Af Meselesi Nasıl Ele Alınabilir?

Bir süredir Türkiye’nin gündeminde olan af meselesi hakkında değerlendirmelerde bulunduğu bugünkü yazısında Abdurrahman Dilipak, suç işlediği halde gerçekten pişman olanlara uygulanabilecek bazı tavsiyelerde bulunuyor.

Bugün Yeni Akit gazetesinde “Af meselesi” başlığıyla yayımlanan Abdurrahman Dilipak imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

MHP’nin gündeme getirdiği bir konu var: Af.

Bu konu bir defa gündeme geldi mi, gündemden düşmez.

Aslında Anayasa değişikliklerinde ceza kanununda değişikliğe sebep olan düzenlemeler yapılmışsa, ya da kapsamlı yasa değişikliklerinin ardından af konusu gündeme gelir. Bir de darbe gibi olağanüstü hal ve süreçlerden sonra af konusu zorunlu olarak gündeme gelir.

“Af” deyince “vergi affı”, “sicil affı” değil, daha çok ceza affı geliyor. O zaman da hemen ister istemez, terör, darbe ve yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olanlar geliyor akla. Bir de çifte vatandaş olup suç işleyenler var. O zaman da mübadele gündeme geliyor.

Af ayrı, erteleme ayrı bir konu. Ve tabii bir de şartlı tahliye var. Cezaevinin yapısı da farklılaşıyor. Tek kişilik hücre var, açık cezaevi var, çalışma kampı var. Eskiden “kürek mahkumu” derlerdi, taşocaklarına gönderirlerdi. Sürgün cezası vardı. Şimdi “kamu görevi” uygulaması da görüyoruz yer yer.

Madde 1: Af kapısı her zaman açık kalmalı. Genel af dışında, Cumhurbaşkanının af yetkisi dışında da af kapısı mahkum ve mağdurun durumuna göre, suçun niteliğine göre her zaman yeniden değerlendirmeye açık olmalı. Madde 2: Hiçbir suç cezasız kalmamalı. Yapanın yanına kâr kalmamalı. Sonra merhamet mazarrat doğurur ve merhamet duygusunu doğru şekilde kullanmayanlar, acınacak duruma düşebilirler..

Af konusu tek başına bir vicdan konusu değildir. Bunun ahlaki, insani, hukuki, siyasi ve sosyal yönleri de vardır ve konunun bu anlamda çok yönlü olarak düşünülmesi, ona göre hareket edilmesi gerekir. Af konusu da, her konuda olduğu gibi aceleye getirilmemeli ve geç de kalınmamalıdır. Bir af kararı veriyorsanız kimi, niçin ve nasıl affediyorsunuz, bu karardan halk razı mı? Mağdur taraf razı mı? Affedilen mutlu olacaktır elbette, ama önce diğer şartlara bakmak gerek.

Affetmek, bağışlamak bir “erdem”dir. “Affedilme”yi ümid edenler, önce kendileri affetme konusunda erdemli bir tavrı ortaya koymalıdırlar.

Bir de suçlu olmadıkları halde cezalandırılan kişiler vardır. Aslında yasa yanlıştır. Yargıç yanlış karar vermiştir. Bunların “affedilmesi” değil, bunlardan “özür dilenmesi” gerekir. Maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi gerekir. Devam eden bir davada, suçsuz olduğunu savunan bir sanığın suçlu olduğu kesinleşmeden ona “seni affediyorum” demek, aslında “af” değil, farklı bir “ceza”dır.

Adalet mülkün temelidir. Bundan sapma kabul edilemez. Adalet yoksa barış da yoktur. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güvende değildir. Adalet yoksa zulüm vardır. Zulm ile abad olunmaz.

Peygamberimiz zamanında esirlerle ilgili bir kural vardı. Kuşkusuz esirle diğer suçlular aynı değil. Hatta savaş suçu kavramı da farklı. Mesela orada öncelik önce esirlerin mübadelesi şeklinde oluyordu. Sonra tazminat, diyet, kefaret söz konusu oluyor. Verecek bir şeyi de olmayanlar için mesela 10 Müslümana okuma yazma öğretmesi karşılığı serbest kalıyorlardı.

Esir ya da mahkum, hiç kimseye insanlık onurunu rencide edici hiçbir ceza uygulanmayacaktır.

Mesela bizim hukukumuzda suç tespit edilip cezası belli olunca, eğer suçlu tevbe etmiş, özür dilemişse zarar gören taraf bu kişi hakkında af yetkisini kullanabilir. Tabii önce beraati zımme sanık lehine olacaktır. Önce suç sübut bulacak ve ceza suçtan daha büyük olmayacak. Bu konuda usul esastan önce gelecektir. Suç sabit olunca mazlum taraf baskı altında kalmadan özgür iradesi ile tevbe ve özür sonrası af yetkisini kullanabilir.

Aslında mahkemede hani başlangıçta “dostane çözüm” ve “rızaen sulh” soruluyor ya, af yetkinizi kullanmak ister misiniz diye sormak gerek. Mesela hak sahibi birden fazla ise sanık cinayet sebebi ile kısas üzere aynı şekilde cezalandırılması gerekiyorsa, mağdur taraftan biri af yetkisini kullansa ya da diyet/tazminat istese idam infaz edilmez, ama sanık da serbest kalmaz.

Ama hak sahipleri hakkını af yönünde kullanabileceği gibi diyet/tazminat şeklinde de kullanabilir. Eğer onu ödeyecek imkanı yoksa, belli bir süre, hak sahibinin yanında, işinde görevlendireceği işte de çalışabilir.. Bu ömür boyuna da dönebilir, ancak bu süre içinde hak sahibi kötü davranış sonucu hak ihlalinde bulunursa kişi yine özgürleşir. Yani ceza her zaman tazminata dönüştürülebilmeli. Bu şahısla ilgili, kamuya yönelik suçlar konusunda kamu adına şahıs gibi davranılacaktır.

Bu durum yargılama sürecinde olabileceği gibi ceza sürecinde de gündeme gelebilir.

Kamuya karşı işlenen suçlarda, mesela niye Kızılay’da, ya da kamu yararına çalışan kuruluşlarda istihdam edilmesinler. Tabii bütün bunlar, iyi hal, tevbe ve özür şartına bağlı.

Mesela Sudan’da, taksirli suçlarda hafız olana, ya da belli eğitimi alıp, ceza süresince kamu yararına çalışma şartı ile serbest bırakılma yaygın bir uygulama. Cezasının belli bir kısmını çektikten sonra cezaevi şartlarının iyileştirilmesi ve üretime katılmasının sağlanması zaten uygulamada olan bir konu.

Şartlı tahliye de böyle. Kişinin kontrollü olarak ceza süresince, cezasının kalan kısmını evinde geçirmesi sağlanıyor bu şekilde. Bakın, Hz. Hamza’yı öldürüp kalbini çıkarıp ısıran, kulağını ve burnunu kesip boynuna takıp dans eden kişi affedildi. Malcolm X’in hayatını cezaevindeki herkes ve o kişilerin saldırısına uğrayan mağdurlar ve aileleri de okumalı.

Nitelikli suçlular, güzel meziyetleri ile topluma katkı sağlamak şartı ile de sınırlı, tamamen tahliye edilebilmeli. Cezaevindeki bir grup yazılımcı ülkenin ve toplumun ihtiyaç duyduğu bir yazılımı içeride ya da dışarıda kontrollü bir şekilde yazıp tahliye olabilmeli, tabii mağdur tarafın hakkı ve hukuku rızası gözetilerek. Bir ziraat mühendisidir, bize tohum geliştirsin. Bu bir ıslah hareketidir aynı zamanda. Bir ressamdır, çocukları için şu kadar hikayeyi resimlesin. Hatta o resimler, o mahkumun ıslahı için de vesile olabilir.

Tek başına ceza değil, işin bir de “ıslah” boyutu olmalı. Kişinin aklı ile vicdanını barıştırmalıyız, işlediği suçtan pişman olmalı. İnsanı toplumla barıştırmalıyız, onu fıtratı ile ve tabiatla barıştırmalıyız ki, kişi Allah’la barışsın.

Ebette bunlardan Şeytanlaşmış, kalpleri mühürlenmiş, gözleri var görmeyen, kulakları var duymayan, kalpleri var hissetmeyen tipler de vardır. Ama Taif halkı Müslüman olduktan sonra, bana sorarsanız “Müslüman olmazlar” diyeceğiniz fazla bir topluluk yok. Hani Peygamberimizin ayağına taş atıyorlar, yoluna diken döküyorlar ve arkasından da küfrediyorlardı ya!

Bakın, FETÖ ve BÇG’li zalimlerin verdikleri mahkeme kararları ile hâlâ içeride yatan suçsuz insanlar var. O kararları veren hakimlerin bazıları kaçtı, bazıları içeride. Bu arada bir sürü yeni yasa çıktı ve birtakım yasalar yürürlükten kalktı. Anayasa değişti, devlet sistemi değişti, devlet başkanı değişti. Af çıkacak, ama FETÖ ile ilgili hâlâ açılmayan davalar var. PKK davaları var, Adnan Hoca ve yeni açılacak davalar var. 28 Şubat davası sonuçlanmadı. Anayasa ve yasa reformu sonuçlanmadı. Önümüzde bir 2023 var.

Belki af yasasını önce bir çerçeve olarak çıkarmak lazım. Bütün zamanlar için bugünden uygulamaya başlayacak bir yasa, sonra özel bir af yasası için şu çok sanıklı dava sürecinin tamamlanması gerek. Her halûkârda 2023’e ulaşalım ki, Cumhuriyetin 100. yılında topyekûn bir rahatlama sağlansın. Zaten 2018 bitti. 2019’un ilk çeyreğinde seçim var. Açılmış, açılacak davalar, onların istinaf ve Yargıtay süreçleri, hatta AYM süreçleri var. 2020-21-22, 2023 başında bu konu sonuçlandırılmış olamaz mı?

Eğer af gündeme gelecekse, o, kamuda hizmet, mağdurun hukuk davası açmasına gerek kalmadan tazminat şartının belli bir hukuk çerçevesinde rızaen sulh yolu ile çözümü, taksirli suçların cezalarının kamuda çalışmaya dönüştürülmesi, haksız ve usulsüz ceza ile mağdur olanların mağduriyetlerinin giderilmesi, itirafçı olmak, etkin pişmanlık gibi yollarla, konunun suiistimaline fırsat vermeden de rahatlatıcı mekanizmalar işletilebilir.

Demem o ki, “Hadi af yapalım” hafifliği, “af ne demek asla” acımasızlığına savrulmadan, gerçekten pişmanlık duyanlar için yeniden kazanılması yönünde bir kapı daima açık kalmalı. Karar verirken, merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmalı. Yüzümüzü hakka dönmeli, elimizi vicdanımızın üzerine koyup iyice düşünerek bir karar vermeliyiz. Yoksa zalimler için yaşasın mapushane, yaşasın cehennem! Selâm ve dua ile.

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Kemalistlerin 94 yıldır üzerinde tepindiği Menemen’de ne oldu?