Afganistan direnişi; ekmeğini, elektriğini, tıbbi yardımını ya da eğitim diplomasını içinde yaşadığımız iç ve dış cahili vesayet rejimlerinin imkanlarıyla temin eden Müslümanlara yeni bir çözüm arayışı örneği sunacak. Ayrıca Afganistan direnişi ezilmişliği ve yoksulluğu aşmak çabasındaki dini kurtuluş teologlarına, İslami hayatı özleyen hilafet ideologlarına 42 yıllık (Taliban Hareketi için 20 yıllık) bir mücadele sonucunda -müspet ve menfi boyutlarıyla kendi şartlarında değerlendirilecek ama- özü İslamî olan bir felah projesinin tutarlı istikametini göstermiş oldu. Söz konusu olan Hakka yönelen bir azim, sabır, sebat ve kararlılıkla yürütülen bir mücadeleydi.
Sevinilecek olan husus, 30 Ağustos 2021 günü yaşanan Afganistan’ın bağımsızlığının tanımında Direniş temsilcileri hayalciliğe kapılıp kendi dini yorumlarını ve jeostratejik konumlarının getirdiği özel şartları İslamî bir gereklilik veya model olarak sunmamasıydı. Kendi bölgesel sorunlarının içtihadi çözümünü önce bölgede yaşayan insanların ıslahı, zindeliği ve istikrarı temelinde ele aldıklarını beyan ettiler. Hududullaha ve sünnetullaha uygun olan da bu olduğu için Taliban’ın Afganistan zaferi İslam Dünyası’ndaki bilinçli Müslümanlar tarafından sevinçle karşılandı ve müzakerelere açık bir ilgiyle takip edilmeye başlandı.
Afganistan’da tüm imkânsızlıklara rağmen kazanılan görkemli zafer karşısında birçok halkı Müslim olan ülkede olduğu gibi Türkiye’de demodernist veya dindar Garpzedeler tarafından bu ağır mağlubiyet “ABD, Afganistan’da taktik geri çekilme yaptı” şeklinde yorumlanarak örtülmeye çalışıldı. Afgan direnişinin başarısını gündemden düşürecek komplo teorileri üretilmeye çalışıldı. Ama dünya siyasal analizcileri bu mağlubiyetin artçı depremlerinin devam edeceğinden bahsediyorlar. Örneğin İngiltere’de The Guardian Weekly 2021 Ağustos sonu sayısının birinci sayfasını şu ifadeye ayırdı: “Amerikan Yüzyılının Sonu!”
Taliban öncülüğünde yaşanan Afganistan’ın fiziki bağımsızlık kazanımı tabii ki bölgesel bir özerklik imkânıdır. Globalde ilk amacımız böylesi özerk bölgeler oluşturmak olmalıdır. Türkiye’deki inişli çıkışlı vesayetten kopma çabalarını da bu istikamette okuyabiliriz. Ama ikinci aşama, bu bölgelerde yaşayan insanları itikâdî, mezhebi, kabilevî, medenî/hadarî kopuklukları nasıl giderileceğini, zaruri ihtiyaçların nasıl karşılanacağını ve şûrâ temelli üst ümmet bilincine (4/136) hangi imkânlarla ulaşacağı konusunu ele almak olmalıdır veya bu çerçevedeki birikimimizi modelleştirecek disiplinler kurulmalıdır. Zeminlerin sağlamlaştığında gerektiğinde vakıayı yaşayan insanlarla gerçekleştirilecek şâvir/şûrâ kararları (3/159) ya da üst Meclisimiz Ulu’l-emr (4/59) ile alınan kararlar bağlayıcı olacaktır.
Afganistan’daki zaferle birlikte ulus devlet statüsünden henüz nasıl bir ümmet zindeliğine ve şûrâ yönetimine geçileceği uygulamalı olarak gösterilmeden; hamasete yelken açılmaması önemlidir. 1979 İran Devrimi Süreci’nde yaşanan acemiliklere, hamasete, kindarlığa ve mezhepçiliğe tevessül edilmemesi sevindiricidir.
1979 İran Devrim Süreci’nde diş doktoru Ürdünlü bir arkadaşımızın Arapça’dan yaptığı çeviri ile Hizbuttahrir’in İran Devrimi hakkındaki Bildirisi’ni, benim evimde benim daktilom ile fotokopi ile çoğaltmak amacıyla birlikte yazmıştık. Ayetullah Humeyni’ye ilk olarak Necef’te iken Şafii fıkıh birikimini ön planda tutarak yazılmış olan Hizbin İslam Anayasası sunulmuştu. Humeyni’nin “incelerim” dediği rivayet edilmişti. Sonra aynı anayasa Humeyni’ye Paris banliyösündeki bir semte taşındıktan sonra sunulmaya çalışılmış ama pek itibar görmemişti. Bu ilgisizlik üzerine yazılan bildiride Devrim’in İran’ı Şahsız ele geçirmek için İngiliz M16 ve CIA çalışmalarının sonucu olarak yapıldığı işleniyordu.
Bu anayasa taslağı 1982 T.C. Anayasası belirlenirken de Ankara’da önde gelenlerin kapılarına gizliden gizliye bırakılmıştı. Afganistan için bu arkaik yaklaşımların tekrarlandığına dair henüz bir şey duymadık ama sosyal medyada çağımızda ulus devletlerin de bir olmazsa olmazı olarak nitelenen bu Anayasa formuna sıkı sıkıya tutunan hamasi mesajlar paylaşanlar oluyor. Hizbin Anayasa Taslağı’na göre Afganistan yönetiminin biçimlenmemesi halinde Taliban’ın ümmetin değil Afganlıların ulus devletine düşeceği gibi mesajlar işlenmektedir. Allah’tan Taliban bu şaz yorumlara ve hamasete kulağını kapatmaya ve ilkin toplumsal huzur gibi zaruret-i hamse şartlarını karşılamaya çalışıyor.
Yüce Allah, Kureyş Sûresi’nde ifade edildiği gibi “Kureyş’i yaz ve kış yolculuğuna alıştırdı, Ev’in Rabbine kulluk etsinler diye onları yedirip açlıktan korudu ve güvene çıkardı” (106/2-4) ise, Taliban ve Afgan Direnişçileri rehberliği de Rabbimizin gösterdiği ihtiyaçlar çerçevesinde ayak basılan zeminde insanların nasıl doyurulacağı, yönetilen toplumun nasıl ıslah edileceği, travmalar yaşayan duyguların yeniden nasıl İslamlaştırılacağı konularında ve şûra temelli katılımın nasıl örneklendirileceği hususunda Emevi, Abbasi dönemi fıkıh kitaplarını esas almıyor; Kur’an’ı ve Resulullah (s)’ın uygulamalarını esas alarak ve yaşanan tarihi tecrübelerden dersler çıkararak bu sorunları çözme çabası içinde olacağını açıklıyor. Bilenlere düşen ise bu çerçevelerde görüşlerini dayatmak değil, fikirlerini müzakereye açmak olmalıdır. Her fikir bir yorumdur, ideolojidir, içtihaddır yani zannî bir yaklaşımdır; ama nass değildir. Müzakereler de bu sınırlar bilinerek yapılmalıdır.
Tarihte modelleşme vakîliği olmayan ve Abbasiler döneminde bir tarz-ı siyaset olarak kullanılıp ona göre bilgi ve belge üretilen, Osmanlı’da 16. Yüzyıl ve sonrasında tamamen saltanat sistemine göre tanımlanmaya çalışılan ama ilm-i siyaset olarak da “İslami hükümlerin uygulanması” ifadesi olarak kullanılan Halifelik, Kur’an’da öncelenen bir husus değil, Müslümanların tarihi ile ilgili tartışmaya açık bir yönetim kategorisidir. Farz olan şûrâ yönetimi ile ilgili çözümlemelerin yerini tutmaz. Tarihi kategori olarak saltanat sistemi ile bütünleşmiştir. Şûrâ yönetimi gündemini uyanmakta olan ümmet bağlamında hangi aşamalarla yeniden gündeme getireceğimiz ile ilgili bir sürecin ibadi yükümlülüğünü üstlenmek yerine, abartılmış ideolojik bir yorumla Hilafet’i bu onu taşıyacak “kurtarıcı lideri” haşa “Mehdi” bekler gibi gözleyen yaklaşımlardan birisine örnek verelim, -ki Resuller dışında Rabbimiz işlerimizin şûrâ ile olduğunun vücubiyetine işaret ediyor (42/38)-:
“Dağ fare doğurdu. Taliban Ulus devleti kurdu. Ümmetin değil, 'Afganistan'ın liderliğini tercih etti. Kâfirlerin kalbine korkuyu, müminlerin gönlüne ferahlığı veremedi. Uhrevî hayattan ziyade dünya konjonktürüne ayak uydurmayı tercih etti.
İslam'ın tertemiz yönetim nizamı Raşidi Hilafet dururken, batının rejimini seçti. Bazı içtimai, iktisadi ve ukubattan şeri hükümleri tatbik etmekle yetinecek, vicdanlarıni rahatlatmaya çalışacaklar.
Yani anlayacağınız Şii İran'ın, Sünni versiyonu, biraz da Suudimsi bir Afganistan İslam Emirliği.”
Bu yaklaşıma gönlünü kaptıran bir Müslim, Afganistan’da bir devrin sonuna gelindiğini belirttikten sonra “Demekki İş bitmiştir konu kapanmıştır.” diyebilmektedir.
Sonradan tanımlanan hayali “Raşidi Hilafet” ifadesini sanal ekrana yansıtamadığı için Talibanlı Afganistanı Amerikancı Suidilik ile suçlamak (!..)
Abdulkadir Şen’in bu yaklaşıma “İdeolojik körlüğünüzü hayretle izliyoruz” serzenişinde bulunduğunda bir başka ezber mukallitli tutum “Hocam ideoloji kör etmez kör gözleri açar.” cevabını vererek konuyu yüzeysel sığlık içinde boğmaya çalışanlara sözcülük etmektedir.
Habil Mert de tartışmaya katılmış ve demiş ki: “Tüm ümmetin devleti olmakla bir bölgenin devleti olmak arasında derin bir fark var ve onlar gücünün farkında. Bunun siz farkında değilsiniz. Ümmetin gönlüne ferahlık verdiler elhamdülillah. Ama siz bu tavrınızı ümmetin gönlünü yoruyor ve üzüyorsunuz.”
Ne olacaktı yani?
Ümmeti İslamlaştırmadan;
bölgesel vesayetlerden kurtulmadan;
fikri ve ameli iç zindeliği ve Şüheda oluşumunu sağlamadan
ve
halkı ve geneli şûrâ'yı ve Ulu'l-emr Meclisi'nin önceliğini idrak eder hale getirmeden;
yani adam gibi
Ümmet diriliğini oluşturmadan
sultanlar, şahlar, padişahlar ile anlatılan tarzda bir “İslam Devleti” mi isteyelim?
Bakın 13 asır, yarısı modernite ve ulus statüden intihal bu terkibi Müslümanlar fiili olarak kullanmadı.
Allah, İslam Devleti vazetmedi; ama ümmetin iktidarına, yani hadlerin uygulanma gücüne, ümmeti ve ümmetin değerlerini koruma kuvvetine işaret etti. Bu da zaman ve mekân şartlarına göre doğru veya yanlış yorumlandı ve uygulandı.
Dolayısı ile yorum olan İSLAM değil, ama doğruya yönelmiş ise eğer İSLÂMÎ olabilir. Afganistan İslam Emirliği mekânsal boyutu ile doğru ama “İslam” ifadesiyle beraber aşırı bir tanımlamadır. Kimse şartlara, perspektifine ve konjonktüre göre İslam’dan yönetim ile ilgili algıladığı hususu “İslam” diye sunarak yorumunu mutlaklaştırmamalıdır. Afganlı Müslümanların Devleti ayrı Afganistan İslam Devleti ayrıdır. Hele hele devlet kavramı “geçiş dönemi”nden bahsediliyorsa asıl olan birinci kullanım olmalıdır.
Kur'an'da da Sünnet uygulamalarında da “İslam Devleti”nden bahsedilmez.
Ama Kitabımız, "Hakka yönelten ve onunla adalet yapacak olan ümmetten" (7/159, 181) ve ümmet olmaktan (3/110) ya da ümmet zindeliği için ümmet veya şüheda olmaktan (3/104; 2/143) bahseder. Müslümanlar için iktidar, erk, sulta veya devlet ümmetin örgütlenmiş halidir. Mevcut Afganlıların İslamiliği veya İslamlaşma süreci ne kadar ise şûrâ yönetimleri de o düzeyde olacaktır. Zira ihtisas çerçevesinde rasihun ve ulu’l el-bab gerektiren ihtisas şûrası özeldir; ama ümmet maslahatı ile ilgili yapılacak şûrâ ise geneldir; geçiş döneminden sonra yönetimin seçimi de geneldir. Hiçbir yönetici Resulullah’ın şer’i önceliğinden kaynaklanan Resullük ile ilgili yetkilerini kuşanamaz. Bu konuda çizelge haline getirilmiş Anayasal yorumlar saçmadır. Yorum zaman ve şartlara göre yenilenendir yeri de şûrâya ehil olan ulu’l el-bab ve alimlerimizle birlikte oluşturulan genel şâvir/şûrâ kararları ve Ulu’l-emr Meclisleridir.
Önemli olan karizma liderlikler üretmek değil, emirlik veya devlet düzeyinde işleyen istişari ilişkilerimizi Genel Şâvir veya Ulu’l-emr düzeyine nasıl çıkartabileceğimizdir. Karizma liderlik geçicidir ve nizami işleyişe geçemeyen cemaatlerin veya ümmet yapılarının “doğal liderlik”leriyle alakalı olabilir. Bu öncüler de önemlidir ama önemli olan karizma/doğal liderlik döneminde bile “fikri liderlik”i (yani asıllar ile değişkenleri tefrit edebilecek ölçülere sahip muslihleri) tabana yayabilmektir.
Tepeden inme değiştirme revolution/ihtilalci yöntemle alakalıdır ki değerleri seküler çerçeveye oturur. Ki vayhi temelini bulamayan bu hamasi tasarım “Devrimci İslam” diye nice birikimimizi hamasetle oyalamış ve eritmiştir. Aşağıdan yukarıya merhaleci süreç ise muslih olanların ve tüm Resullerin vahiyle gösterilen sünnetullahla uyumlu istikameti olmuştur. İstikametin hattı ve dayandığı temeller hayatidir.