Agarta!

Ergenekon iddiannamesine göre elde edilen bazı belgelerde örgütün bir tarikatvari bir yapılanmada olduğu ve 600 yıllık geçmişe dayanan tarikat isminin “Agarta” ile ilişkili olduğu iddia edildi.

Agarta, Tibet ve Orta Asya geleneklerinde Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yeraltı organizasyonudur.

Efsaneye göre, Mu ve Atlantis’ten göç eden rahipler Agarta’yı kurdu. Önceleri insanlıkla temas halindeydiler. Sonra gizlenme gereği görüp birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki kentlerine çekildiler. Agarta, Göktürk, Uygur ve Hun masallarında da “Ataların kutsal mağaraları”, bu mağaralardan geçilerek ulaşılan “gizli ülke” inanışı ile yer alıyor. Agartalıların şimdiki ’evrenin’ sonunda yeraltından çıkacağına ve dünyadaki kötülüğü yeneceklerine inanılıyordu.

Doğrusu çok şaşırdığımı söyleyemem. Zira Aydoğan Vatandaş’ın Kayıp Kitap Barnabas’ın Sırrı adlı kitabında benzeri iddiaları okumuştum.

Kitapta örgütün büyük oranda Alman Thule örgütü ile bağlantılı olduğunu, Thule’nin eski bir kayıp kıta efsanesi olduğunu, Nazilerin oyuk dünya efsanesinden etkilendiklerini, Thule’yi kuran Baron Rudolf von Sebottendorf’un 1933-1945 yılları arasında Türkiye’de bulunduğunu, Almanya’da Thule olarak bilinen bu örgütün, Türkiye’deki adı Ergenekon olarak bilindiğini, Almanya’da Alman milliyetçiliğini yönlendirmeye çalışan örgütün, Baronun girişimleriyle, Türkiye’de de Türkçülüğü yönlendirmeye çalıştığını, Almanya’nın pagan köklerine dönmesine çabalayan örgütün, Türkiye’de ‘Şamanizmi’ canlandırmaya çalıştığını ve her iki örgüt de komünizme karşı olduğunu okumuştum Aydoğan Vatandaş’ın kitabında.

Hatırlanacak olursa Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan gazeteci Güler Kömürcü’nün kolundaki hilal içindeki gamalı haç işareti bunun ipuçlarını vermişti.

Bunun üzerine Kömürcü köşesinde şunları yazmıştı:

"Gamalı haç olarak bilinen sembolün gerçek adı ‘Öz kader çarkı’ ya da yaygın tanımla ‘Svastika’dır. Ve bu sembolün aslında faşizmle ya da Hitler’le de ilgisi yoktur."

Ancak şu da bir gerçek ki, Thule, kurulduğu ilk günden beri karanlık bir örgüttü. Alman aristokrasisinden oluşan, karanlık amaçlar güden bir örgüttü. Arkalarında Germonerden adında bir başka örgüt vardı. Tapınakçılardan fazlaca etkilenmişlerdi. Okültist, simyacı ve Kilise karşıtıydılar. Sembol olarak da gamalı haçı benimsemişlerdi.

Şaşırtıcı bir şekilde bu sembol daha sonra Nazilerin de resmi amblemi olmuştu. Ari ırkın üstünlüğünü ve pan-Cermenik bir Alman imparatorluğunun kurulmasını savunuyorlardı. Pagan antik Alman kültürünün yeniden uyandırılması en büyük hedefleriydi.
İlginçtir ki Alman ordusu içinde nasyonal sosyalizmi örgütleyen Thule örgütünün kurucusu Baron Rudolf von Sebottendorff’tu. Uzun yıllar doğu ülkelerinde bulunmuş, araştırmalar yapmıştı. Baron Rudolf Von Sebottendorff hem Osmanlı, hem de Alman vatandaşıydı, hem Bektaşi hem de Mason’du.

Baron, Mısır ve İstanbul’da da uzun süre kalmıştı. Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala ve İslam sufizmi üzerinde çalışmalar yapmıştı.

Burada dikkatimi çeken bir başka nokta ise Baron ve adamlarının bir müddet sonra zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya vasıtasıyla o zamanki adıyla MAH bugünkü ismi ile MİT’le bağlantılarının olmasıydı. Şükrü Kaya o dönemin en kritik adamlarından biridir. O dönem Alman nüfuzunun Türkiye üzerinde en yoğun olduğu dönemdir. Varlık Vergisi’nin uygulandığı yıllar. Nazi etkisi açıktır. Bu döneme ışık tutan en değerli kitaplardan biri ise şu an nedense piyasada bulunmayan Uğur Mumcu’nun ‘40’ların Cadı Kazanı’ adlı kitaptır.

BUGÜN