Sovyetler Birliği Aralık 1979'da 40. Ordu'yu Afganistan'a gönderdi. Sovyet birliklerinin Afganistan'a girişinden önce, Sovyetler tarafından ‘Afganistan'ın Maxim Gorki’si’ diye övülen komünist Nur Muhammed Taraki 78'de KGB'nin desteğini alarak darbe yapmış ve yönetimi ele geçirmişti. Taraki'nin ilk işi SSCB ile 20 yıllık ekonomik ve savunma işbirliği anlaşması imzalamaktı. Darbe yönetiminin Müslüman Afganlar üzerinde kurduğu müthiş baskı, tutuklanan on binlerce insan ve infaz edilen binlerce siyasi tutuklu, ülkede büyük bir isyanın çıkmasına sebep oldu. Darbe yönetimi isyanı bastıramayınca, Sovyet askerlerini kendi topraklarını işgal etmeye davet etti.
Sovyetler, kısa sürede kontrolü ele geçireceklerini düşündükleri Afganistan'dan 9 yıl boyunca çıkamadılar. ‘Ayı kapanı’ ya da ‘Sovyetler Birliği'nin Vietnam’ı’ olarak da tanımlanan Afganistan İşgali, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü getiren en önemli etkenlerden biri olmuştu. MÖ 330'da İran'ı 3 ayda ele geçiren Büyük İskender'in 3 yıl boyunca uğraşıp alamadığı, İngilizlerin 19. ve 20. yy'da uğrunda büyük kayıplar verdiği Afganistan, Sovyetler'e de mezar olacak ve ‘Büyük Oyun’un merkezindeki bu toprakların ‘İmparatorlukların Mezarlığı’ şeklinde nam salmasına neden olacaktı.
Kasım 2014'te Yeni Şafak'ta kaleme aldığım, IŞİD'in 1,5 yıl önce Musul'u ele geçirmesinin ardından yavaş yavaş düşüşe geçen petrol fiyatları ve açmak üzere olduğu kapılara dikkat çekmeye çalıştığım ‘Çatışmalarda yükselen ateş ve düşen petrol fiyatları’ başlıklı yazımda şöyle demiştim:
“…bu ekonomik baskı altında hala Doğu Ukrayna'daki etkinliğini azaltmaya yönelik bir adım atmayan Rusya Devlet Başkanı Putin, enerji piyasasında oynanan oyunun dünya ekonomisindeki dengeleri alt üst edeceği ve bunun neticesinde yeni bir soğuk savaş olacağı konusunda tehditlerine devam ediyor. Bu sırada Gorbaçov ortaya çıkıp Putin'in tezlerine destek verirken, Ronald Reagan'ın oğlu enerji piyasasındaki bu oyunun, aynı babasının 80'lerde yaptığı gibi soğuk savaşı bitireceğini ve nihayetinde Putin'in belini bükeceğini söylüyor.
Öyleyse 80'leri bir hatırlamak gerek. Suudi Arabistan bugün yaptığının bir benzerini 80'lerde de yaparak petrol fiyatını 10 doların altına çekmişti. Sovyetler Birliği 20 milyar dolardan fazla zarar etmiş ve demir perdenin çöküşünün en önemli ekonomik etkenlerinden biri de bu olmuştu. Yani ABD komünizmi Körfez'in de yardımıyla çökertebilmişti...”.
140 milyon nüfuslu süper güç, OPEC'in üretimi kısmaması nedeniyle çakılan petrol fiyatları, Ukrayna krizi nedeniyle uygulanan ekonomik yaptırımlar ve bunlara bağlı olarak yokuş aşağı giden kur nedeniyle, bugün küçük ekonomili ülkelerinkine benzer sorunlar yaşıyor. Örneğin 2013'te 1 dolar 30 ruble iken geçen ay 85 ruble seviyesine geldi. Ham petrolün varil fiyatı 80 dolar seviyesini görmüşken, dünyayı ‘Soğuk Savaş’la tehdit etmeye başlayan Putin, bugün petrol 30 doların üzerine çıkamıyorken Suriye'yi, aynen Afganistan'da olduğu gibi, Rus sevdalısı Şam rejiminin davetiyle işgal etmiş durumda.
Bazı analistler, Putin'in bir süredir yaşadığı köşeye sıkışmışlığın sonucunda, Rusya'da bir halk ayaklanması çıkacağı ya da isyan olacağı ve sonunda Putin'in devrileceği yönünde tahminlerde bulunuyor. Eğer ‘Bonapartist’ Putin Rusya'sında, mevcut yönetime isyan bayrağı açabilecek bir muhalif kalmış olsaydı bu mümkün olabilirdi. Ya da Putin'i devirebilecek ‘derin’ güçler, Putin'in arkasında ülkeyi yöneten elitler olmasaydı, böyle bir ihtimal geçerli diyebilirdik. Rusya'nın içeriden kaynama ihtimali, gerçekleşecekse bile bu yıllar süren bir birikimin sonunda olacak, kısa vadede olmayacak.
Peki, mevcut durumda bile Putin açısından tablo hiç de parlak değilken Rusya neden tarihten ders almayıp aynı yanlışa devam ediyor? Ukrayna'ya gerçekleştirdiği kripto müdahaleyle başlattığı sarmala sıkışmış olan Rusya'nın normal şartlar altında geri bir adım atmasını beklersiniz, ama öyle olmuyor. Nükleer anlaşma sonrası İran'ın enerji pazarına girmesi sonucu, opsiyonları daha da azalan Kremlin, Körfez ülkeleriyle anlaşmaya varabilir ve orta vadede tansiyonu düşürmeyi seçebilir diyorsunuz ama aksine Suriye'ye giriyor, sivil-muhalif ayırt etmeden Şam rejiminin karşısına aldığı herkesi bombalıyor, Cenevre'de barış müzakereleri devam ederken muhaliflere Esed'in varlığını kabul ettirmek adına sahada, özellikle Halep ve çevresinde katliam yapmaktan çekinmiyor, binlerce insanı Türkiye sınırına yönlendirerek yeni bir mülteci akışına neden oluyor ve Türkiye'yi doğrudan tehdit ediyor.
Rusya'nın yükselttiği gerilim, sadece Doğu Akdeniz'le sınırlı değil; özellikle Doğu Avrupa'da da tedirginlik nedeni. Soğuk Savaş yıllarından beri görülmeyen askeri hareketlilik, Polonya'yı ve Estonya, Letonya, Litvanya gibi Baltık ülkelerini de tehdit ediyor. NATO, yükselen Rus tehdidine karşı önlemlerini artırıyor, olası savaş senaryoları üzerine çalışıyor. ABD, ‘Rus saldırganlığı’ nedeniyle Avrupa savunma bütçesini önümüzdeki yıl dört katına çıkarmayı planlıyor. ‘Son 25 yıl içinde böyle bir endişemiz yoktu, keşke olsaydı.’ diyen ABD Savunma Bakanı Ash Carter, giderek artan Rus tehdidinin ekonomik yaptırımlarla sadece kamçılandığına işaret ediyor.
Orta Doğu'da İran-Irak-Suriye hattı üzerine kurduğu oyun planı bir ölüm-kalım meselesine dönmüşken ve Suriye nedeniyle NATO müttefikleri açısından bir uzlaşma umudu yokken, Rusya'nın en açık oynayabileceği alan Türkiye-Suriye sınırı. Karadeniz'den Akdeniz'e erişimini kaybetmeyecek ve NATO'yu kışkırtmayacak biçimde Türkiye'yi yıldırmaya ve tahrik etmeye devam edecek. ‘Tamam mı devam mı?’ noktasında uzun vadedeki hülyalarını kaybetmemek için ‘devam’ seçeneğini işaretleyecek. Bu da, Halep-Antep-Hatay üçgenine yüklenen yüksek voltajın, çok büyük risklere gebe olduğunu gösteriyor. Putin'in Büyük Rusya hayalinin sonu, Afganistan'da çöken Sovyetler Birliği gibi, Suriye'de gelecek, ama ondan önce bu toprakları çok zorlu günler bekliyor.
Yeni Şafak