamlar ehli keyif halkımızın zaman zaman keyiflerini bozmakta iken, tam mübarek Ramazana girerken bir de Irak sorunu çıkmıştır ve ağızlarının keyfini iyice bozmuştur halkımızın ve halkımız ağız tadıyla girememiştir Ramazana.
Bir de bununla kalmayıp, tam mübarek Ramazanın içinde şu Filistin ve Gazze meselesi çıkmasın mı? Suriye konusunda zaten batı oyunu deyip sıyrılmış, Irakta da saflar net olmadığı için çok fazla kafayı takmamıştır halkımız. İyi ama İsrail Filistin sorununda saflarda net, dost düşmanda, nasıl görmezden geleceğiz şimdi? Üstüne üstlük bir de Tayyip yaraya tuz basıp, hala İsrail’e ve batıya kafa tutmuyor mu.
Yahu kardeşim sana ne İsrail’den Filistin’den, Suriye’den Mısır’dan. Sen yollarımızı yap, hastanelerimizi geliştir, keyif katsayımızı yükselt, yani Türkiye genel belediyecisi ol yeter. Biz yurtta sulh cihanda sus diyenlerin zorunlu (ve sopalı) eğitiminden geçmiş, bu zillet ve meskeneti canı gönülden kabullenmiş bir halkız, ne işimiz var şimdi Ortadoğu’da, Afrika’da.
Şu Tayyip iyi belediyeci ama, bir de şu keyif bozucu işleri olmasa. Tüm keyfi gitti şu mübarek Ramazanın. Gerçi kıssacı hocalarımız ve paparazzi kıvamında Ramazan programlarımız sayesinde pek haberdar olamıyoruz gelişmelerden ama, yine de bazen ister istemez bu görüntüler gözümüze çarpıyor ve adamda hiç Ramazan keyfi bırakmıyor.
Ramazanın Tadını Kaçıran Bozguncu Filistinliler Ve Suriyeliler
Yahu kardeşim niye bozgunculuk yapıp keyfimizi kaçırıyorsunuz. Oturun oturduğunuz yerde. Niye karşı çıkıyorsunuz İsrail otoritesine. Oturun ve İsrailli efendileriniz önünüze ne kemik atarsa onunla yetinin. Siz kim İsrail’e ve Amerika’ya karşı çıkmak kim. Ayıp değil mi yaptığınız, ne hakkınız var Ramazan keyfimizi bozmaya. Kudüs’ümü istiyorlar, verin gitsin. Arazilerinizi mi istiyorlar, verin efendim, size bir gecekondu, hatta bir çadır yeter. Hem atalarınız Filistin’i Yahudilere satmamış mıydı sizin? Daha neyin davasını güdüyorsunuz?
Siz de oturun o gecekondularınız ve çadırlarınızda bizim gibi bir ekranın karşısına; bizim hocalarımız gibi hocalar bulun, size huzur veren, keyif veren dini sohbetler yapsınlar, rahatlatsınlar sizi de. Nereden buluyorsunuz cihattan bahseden, ümmetten bahseden, Kudüs’ün kurtuluşundan bahseden hocaları bilmem ki?
Akıllı olun akıllı. Akıllı hocaların peşinden gidin. Ne diyordu en akıllı hoca, diyalog yapın İsraillilerle, yalvarın yakarında size üç beş dönüm arazi bıraksınlar, otoriteden izin almadan tuvalete bile gitmeyin sakın. Demedi mi, dedi. Siz de uymadınız, şimdi bu asiliğinizin cezasını çekiyorsunuz, hak size.
Size hak olmasına hakta, bizim suçumuz ne. Bu asiliğinizle bir de bizim Ramazan keyfimizin bozulmasına neden oluyor, kul hakkına giriyorsunuz, ödeyemezsiniz bu hakkımızı. Sizin yüzünüzden ağız tadıyla bir Ramazan geçiremiyoruz, keyfimizi kaçırıyor sizin bu direnişiniz.
Evet Halkımız Dindardır Dindar Olmasına da
Diyanetin yeni yaptırdığı bir ankete göre, halkımızın çoğunluğu dindarmış. Bu tespit ne kadar doğru bilmiyorum ama, yazımızın girişinde ifade ettiğimiz gibi, halkımızın dindarlığı dünyevi bir dindarlıktır, uhrevi değil, bunu iyi biliyorum. Halkımızın sadece kendini sıradan dindar olarak görenleri değil, kendini iyi dindar olarak görenleri bile dünyanın peşindedir, ahiretin değil.
Halkımızın dindarlığı bir taşla iki kuş vurma dindarlığıdır genelde. Hem dünyevi menfaatleri için kullandığı en önemli araçlardan bir tanesi, hem de (pek ihtimal verilmemekle beraber düşük bir ihtimal dahi olsa eğer olursa) ahiretten paçayı yırtma aracı.
Halkımızın ekserisi Rabbena atina fiddünya – Rabbimiz bize bu dünyada ver (hoşumuza giden şeyler ver de, ne verirsen ver derler, lisanı kalleriyle (sözleriyle) olmasa bile, lisanı halleriyle (yaşantılarıyla). Rabbimiz bize dünyada güzellik (hasene) ver bile demezler, bize dünyada ver derler.
Haram helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ımdır en gözde parolaları. Rabbimiz bize bu dünyada (haram helal) fark etmez, hoşumuza giden her şeyi ver derler ve 2.Bakara Suresi 200. ayette eleştirilen hacılar gibi ahiret kurtuluşunu peşinen kaybederler.
Su Üstüne Yazı Yazmak
Bunun temel nedeni, halkımızın çoğunluğunun, hakkın değil, 25.Furkan Suresi 43, 45.Casiye Suresi 23 ve 28.Kasas Suresi 50. ayetlerde kınanan Mekke müşrikleri gibi, nefislerinin hevasının peşinde olmalarıdır. Bu ise halkımızın çoğunluğunun (Allah’a olmasa bile?) ahirete iman sorunu olmasından kaynaklanmaktadır.
Yani halkımızın (ve muhtemelen ümmetimizin çoğunluğunun) sorunu sadece ibadi, ahlaki, sosyal ve siyasal sorunlar değil, öncelikle ve en temelde iman sorunu, tevhid ve bilhassa ahirete doğru bir şekilde ve yakinen iman edememe sorunudur.
Bu nedenle nereden başlamalı sorusuna verilecek en doğru cevap, önce imandan, özellikle de ahirete imandan başlanmalı olmalıdır. İman sorununu yeterince gündeme getirmeden, 2.Bakara Suresi 4. ayette vurgulandığı üzere, ahirete yakini bir imana erişmemiş kişilerle sadece ibadi, ahlaki, sosyal ve siyasal meselelere odaklanmak, su üstüne yazı yazmaktan farkı olmayan bir çabadır.
Burada başka bir yanlışa düşülmemelidir. Tevhid ve ahirete iman konusu gündeme getirilirken asla reel gündemden kopulmamalı, hayata müdahil olmaktan uzak durulmamalıdır. Kur’an’da olduğu gibi, tevhid ve ahirete iman sadece soyut olarak gündeme getirilmemeli, ibadi, ahlaki, sosyal ve siyasi meselelerle birlikte ele alınmalıdır.