Yasin Aktay / Yeni Şafak
45 yıllık savaş ve işgallerin ardından yönetimi tekrar devralan Taliban yönetimindeki Afganistan’da çok geniş bir parkın çok farklı noktalarında çocukların ve gençlerin farklı gruplar oluşturarak oynadıkları kriket maçlarını izliyorum. Tam bir şenlik havası. Dünyanın herhangi bir boş zaman-eğlence yerinde görebileceğiniz oyuna kendini kaptırmış insanların manzarası. Oyun, oyuncuyu içine alan, kendisi özne olarak oynayanı devre dışı bırakan dil dünyası.
Birazdan Cuma namazına gideceğiz ve benim bile beklentim hemen herkesin sokakları tamamen boşaltıp Taliban askerleri tarafından zorla camiye yönlendirileceği. Hiç kimsede bu yönde bir telaş yok. Şehrin merkezindeki Mavi kubbeli cami çarşı pazarın tam ortasında ve dışarıya kadar dolu caminin dışında çarşı Pazar da namaz esnasında namaz kılmayanlarla dolu. Kimsenin karıştığı ve zorla camiye yönlendirdiği yok. Gezi boyunca bana mihmandarlık yapan Afganlıya sormak için ağzımı açar açmaz yüzünde müstehzi bir tebessüm yayılıyor.
“Gerçekten anlayamıyoruz” diyor, “bu söylentiler nasıl yayılıyor? Bakın sokakta herşey var, sakallısı sakalsızı, namaz kılanı kılmayanı, bu konuda kimsenin kimseyi zorlayacak hali yok. Elbette irşad var, namazı sevdirmek ve teşvik etmek vardır ama kimseyi zorla dindar yapamazsınız”
Nasıl yayılıyor bu söylentiler diye tepki gösteriyor ama çok da umursadığını gösteren bir yaklaşımı yok. Taliban’ın galiba en bariz özelliği bu. Kendilerini hor gören, haklarında farklı imajlar ve klişeler oluşturarak gerçekliklerini çarpıtanları hiç umursadıkları yok. Algılar algılayanların sorunu, bunu düzeltmek için komplekslere girmeyi hiç önemsemiyorlar. Bu konuda da bir aşırılıkları olduğunu söylemek mümkün.
Afgan halkı zaten yeterince dindardır. İnsanlar Taliban’ın kendi dini anlayışını insanlara zorla dayattığını zannediyorlar, oysa Afgan halkındaki geleneksel dindarlık aşağıdan yukarıya iktidarı belirleyen bir akışa sahip.
Afganistan’ın dinsel veya kültürel iktidarı, aslında modern iktidar düzenleri gibi, sadece Şeriat’tan değil, çoğu kez töreden, örften besleniyor ve Şeriatla çeliştiği gibi insan hakları ve kadın hakları ihlallerini birçoğu bu anlayışlara dayanıyor. Bu durumda Taliban’ın toplumca kabul edilmiş otoritesi hakların korunması noktasında tam da Şerif Mardin’in Osmanlı’da Şeriata atfettiği işlevi yerine getirmek üzere devreye giriyor.
Bir vakada, mesela, kocası ölen bir kadını kayınbiraderi miras olarak tek taraflı bir uygulamayla kendi nikahına almak istiyor ama kadın bunu istemiyor. Aile kadının böyle bir hakkı olmadığını söylüyor ama kadın gelenekte alışıldık olmayan bir şekilde Taliban’ın yönettiği mahkemeye başvuruyor. Taliban iki tarafı da dinliyor ve kadının razı olmadığı hiçbir evliliğe zorlanamayacağına hükmediyor. Kayınbirader bunu anlamakta zorlanıyor, aile kadını mahkemeye başvurarak kendilerini rezil ettiğinden dem vuruyor ama Taliban’ın otoritesine karşı yapabilecekleri bir şey yok. Böylece geleneğin kadına hiçbir hak tanımayan ve iradesini, kişiliğini tamamen yok sayan cahiliye adetlerine karşı Taliban’ın yorumlayıp uyguladığı Şeriat Afganistan’da bambaşka bir rol oynamış oluyor. Bu tür uygulamalar iyi niyetli bir gözle çok sayıda çoğaltılabilir.
İki buçuk yıldır Taliban’ın yönettiği Afganistan’da 45 yıldır hiç görülmemiş düzeyde bir huzur ve istikrar var. Dünyanın en büyük ordularını yenerek ülkeden kovmuş olmanın ve kendi vatanlarını işgalcilerden kurtarmış olmanın gururunu her Afganlıda görmek mümkün.
Daha önce Ruslar çekildiğinde oluşan kaos dolayısıyla Afganistan ve İslam düşmanlarının çok sevindiklerini hiç unutmadıklarını anlatıyor Afganlı yetkililer. Büyük bir kibirle ve işgalci tesellisiyle “bunlar zaten birbirlerine düşerler, ülkeyi yönetemezler” şeklindeki kehanetlerinin tutmasına ne kadar sevindiklerini hatırlatıyorlar. Sonradan gelen ilk Taliban yönetimi aslında bu kehanetlere karşı ilk büyük cevabını vermiştir. Ama bu ilk tecrübenin bambaşka sorunları vardı. Şimdi İşgalci ABD ve dostlarını ülkeden kovduğunda da aynı beklentinin oluştuğunu çok iyi gördüklerini anlatıyor Enerji bakanı Abdullatif Mansur: “ABD’ye karşı 20 yıl boyunca verdikleri Cihad’ın ardından kazandıkları zaferin doğrudan ve adı konulmuş olarak İslam’ın zaferi” olduğunu “dolayısıyla kendilerine düşen büyük sorumluluğun bu cihadın vakarını, sıhhatini ve şerefini düşünmek ona uygun davranmak ve onun ismini daha da yükseltmek” olduğunu söylüyor ve devam ediyor:
“ Yani, Afganistan’ın bugünkü kurucu iradesi doğrudan İslam’dır ve biz de bu İslam’ın bir devlet yönetimine en başarılı bir biçimde nasıl uygulanabileceğini anlayıp bunu yapmaya çalışıyoruz. Kimseye bir borcumuz veya bir kendimizi ispatlama mecburiyetimiz ve derdimiz yok. ABD işgal ettiği ülkemizi 20 yıl geri bıraktı. Bu yıllarda bize bıraktığı tek şey uyuşturucu bataklığına saplanmış onbinlerce insanımız. Şimdi o çaldığı yıllarımızı telafi etmeye çalışıyoruz. Uyuşturucu müptelası olmuş insanlarımızı tekrar tedavi ederek kazanmaya çalışıyoruz.”
Mansur’un ve görüştüğümüz pek çok Taliban yöneticisinin ortaya koyduğu işgalciler ve uyuşturucu meselesi ile işgal sonrası tablo ABD ve toplam medeni dünyanın bütün iğrenç ikiyüzlülüğünü çok net biçimde görebileceğimiz bir alan. İşgal zamanlarında Afganistan tam bir uyuşturucu üretim merkezi haline gelmiş bulunuyordu ve bunun ekimi, hasadı, ticareti bizzat ABD’li yetkililer eliyle yürütülüyordu. Bunun bir kısmı işgalin maliyetlerinin finansmanında kullanılıyordu tabi. Böylece işgalin ABD’ye maliyeti hafifletiliyordu. Ama bir yandan da uyuşturucuya bağımlı hale getirilen gençler ABD’nin askeri veya casusluk şebekesine de bağımlı hale getirilmiş oluyordu. Bu yolla uyuşturucuya alıştırılmış tahmini 4 milyon kadar insan arasında iki buçuk yıl içinde en az yarısı tedavi edilmiş bulunuyor. İşgalciler kovulduktan sonra uyuşturucu ekonomisi de kökten kurutuldu.
Şimdi işgal ettiği ülkeye uyuşturucu sektörünün bütün karanlığını taşıyan, insanları zehirleyen ABD yönetimi kendilerine direnen ve kendilerini kovduktan sonra ilk yaptığı iş bu sektörü kurutmak olan Afgan halkını öz çocukları Taliban’a terörist yaftası vurabiliyor. Oysa Taliban’ın Afganistan dışında başka bir ülkede hiçbir faaliyeti de yok.
Görüştüğümüz Afgan yetkililerle Afganistan’dan başka ülkelere sürekli akan düzensiz göçü veya insan ticaretini de bunu önlemek için nasıl bir tedbirleri olabileceğini de sorduk. Kuşkusuz göçmenler koptukları ülkelerine dair her zaman olumsuz algıların birinci el taşıyıcıları olur ve özel bir ilgi ister. Bu konuya da sonra devam edelim.