Yüksek Seçim Kurulu'nun siyaseti kilitleyen veto kararıyla ilgili en güzel yorumu facebook'ta gördüm. Şöyle yazmış duvarına arkadaş; "Gül gibi baytarlık varken, gittim bu ülkede hukukçu oldum."
Kararı eleştirme maksadıyla kurulmuş bu parıltılı cümleyi, pekala YSK üyelerine doğrultabilir ve keşke "baytar olsalardı" diyebiliriz. Ve haklı da oluruz.
Çünkü bu karar, sadece mevzuatın uygulaması denilip geçilemeyecek kadar "derin" ve "şiddetli" sonuçlara yol açtı. Sirius'ta yaşamadıklarına göre bunu YSK üyeleri de öngörebilirdi.
Görmediler. Ve sözkonusu karar, Türkiye'nin ucu demokrasi menziline giden yolda türlü badireler, meşakkatler atlatarak kat edebildiği mesafeyi, u dönüşü yaparak, ışık hızıyla gerisin geri dönmesi anlamına geldi. Sokaklar yeniden karıştı.
Biz bu saatten sonra yeni anayasayı, demokrasilerde TSK'nın görev ve yetkilerinin sınırlarını, kimlik politikalarını filan konuşacağız sanırken, Bismil'de ölen vatandaşımızı, içlerinde polislerin de olduğu yaralıları konuşur hale geldik ve bunun sebebi elbette YSK'nın skandal kararıydı.
Gerçi YSK'dan, adaylıkları engellenen, içlerinde BDP'nin desteklediği adayların da bulunduğu 12 kişiden bazılarının geri dönüşünün mümkün olabileceğine yönelik sinyaller geldi ve bu yazının yazıldığı saatlerde o kararın çıkması beklenmekteydi ama, bugüne dek olanlar, yaralananlar, ölenler için artık çok geç.
Üstelik bugün (dün) YSK'dan çıkacak olumlu bir karar, ateşi çıkmış bu kalabalıkların öfkesini dindirir mi, emin değilim.
Bravo YSK.
Çoktan hak edilmiş bir tebrik de BDP'ye ama.
Siyasi arenada önlerine çıkan her engelde hem, hiç vakit geçirmeden "dağlara gel dağlara" türküsüne bağlanıp, hem de faturayı hiç adres şaşırmadan her seferinde AK Parti hükümetine çıkardıkları için.
Bildiğiniz üzere, BDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Bismil'de bir kişi polis kurşunuyla öldü" diyerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le olan randevusunu iptal etti ve bunun "devletin önereceği çözüm ihtimaline rest çekmek" anlamına geleceğini bile bile ve Emine Ayna ve Osman Baydemir ile birlikte Bismil'e gitti.
Gitsin elbette gitsin de... Hem siyasete talip olup, hem de önüne çıkan her engelde devlet ve hükümeti kabahatli ilan edip, "aba altından keleşin ucunu göstermek", Türkiye'yi geriyor evet ama, BDP'ye de hiçbirşey kazandırmıyor.
Silahların gölgesinde siyaset yapmak, kısa vadede BDP'nin elini güçlendiriyor gibi görünse de, yapılan o siyasetin meşruiyetinden, haklılık zemininden koparıp koparıp götürüyor.
Çünkü dünyanın hiçbir demokrasisinde, masum insanları öldüren bir terör örgütünün silahlı gücüne dayanarak, o güçten ivme alarak siyaset yapmak meşru kabul edilmez, edilemez.
Bunun TSK'nın silah gücüne dayanarak sivil otorite üzerinde baskı kurmaya kalkışmaktan, hakkını bu yolla aramaktan hiçbir farkı yok çünkü.
İkincisi, sokakları savaş alanına çevirmenin, sade vatandaşın malına zarar vermenin, otobüslere molotof kokteyli atmanın, polise ateş açmanın adı şiddettir, aşırılıktır. Ve her şiddet gün gelir başka türlü bir şiddetle mutlaka yüzyüze gelecektir.
Nitekim, tayinleri Ege illerine çıkmış olan Kürt memurların tacize uğradığı, araçlarının taşlandığı, kundaklandığı haberleri de Diyarbakır'daki gösterilerle aynı anda yağıyor ajans sütunlarına.
Bu mu BDP'nin istediği demokratik çözüm?
Bu mudur yani seçim arefesinde olması gereken Türkiye fotoğrafı?
Böyle mi olmalıydı yalnız ve güzel bu ülkenin talihi?
Her başı sıkıştığında orduyu darbeye çağıran jakoben elitist laikçilerden hiçbir farkı yok, bugün sokağa dökülmüş Kürt vatandaşları teskin etmeyen, etmek bir yana göstericilerle bir olup, PKK/KCK çizgisinde hizalanarak polisle çatışan BDP'lilerin.
Biri askeri vesayetti, öteki PKK/İmralı vesayeti. Jitem onlarındı, PKK bunların. İşkence onlarındı, tedhiş eylemleri bunların. Birinde kobralar var idiyse, öbüründe kalaşnikoflar.
Sonuç, her iki oluşum da masum insanların ölümüne neden oldu/olmaya devam ediyor.
Aferin yani YSK, sana da bravo BDP. Manzaraya bakıp, görevinizi yerine getirmiş olmanın iç huzuruyla el ovuşturmaya başlayabilirsiniz.
İkinizi de tek tek tebrik ederim.
YENİ ŞAFAK