Adı Nureddin Zengi Olan

ALİ EMRE

Bir öğrenci evinden geliyordum. Minyatür bir Ortadoğu’dan.

Kitapların kahramanlığından geliyordum

Acı tütünün

Bücür hurmalarla dansından.

Tolstoy’un Ebuzer’e komşuluğundan

Çok örselenmiş tin ve zeytundan.

Aklımda çok sayıda Celan vardı nedensiz

Bir parça Ece Ayhan

Peşimde güvercin gerdanlığıyla İbn Hazm.

 

Ne söze doyuyor insan

Ne de yiğitliğe

Dosto’ya Maun ve Tekâsür okutturan

Gençliğin o yukarıdan bakan kendine inanmışlığından.

 

Ben kitap okurken ağlardı babam /utancından, hıncından/

Harfleri bilmezdi, kıpırdamazdı dudakları, alnı kırışmazdı

Duvardaki takvime bakardı, eski radyoya, tüten sobaya

Askerliğini hatırlardı, topçu alayını, Bornova’yı

Yediği tokatları, kafasına inip duran sopayı

İşittiği azarları:

“Eşşoğlu eşşek baban

Seni niye okutmadı lan!”

Ve hep aynı cevap her hatırlayışında:

“Yeter vurma komutan!

El kadardım, babam öldüğünde ben

Hem

Ne yolu vardır ne suyu ne okulu

Şeytan bile yürüyemez bizim köyde

Bıraksan!”

Ve göğsüne yürürdü boynundan

Bir hışımla çoğalan kan!

 

20 yıl sonra bir kere daha… Bir işçi eyleminde

Samsun’da yürümüştü aynı kan

Ağzından burnundan.

Lenin’in resmini taşımıştı meydanda bir şey anlamadan

Okuma yazma bilmeyen bu adam.

O yıl ayrılmıştı sendikadan

O yıl Yavrukurt okutturuyorlardı bize okulda

Hem Teksas hem Tarkan

Pırasa bıyıklarını sıvazlayıp omzuma dokunmuştu öğretmenimiz:

“Birkaç sayfa daha oku bakalım Alicim

Bozkurtlar’dan!”

 

Hacettepe’de, asistanıyla fingirderken zebellah bir profesör

Dalıp bağırsaklarını patlatmıştı babamın

Can çekişen, son anlarını yaşayan gövdenin üzerine abanıp

“Acınızı anlıyorum ama

Cihazların parasını bir an önce ödemeniz lazım”

Demişti bana.

Hayatımın

En güzel kafasını attım o gün sanırım.

 

***

 

Ne solundan geçtim ben bu fışkıların ne de sağından

Ağlamaklı fakat ışıldayan gözlerle, koşup

Hamza ile mızrak arasına kendini atan

Oğlumun çığlığını hatırlıyorum ama

Onca yıl geçtikten sonra aradan.

 

Mutlu ölüm yoktur o yüzden gövdeyi sağır eden bir kin varsa

Geyiklerden, yılışık konçertolardan, borsalardan kaçıp

Ekmeği tuzla tartmaya alışmışsa insan

Birikmişse kırbasında sözün öfkesi

Gidip o mübarek kana dokunmak ister

O çocuklara, o babalara bakmak ister Tanrının avlularından.

Bir rövanş bekler, yeni bir raunt, bir yekinme daha

Puştluğun ümüğüne basmak ister

Yezitliğin kuyruğuna.

 

Şimdi bir Ali büyüsün istiyorum tertemiz odalarında bir evin

Güzel ve soylu bir kadın

Toprağa inci gibi ateş gibi yaşlar düşürsün.

Şehrin en yoksul, en içli, en sakin adamına

Akrabalarının evinde büyüyen, kimsesiz büyüyen

Anne ve babasını bile hatırlayamadan büyüyen

Geceleri bacaklarını karnına çekip göğe bakan

Yıldızlara bakarak ağlayan, azarlanan, itilen

Bir adama evlenme teklif etsin, bir ev kursun, müthiş bir şiir…

Bir dünya kursun gelip bizi bulan, bize dokunan.

Bir sofra kursun Horasan’a uzanan Endülüs’ü çağıran

Berberi Tarık da olsun o sofrada, Farisi Selman da

Malcolm da olsun Rachel de Berfin de Şamil de

Taşları tencerede kaynatan, kapılara yakın yatan bir anne

Mekke’yi yeniden uyarıp sarmalasın, Nil’i öpsün

Bir çocuk doğursun

Adı Nureddin Zengi olan.

Babamın hüznünü anlasın, oğlumun gözü pekliğini

Herkes yoldan çekilsin

Kahire silkinsin İstanbul

Diyarbakır bir daha döşünü dövmesin

Bağdat’ın içine artık yassız girilsin

İblisin avanesi gebersin kahrından!

 

 

Allah’ım!

Şimdi âteşin bir âdiyat yükselsin şu sümsük çölün ortasından!

 

--------

 

* Bu şiir Hece dergisinin Şubat 2011 tarihli 169. sayısında da yayınlanmıştır.