Tehdit ve felaket sınıra yakın birkaç bölgede değil uzun bir süredir Suriye’nin hemen bütün bölgelerinde hızla büyüyor esasen. Zaman ne Suriye’deki mazlum ve mücahitlerin lehine işliyor ne de onlara sahip çıkmaya çalışan Türkiye’nin. Harekât her an başlayabilir, bir gece ansızın gelebiliriz, tanklar sınıra doğru hareketlendirildi gibi söylemlerin daha fazla gecikmeksizin kapsamlı bir biçimde fiiliyata dönüştürülmelidir.
Konuya dair resmi beyanların artan sıklığı sıcak gelişmelerin pek de uzak olmayan bir vakitte hayata geçirileceğinin göstergesi sayılabilir. Örneğin dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrin ve Münbiç için TSK’nın her an harekâtı başlatabileceğini üzerine basa basa vurguladı. İlaveten ardından operasyon için sıranın diğer bölgelere de geleceğini hatırlatarak. Ancak Ankara Kazan’dan verilen mesaj PKK/PYD’yi taktik bir ordu olarak donatmaya girişen Amerika’nın (aradan çekilmemesi durumunda) bölgedeki askeri varlığının da nihayet hedef alınabileceği uyarısı içeriyordu. Amerikan askeri varlığının desteğiyle bölgede genişleyen ve derinleşen PKK/PYD varlığını koruyup kollamakta ısrarla hareket edilmesi halinde istenmeyen bazı hadiseler yaşanabileceği uyarısı pek de diplomatik teamüllere uymayan şu sert ikazla tamamlanıyordu: “Terör örgütünün üstlerindeki bayraklarınızı siz kendiniz indirin ki, biz size teslim etmek zorunda kalmayalım. Teröristlerle birlikte olanları toprağa gömmek mecburiyetinde olmayalım.”
Amerika’nın PKK7PYD üzerinden giriştiği tehdide paralel bir biçimde Rusya ve İran da Esed rejiminin hâkimiyet alanını genişletmek adına Astana sürecinde alınan kararları dahi paspas ederek İdlip’i ağır bir biçimde bombardıman ediyorlar. İdlip’in kırsal bölgelerinde on binlerce insan yollara düşmüş durumda. Son on günde 200 binden fazla insan bir perişanlıktan diğer bir perişanlığa savrulmakta. Hem Rusya hem de İran insani felaketleri büyüterek bölgedeki hegemonyalarını derinleştirmek üzere yıkımı hızlandırmış durumda. Güya anlaşma var, güya insani felaketlerin önüne geçilecekti, değişen hiçbir şey yok. Amerika’nın işgal ve katliam siyaseti ne kadar açık ve büyük bir felaketse Rusya ve İran’ın işgal ve katliamları da o kadar açık ve büyük bir felaketi temsil ediyor.
Afrin ve Münbiç’e odaklanmak kadar Türkiye’nin üzerinde büyük bir sorumluluk bulunmakta. Rusya ve İran’ın katliamlarını durdurmak üzere daha yoğun bir diplomatik baskı politikası yürütmek ve bu işgal güçlerine karşı mücadele veren direniş unsurlarını kendini savunabilecek şekilde teçhiz edip donatmak. İHH başta olmak üzere pek çok yardım kuruluşu muhacirler ve kamplar için yardım kampanyaları düzenliyor ama bu insanlar için artık kaçacak hemen hiçbir köşe kalmamış durumda. Kaçış ve çadır kamplarına destek faaliyetlerini yardım kuruluşları olabildiğince organize ediyor ancak meselenin siyasi ve askeri destekle takviye edilmemesi durumunda bir yerden sonra tükenişten başka bir sonuç gözükmüyor.
Fidan gibi güzel çocuklar sıra sıra soğuktan donmasın, insanlar çadır kamplarda alttan buz gibi çamurun üsten cehennem ateşi gibi bombaların kurbanı olmasın artık. Nasıl ki terör örgütleri arasında bir ayrım olmazsa emperyalist işgal devletleri arasında da ayrım yapılmasın. Afrin ve Münbiç’in güvenliği İdlip’ten asla ayrı tutulmasın.
Yeni Akit