Taksim Gazi Parkı’ndan sökülüp Hürriyet-i Abide parkına nakledilen ağaçlar üzerinden bir hafta boyunca şahit olduklarımız ciddi ve çok yönlü bir muhasebeyi gerekli kıldığından hiç şüphe yok. Bu muhasebeye ulusalcı-Kemalist-sosyalist kadroların kara propaganda ve kitlesel provokasyon yeteneklerinden önce başka bir yerden başlamak gerek.
Benzerlerine şimdiye kadar çokça şahit olduğumuz mezkur kara propaganda ve kitlesel provokasyonun öncelikli hedefi nedir? Her ne kadar renklendirilip sivilize edilmiş, çevre sevgisi ve doğal hayata sadakat maskesi giydirilmiş olsa da klasik anlamıyla tam tekmil bir psikolojik harekâtla karşı karşıya olduğumuzdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bu tespit, Hükümet veya Belediye cephesinden kar hırsını merkeze alarak yapılan bir dizi yanlışın görmezden gelinmesi veya meşrulaştırılmasına gerekçe kılınamaz elbette. Lakin sorunun merkezini, ana kaynağını teşkil eden iktidar ilişkilerini teğet geçerek yani “ağaçlara” odaklanarak yapılacak çözümlemelerin çocuksu bir heyecan veya post-modern bir aldanmaya razı olmaktan öteye fazlaca bir anlam ifade etmeyecektir.
Ayyaş’ın Torunları Ayıldı (mı?)
Cumhuriyet Gazetesi’nden Miyase İlknur, diğer çalışma arkadaşları gibi bir haftaya yayılan eylemlerden son derece mutlu olmuş olmalı ki dün “Ayyaş’ın Torunları Ayıldı” başlıklı bir değerlendirme kaleme almış. Benzerlerini Aydınlık, BirGün, Vatan, Sol, Taraf, Yurt, Radikal, OdaTv, Yeni Çağ hatta Haydar Baş’ın Yeni Mesaj gazetesinden de okuduğumuz değerlendirmeler “sokak sokak direniş”in heyecanını taşıyordu okurlara.
Her renkten siyasi-sosyal muhalif İstanbullu vatandaş girilmez olan Taksim’e girmiş, yıkılmak istenen Gezi Parkı’na sahip çıkarak güya “Faşizme Dur” demiş. Aslında “Vatan, Bağımsızlık, Cumhuriyet, Emek ve Doğa Mücadelesi” olarak takdim edilen Ergenekon-Balyoz cephesinin yeni planı Tepeleme Provası, zannedilenden daha başarılı ve kuşatıcı olmuştur. Öncelikli mesele Özel Harp Dairesi’nin uzun yıllar eğitiminden geçmiş Kemalizme iltisaklı bir dizi sol-sosyalist kadroların daha geniş kesimleri de içine katabilecek provokasyonlar tertip etme yeteneklerinin bir hayli gelişmiş olduğudur.
Aydınlık-İşçi Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin merkezinde olduğu ama TKP, ÖDP ve Halkevleri’nden başlayıp ırkçı HEPAR’a hatta liberal-lümpen sanatçı-aydın kesimlerine kadar binlerce insanı kuşatıp cephe mücadelesi psikolojisiyle militanca Taksim’e sürükleyen şeyin “AVM karşıtlığı ve ağaç sevgisi” olması düşünülebilir mi? Bu tasfiye edilmek istenen Kemalist oligarşinin güçlü bir biçimde yeniden inisiyatif almaya kalkıştığı stratejik bir karşı hamledir. İçinde yer alanla aktörlerin farklı niyetleri, değişik renkleri hatta zıtlıkları olsa bile bu durumu değiştirecek bir şey değildir.
Her şeyden önce Taksim gibi kurtarılmış bölgelerden bütün bir ülkenin ve toplumun tercihini ipotek altına almaya yönelik bu girişimin her tarafından tutarsızlık akıyor. Çünkü Taksim’in de eski yapıyı savunanların da her halleri tüketim kültürünün ve kapitalist yaşam tarzının tezahüründen başka bir şeyi temsil etmiyor. AVM’leri yaratan ve yaşatan küresel sermayenin yaşam tarzıyla özdeşleşmiş aydın-sanatçı kesimlerin bu seferberlik içinde yer alması eylemin popülaritesini arttırsa bile meşruiyetini ortadan kaldıracağını nasıl olur da gözden kaçırırız.
Ulusal-Küresel Sermaye ve Şefkatli Oteller
Kar hırsının doğayı tahrip eden küstahlığına karşı bir uyanış ve itiraz olarak servis edilen bu süreç AK Parti ve Başbakan Erdoğan karşıtlarının her zaman için Kemalist kadrolar tarafından açılan şemsiyenin altında toplanma potansiyeli taşıdığını teyit etmiştir. Şunu herhalde iyice öğrendik: Statükonun değişimini talep eden, resmi ideolojinin tasallutuna son vermek isteyenler de dâhil olmak üzere laik-seküler değerlerle mücehhez orta ve üst sınıfların biricik sığınağı yine de Atatürkçü-Kemalist ideoloji ve kadrolar oluyormuş maalesef.
Taksim merkezli sürdürülen protestoları destekleyen hemen herkes yemin billâh ediyor, yakın çevresinden örnekler veriyorlar. Protestoların örgütsüz, kendiliğinden ve tamamen sivil olduğuna dair. (Sol-sosyalist örgütler bu inkâra dâhil değil tabii ki. Tersine onlar bütün bu organizasyonları kendi çağrı ve örgütleme yeteneklerinin bir delili olarak sunuyorlar) Ne gerek var böyle bir tevile. Örgütlü olmak, organize hareket etmek veya birilerini harekete geçirmek ayıp değil, suç değil. Velev ki Hükümete karşı olsun!
Olaylar ve gelişmeler, destansı bir mücadelenin çağdaş ve yerli versiyonunu okuyormuş heyecanıyla karşımıza çıkarken bazı önyargıların nasıl da kırıldığını atlayabiliyoruz. Mesela küçük esnafın, komşu teyzenin, taksici abinin eylemcilere ne kadar şefkatli davranabileceğini hepimiz öngörürdük amma sermaye sınıfından bekler miydik aynı şefkatli muameleyi? Beklemezdiniz fakat ulusal sermayenin şefi Koç Grubu’nun Divan Otel’i ve küresel sermayenin Hilton Oteli’nin polisten kaçan eylemcileri şefkatli kollarıyla sarmalayıp bir güzel ikramlarda bulunduğunu öğrenmemiz için Mutlu Tömbekici’yi okumamız gerekiyordu. Bizden hatırlatması: Bu “dayanışma ruhu”nu hafife alan, rastlantı sayan fena halde yanılır.
Bir de çuvaldızdan sonra iğne’nin yöneleceği yere bakmak gerekirse şunları söylememek olmaz: Hükümet, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’i kapatmakla ama daha önemlisi bu işi Vali ve Emniyet Müdürüne havale etmekle yanlış yapmıştır. Meydanları kapatma veya başka bir meydana havale etme yerine hem güvenlikle endişeleri izale etmek hem de özgürlük taleplerini reddetmemek üzere sorumluluğu sendika ve partilere devretmekle daha yapıcı bir siyasete yönelebilir.
Başbakan Erdoğan Taksim’i eylemcilere açan konuşmasını ilk gün yapsaydı bu provokasyonun bu kadar büyüme ve Hükümetin bu kadar yıpranma ihtimali olmazdı. Başbakan ve Hükümet henüz kendi kamuoyunu ikna edebilecek bir söylem üretebilme ve kamuoyunu ikna edebilecek imkânlardan mahrum olması azımsanabilir bir eksiklik-boşluk değildir.
Baksanıza Suriye’de 100 binden fazla insanın katledilmesine, yüz binlercesinin her türlü zulme maruz kalmasına ses çıkaramamış, ısrarla görmezden gelmiş bir dizi İslamcı kadın-erkek gazeteci, yazar, edebiyatçı, aktivistin çözümleme ve vicdan göstergeleri resmen yerlerde sürünüyor. On beş ağaç için gözyaşı döküp liberal-demokrat arkadaşlarıyla “kesin prim yapar” diye medya önünde showlar sergileyen insanların kuşatması altında olmak kaldırılabilir gibi değil.
Böylesi bir mantık ve vicdanla kendilerine aydın-sanatçı payesi biçenlerin ne tecavüze maruz kalıp katledilen kardeşlerine sahip çıkabilmesi mümkündür ne de Kemalist oligarşinin psikolojik harp taktiklerine eklemlenmiş sol-liberal arkadaşlarının “sen de oyuna katıl” tekliflerine hayır diyebilmesi. İslami camiadaki aydın-sanatçıların zafiyeti özellikle siyasal alanda tezahür etse de esasen maalesef ahlaki ve vicdani alanda kendisini göstermektedir. Bunun en somut göstergelerinden biri de Suriye’de katledilen kardeşlerimiz için ağzını açmaya cesaret edemeyenlerin Taksim Gezi Parkı’nda kesilen ağaçlar üzerinden kendini ispata girişmelerini tetikleyen aşağılık kompleksinde karşımıza çıkmıştır.