Bahadır Kurbanoğlu; 41 gündür Suriye’de Esed güçlerinin elinde tutsak olan Adem Özköse ve Hamit Çoşkun için yazdı:
Adem ve Hamit 41 gündür Esad rejiminin elinde. Her ne kadar Suriye’den son yapılan açıklama “ellerinde olmadığına dair” olsa da, bunun traji-komik bir açıklama olduğu da herkesin malumu.
İşin özü, bu kardeşlerimiz, son dönem Türkiye-Suriye ilişkilerinin dramatik kurbanları durumundalar. O kadar ki, Türkiye’nin İran makamları nezdindeki girişimlerinden bile bir sonuç alınamaması bu durumu kanıtlar mahiyette. Durum o raddeye vardı ki, Türkiye-Suriye arasında oluşacak bir “yalancı bahar” için adeta dua eder hale geldik.
Endişelerimizin son dönemlerde artmasına sebebiyet veren en başat husus, kaybolmalarının üzerinden çok kısa bir süre geçtikten sonra Türkiye makamlarının başlattığı girişimlerin ve kamuoyuna yansıyan duyarlılıkların, yerini bugünlerde derin bir sessizliğe bırakmış olması.
Kendilerine rehberlik eden mihmandarın birkaç gün önceki açıklamaları dışında, haklarında herhangi bir habere ulaşılamadı. Elbette “hayatlarını tehlikeye atıcı spekülatif medya dedikodularındansa böylesi daha hayırlı” diye düşünenlerimiz olabilir. Ama kanımca, “hükümet zaten üzerine düşeni yapıyor; gereksiz ve sonuç almayı zorlaştırıcı gündemleştirmelerle siyasi ortamı germenin lüzumu yok, sabretmeliyiz” şeklindeki samimi endişelerle yola çıkılarak oluşturulan ortamın, kamuoyunu bir duyarsızlaş(tır)maya doğru da itmemesi gerekir.
Hükümetin Üzerine Düşeni Yapması, Bizi Sorumluluktan Uzaklaştırmaz
Adem ve Hamit kardeşlerimizin kaybolduğu günden bu yana hükümetin yoğun bir çaba sarfettiği bir vakıa. Konuyla alakalı gizli-açık görüşmelerin halen devam ettiği de gelen haberler arasında. Öyle görünüyor ki, özellikle İran’ın bu konuda takınacağı aklı selim bir tutumun bu meseleyi çabucak çözeceği de bilinmeyen bir husus değil artık. Hükümetin bu yöndeki çabalarının varlığı da bilinmekte.
Öte yandan, bugüne dek İslami kuruluşların, yazılı ve görsel medyadaki duyarlı kesimlerin, kişi ve kurumların da bugüne dek ortaya koydukları çabalar da azımsanmaması gereken bir duyarlılık halesi de oluşturdu. Bütün bunlar bizlerin bu meselede kötümser olmamamıza katkı sağlayan unsurlar. Ancak yine de bu tablo bizleri tatmin etmemeli, daha atılabilecek pekçok adım, yapılabilecek girişimler olduğu gerçeğinden bizleri muhaf tutmamalı. Yapıp edilen olumlu çabalara yaslanıp, bunları yeterli görüp, süreci beklemeye almak bizleri tatmin etmemeli. Çünkü bütün bunlar bizlerin bu konudaki sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor. En azından bu sürece katkı babında elimizden nelerin gelebileceği meselesi üzerinde düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla hiç kimse “ben haklarında bir yazı yazdım”, hiçbir çevre “biz bir-iki basın açıklaması yaptık elimizden ancak bu kadarı gelebiliyor” diyerek bir türlü örgütlenememiş duyarlılıklara mazeret üretmemelidir. Hele ki, “hükümet zaten bu konuda gereken tüm girişimlerde bulundu, meseleyi şimdi de gizli gündemlerle yürütüyordur, bize de sabırlı olmak düşer” deme hakkımız olmadığını düşünüyorum.
Sadece bu konuda değil, genel anlamda Suriye meselesinde yeter derecede sorumluluk alıp, gündemler oluşturamadığımız ortada. Bu biraz da kendi ortak gündemlerimizi oluşturma konusundaki genel dağınıklığımızdan kaynaklanmakta. Özcesi bu meselede şöyle düşünebilmeliyiz; “Hükümetin elinden geleni yapmaya çalıştığı doğru. Kim bu samimi çabaların içerisinde ise Allah onlardan razı olsun. Peki ama biz daha neleri yapabiliriz; ne tür ses getirici, gündem oluşturucu yerel ve küresel çabalar içerisinde bulunabiliriz!”