Âdem'i reddetmek veya 8 Mart’ın reklamlardaki yansımaları

8 Mart dolayısıyla yayınlanan reklamlar kadınların hangi sorununa çözüm arıyor?

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Âdem'i reddetmek veya 8 Mart’ın reklamlardaki yansımaları

Bir kadını çocuğunun gözleri önünde kafasına tekmeler atarak darp eden bir manyağın görüntüleri düştü geçtiğimiz gün sosyal medyaya. Kadın işkenceye maruz kalırken elindeki kamerayla çekim yapan ‘izleyiciler’ şiddetin artık nasıl bir şey haline geldiğini gösteriyor.

‘Çocuğumu göstermem’ dediğini öne sürerek kadını çocuklarının gözü önünde öldüresiye döven zanlıya kimse müdahale etmiyor. Eğer ki ciddi bir mesafe olduğu düşüncesiyle yetişememe gibi bir durum yoksa şiddete karşı bu duyarsızlığın izahı yok!

Türkiye’de bu tarz konuları konuşmak biraz imkan dışı. Kadınların yaşadıkları sorunları konuşmak ile örnek olarak 8 Mart Dünya Kadınları gününün mantığına karşı çıkmak birbirini naks eden şeylermiş gibi düşünülüyor. Halbuki bu ikisi birbirinden oldukça farklı şeyler.

Kadınların Türkiye toplumunda yaşadıkları sorunlar -şiddet kaynaklı veya başka bir sebepten- göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir gerçekliğe tekabül ediyor. Buna rağmen böyle bir durumun varlığına itiraz edenlerin gülüp geçilecek bir yerde kendisini konumlandırdığı belirtmek gerek. Aile yapısında lafa söze geldi mi yere göğe sığdırılmayan annelerin, ‘gerçek’ değerlerinin ne kadar teslim edildiğini düşünmek bile bu itirazın ne kadar içi boş olduğunu gösteriyor.

Ancak dediğimiz gibi Türkiye’de bu tarz konuları konuşmak oldukça zor. Zira sizden ‘kalıp telakkiler’ üzerinden akıl yürütme yapmanız isteniyor. Bunun dışına çıktığınız zaman ne söylediğinizin çok önemi yok. Müslümanların ise paradigmal olarak hakim düşüncenin çerçevesinden farklı bir şekilde düşünce üretmeleri kaçınılmaz. Müslümanların bunu ne kadar başardıkları ayrı bir sorun olmakla birlikte olması gereken bu. O vakit Müslümanların ‘kalıpları reddeden’ tutumları sebebiyle ‘kategori dışı’ bırakılmaları da kaçınılmaz oluyor. Tabi Müslümanların olması gerektiği gibi düşünce üretememelerinden kaynaklı problemler de sorunun iyice içinden çıkılmaz bir hal almasını sağlıyor. Bu mesele üzerine düşünen hassasiyet sahibi insanlar liberal veya feminist kabullere eklemlenerek var olan sorunlu yaklaşımların daha da muhkemleşmesine vesile oluyor hatta çok daha büyük problemler ortaya çıkartabiliyorlar.

Tüm bunlar bir yana artık 8 Mart dolayısıyla yapılan işlerde tartışma farklı bir boyuta taşınıyor. Kadınlık üzerinden insanın konumu ve ahlaki yükümlülükleri hedef alınıyor. Aslında bu işe kalkışanlar açısından oldukça verimli bir zeminden söz etmek mümkün. Az evvel değindiğimiz üzere tartışmanın ana ekseni hakim düşünceler etrafında şekillendiği için sizin 8 Mart sebebiyle yapılan işlere yönelik eleştirileriniz sizin incelemenin başında zikredilen ruh hastası ile aynı yerde konumlandırılmanızla sonuçlanabiliyor.

Bu bağlamda 8 Mart reklamları incelenebilir. İçki reklamlarındaki 8 Mart mesajları zaten gayrı meşru olandan beslendiği için mevzu bahis etmeye bile gerek görmüyoruz. Ancak 8 Mart’ın nasıl bir dünya görüşünden neşet ettiğini görmek açısından affınıza sığınarak içeriği buraya koyuyoruz:

Dardanel şirketi ise 8 Mart’ta yayımladığı reklam kendi zaviyesinden dildeki cinsiyetçiliğe odaklanmış. “Adamlar yapmış!” cümlesine itirazı olan Dardanel çalışanlarının büyük bir kısmının kadın olduğunu söyleyerek “kadınlar yapmış!” şeklinde tüketicilerini uyarıyor.

İşin özünde bu bilindik bir tartışma ancak önemli bir hususa dikkat çekiyor. Kadınlara yönelik ötekileştirici düşüncelerin insanlık kadar eski olduğu ön kabulü feminist yaklaşım için vazgeçilmez. Var olan yaklaşımı tamamen yerle bir etmek isteyen feminizm insanlığa aslında yeni bir tarih okuması öneriyor. Bu bağlamda merkezi olduğunu düşündüğü şeye karşı topyekûn bir savaş başlatıyor.

Adam kelimesinin kökeni tartışmalı. Ancak tartışma kelimenin cinsiyet merkezli olup olmadığı konusunda yapılmıyor. TDK’nın adam kelimesine verdiği ilk anlam insan. İslam tarihinde kelimenin kökeni hakkında yapılan çalışmalarda da buna benzer bir yaklaşım söz konusu. Görebildiğimiz kadarıyla erillikle bağlantılı olarak kelimeye yaklaşan olmamış. Âdem kelimesi İbranice adamah ya da adam’dan geliyor. Adam Tekvin’de topraktan yaratıldığı ifadesinden kaynaklı olarak toprak ile ilişkili olarak ele alınmış. Netice olarak ise kelime bugün de İbranicede insan türü anlamında kullanılıyor. Ahd-i Atîk’te bu kelime, insan ve insan türü anlamında 500’den çok yerde, nâdiren de özel isim olarak ilk insan için kullanılmıştır.[1] Müslümanlar da kelimenin kökeni hakkında benzer bir yaklaşıma sahip olduğunu belirtmiştik.

Kitab-ı Kerim’de ise kavram insanın halifelik vasfı ile ilişkili olarak ele alınıyor. Yeryüzünün halifesi kılınan Âdem Rabbine karşı olan sorumlulukları ve vasıfları sebebiyle yaratılmışların en üstünü konumuna yükseliyor. Bu bağlamda adam kavramını erillikle ilişkili olarak ele almak oldukça problemli bir zemine işaret ediyor. Gündelik kullanımın bu tarz hataları düşmesi bize ait olan kavramların istenildiği doğrultuda kullanılabileceği anlamına gelmez. Âdemin soyunun yeryüzünün halifesi olma vasfını atlamamak için kadınların da âdemden olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Yeryüzünün halifesi olan insanların bu bakımdan cinsiyet olarak ayrıma tabi tutulamayacağı kesindir. Adem ile Havva’nın (Allah ikisinden de razı olsun) yeryüzüne atılışı birlikte işledikleri bir günahın neticesinde oluyor. Bu durum göstermektedir ki yeryüzünde medeniyet inşa etme vasfı da ikisine birlikte veriliyor. Bir arada ve karşılıklı bir şekilde kayıtsız bir eşitlikle değil aralarında istişare ve adaletle gerçekleştirecekleri bir işten söz ediyoruz.[2]

Bu yönüyle Âdem/Adam ile sorunlu olmak yaratılışa dayalı tarih okumasına ve insana Allah tarafından tevdi edilen ‘halifelik’ vasfına bir itirazı içeriyor. İnsanı köksüz ve başıboş bir varlık olarak ortada bırakan bu itiraz aslında onun verili olarak yeryüzüne gönderildiğini de reddetmiş oluyor. Kavramlarımızın içeriğinin eril veya dişil saptırmalara malzeme kılınması düşünce üretirken temel dayanağımız olan dil noktasında ne kadar ilgisiz olduğumuzu da gösteriyor. Türkçe zaten yamalı bohçaya dönmüş bir dil. Her türlü sorunumuzun temel dayanağı olan düşünce sorunlarımız öncelikle kendisini dil noktasındaki hassasiyetin yitirilmesinde dışa vuruyor ne yazık ki.

 

[2] Kur’an Dersleri, Ali Bulaç, Cilt 3, s. 272, Çıra Yayınları

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!