Ağır ağır, telaşlanmadan, öfkelenmeden...

Hükümet programı üzerine yapılan görüşmelerde “terör” tartışması öne çıkmış. Başbakan, DTP Grup Başkanı Ahmet Türk'ün “Farklılıklar zenginliğimizdir” sözlerine atıfta bulunarak şöyle konuşmuş:

“Farklılıklar tabii ki zenginliğimizdir. Ancak bu ifadeyi kullananlar, altını çizerek söylüyorum, bu ülkede bölücü teröre destek veren terör örgütünü de terör örgütü olarak ilan etmelidir. Bunu Avrupa Birliği üyesi ülkeler yapıyor, Amerikası yapıyor, şurası yapıyor, burası yapıyor da bu kutlu çatı altında olanlar niçin yapmıyor? Onlar da yapsınlar...”

(Üç-beş yıl önce yayımladığım bir kitaba uygun gördüğüm şu başlığı tekrarlamanın yeri midir acaba: “Farklı ol, benim gibi ol!”)

Başbakan'ın bu sözleri üzerine her şeyden önce şu değerlendirmeyi yapmak yanlış olmaz herhalde:

Mutlaka herkesten önce Başbakan da biliyor ki, DTP Grup Başkanı'ndan partisi adına tez elden bir basın toplantısı düzenleyerek “Artık biz de ikna olduk ki PKK bir terör örgütüdür” benzeri bir açıklama yapmasını beklemek siyasetten zerre kadar anlamamak demektir.

Böyle bir isteğin gerçek-gerçekçilik ile uzaktan yakından bir ilgisi olabilir mi? DTP ve PKK arasında yaşanmakta olan karmaşık ilişkinin bu türden bir “jest” ile bugünden yarına çözülebileceğini hangi makul insan-siyasetçi umabilir?

Dolayısıyla, DTP'nin TBMM çatısı altındaki varlığının memleketin Kürt sorununa ilişkin gelecekte ortaya koyması mümkün olumlu katkılarının daha bugünden benzer anlamsız ve yararsız taleplerle olgunlaşmasına fırsat verilmeden erken hasat edilmeye çalışılması akılcı bir siyaset değildir.

Siz bakmayın büyük-orta-küçük medyanın konuya ilişkin soyunduğu cazgırlığa... Siz bakmayın DTP'den 30 Ağustos resepsiyonunun dışında tutulması üzerine yapılan –aslında pek de olgun olmayan- açıklamaya. Deniz Bölükbaşı'dan başlayarak bir takım siyasetçilerin “hadlerini bildirmek” amacıyla giriştikleri “rol çalma” yarışına... Bütün bunlar “Eski Rejim”in kolay silinmeyecek kalıntılarıdır.

DTP ve PKK ilişkisinin giderek zayıflayıp nihayet en aza indirgenmesi –muhakkak ki- çok zor bir meseledir. Bu zor sürecin sadece DTP'nin geçireceği olumlu bir evrim sonucuyla tamamlanmasını beklemek de hayaldir. Bu zor işin siyasetin diğer “aktörleri”ne de (bu terimi de hiç sevmem ama neyse!) önemli görevler yüklemektedir.

Tamam bugün için Ahmet Türk'ün kendilerine yöneltilen “Hadi siz de terörist deyin!” talebine karşılık yaptığı açıklama çok da doyurucu değil... Tamam bugün Diyarbakır Belediye Başkanı'nın şehrini zaptedilmez bir “kale” olarak niteleyip “hodri meydan” diyerek meydan okuması da bir tuhaf siyasal söylem örneği...

Ama unutmayalım ki, malum talepte bulunanlar kendilerini bir an için Türk'ün yerine (Ahmet Türk'ün yani) koyduklarında konuya ilişkin kendilerinin de söyleyecek fazla sözleri olmadığını göreceklerdir.

Yine unutmayalım ki, Belediye Başkanı Baydemir'e bu ölçüsüz sözleri ettiren –siz bakmayın gazetenin “Osman Bey çizmeyi aştı” manşetiyle konuyu bambaşka yönlere çekmeye çalışmasına- asıl olarak, iktidar partisinin önümüzdeki belediye seçimlerinde Diyarbakır için kendisine koyduğu amacı (son derece meşru) formüle eden (epeyce ölçüsüz) açıklamalarıdır.

Haber X'in dünkü sayfasında vardı, belki sizin de dikkatinizi çekmiştir. Söz konusu haber sitesinin gelişmelerin “stratejik-polisiye” yönlerine özel bir ilgi duyan bir haftalık dergiden (Aksiyon) aktardığı bir yorumda DTP-PKK ilişkisinin dünü-bugünü ve (muhtemel) yarını gözden geçiriliyordu. Yani özetle şöyle sorular: Öcalan, DTP üzerindeki otoritesini kaybetmekte midir? Son seçimde “Apo'cu” bazı adayların seçilememesi neyin işaretiydir? Öcalan'ın Barzani ve Talabani'ye ilişkin beslediği kadim hasımlık bugün Kürtler arasında nasıl değerlendirilmektedir? Vs.

Yani diyeceğim, Ahmet Türk'e -neredeyse boğazına yapışılıp- “Söyle, 'PKK teröristtir' de!” dedirtilmeye çalışılan bir dönemde söz konusu derginin dikkat çektiği –doğru mu yanlış mı bilemem- konuları çalışmak çok daha yararlı ve verimli değil midir?

Not: Bugün için “Nijeryalı Okey'i Beyoğlu Emniyet Amirliği'nde kim öldürdü?” sorusuna da hiç değilse değinebileceğimi sanıyordum, ama gördüğünüz gibi asıl konumuz tek başına yetti de arttı bile. Sahi “Kim öldürdü Okey'i?” Bu soruya cevap aramayı cumartesi yazısına bırakalım. Konuya ilişkin yeni İçişleri Bakanı'na sorular soralım.

Yeni Şafak Gazetesi