Adem Özköse, üniversiteli öğrencilerle bir araya geldi

Sunuculuğunu Bilgi ve Erdem Topluluğunun Başkan Yardımcısı Adem Korkusuz’un üstlendiği program Erdem Kartal’ın okuduğu Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı.

Kur’an-ı Kerim’in ardından Bilgi ve Erdem Topluluğu Akademik Danışman Hocası Hüseyin Polat devraldı: ”Bilgi ve Erdem Topluluğun yönetimine ve üyelerine teşekkürlerimi sunuyorum ve hepimizin istediği anlamlı programlar yapıyorsunuz. Bu programlar, etkinlikler Rabbimizin bizden razı olmasına nail olması açısından bir adım olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Kur-an’ı Kerim’e sahip olanlar açmazlara ve çıkmazlara düşmezler. Bu kitabı rehber edinenler, bu kitaba uyanlar ve bu kitabın Resülüne itibar edenler hiçbir zaman çıkmaza düştükleri söylenemez. Ama bu kitaptan uzaklaştığımız an bu Peygamber’in sünneti seneyisinden uzaklaştığımızda bunlarla aramıza mesafe girdiğinde maalesef sıkıntıya düşüyoruz. Sorumlu olduğumuz insanlarda çıkmazlara ve sıkıntılara düşüyor. Bunlardan sorumlu olanlar; bu dini bilen,bu kitabı okuyan ve anlayanlardır. Yani bizler, Müslümanlardır. Bu yüzden kimseyi suçlama gibi bir lüksümüz yokturdur. Sözlerine Ömer Muhtar’ın şu sözüyle son verdi: “Kur'an’ın anlaşılmaması için gürültü çıkaranlar bu dünya da geçici olarak kazansalarda kaybediyorlar aslında. Ama bizimle onlar arasında önemli bir fark var; onlar kaybettiklerini öldüklerinde anlıyor. Biz ise şuan onların kaybettiklerini anlıyoruz.”

Sözü daha sonra konferansını yapması için gazeteci - yazar Adem Özköse aldı. Bu kadar gezince aslında insan kendi kendine soruyor: ”Bu yolculuk nasıl başladı?” Ben Samsun’un Çarşamba ilçesindenim az nüfuslu bir ilçedir. Dünya ile ilk hatırladığım çocukluğumdan bizim evimizde Rus-Afgan savaşı konuşulurdu. Bende ilgi ile dinlerdim. Tabi evde bir İslam Dünyası gündeminin olması bende İslam dünyası sayfalarına ilgi oluşturdu. O zamanlar bizim evimize İslam Dergisi diye bir dergi gelirdi. Dergi gelince hemen İslam coğrafyası sayfasını açardım. Çocukluğumdan aklımda kalan üç isim vardır: Şah Mesut, Hikmet Yar, ve Burhanettin Rabbani’dir. Bunlar Afgan savaşının komutanıydı.

İlkokuldan sonra hafızlığımı yaptım. Hafızlığı bitirdikten sonra memlekete döndüm. Bu sırada Bosna savaşı başladı. Evde her zaman sınırların ötesi konuşulduğundan ben ve bizler Müslümanlara karşı sorumluluk hissetmeye başladık. Bosna savaşının olduğu dönemlerdeydi. Orta birdeydim ben o zamanlar kendi aramızda konuştuk ne yapabiliriz diye. Bir tiyatro kulübü kurduk, Başak tiyatrosu isminde. Ve bir oyun yazdık. Bosna’ya yardım etmek isteyen bir işçi ile çok cimri olan patronun hikayesini anlatıyordu. Biz bu tiyatroyu önce ilçe de sergiledik. Tiyatro beğenildi ve farklı illerde sergilemeye başladık. Bu tiyatronun bilet paralarını Bosna Hersek’teki Müslümanlara gönderdik.

Tabi bu arada kitaplara da ilgim var. Özellikle gezi kitaplarına okudukça hayal kurmaya başladım. Yani dünyayı gezme hayalleri kurmaya başladım. Ve bir şey fark ettim. Mesela bir kale düşünün. Kalenin içinden gökyüzüne baktığınızda gökyüzünün sadece bir kısmını görürsünüz. Çünkü surlar vardır. Eğer; kalenin içinden hiç çıkmazsanız, surları tırmanmazsanız, gökyüzünü kalenin içinde gördüğünüz gibi zannedersiniz. Ama bir gün kalenin surlarına tırmanırsanız, surlardan gökyüzüne baktığınızda kalenin içindeki gibi olmadığını görürsünüz. Bende gezi kitapları okudukça şunu fark ettim, mutlaka surlara tırmanmalıyım yani gezmeliyim. O zamandan beri hayal kuruyordum. Ben hayal kurmayı önemsiyorum.

Sonra sözlerine şöyle devam etti: 13-14 yaşlarında Müslümanlara olan ilgimi bir şey daha etkilemişti. Çeçen-Rus şavaşı vardı o zamanlar. Türkiye’ye illere Çeçen çocuklar gönderilmişti. Bunları gönderme nedenleri ise bir nesil ölürse bu nesil yeni nesli inşa etsinler. Çarşamba’ya da üç çocuk gelmişti. Babam Ramazan da iftara bu çocukları da getirirdi. Bu çocuklar Çeçenistan’ı anlatırlardı ve bizler ilgiyle dinlerdik. Mutlaka evlerimizde İslam Dünya’sından konuşalım. Bizim en büyük sorunumuz hafızamızın olmaması. Mesela aklımıza mimar denildiği zaman aynı şekilde gelişmişlik, sanat denildiği zaman Floransa, Romanya.. gelir ise siz hafızasızsınız demektir. Siz Semerkand’ı bilmiyorsanız, Şam’da, Merv’de, Kurtuba’da olan kültür, sanat, mimari gelmiyorsa bu hafızasızlık alametidir.

O evdeki konuşulanlar benim hayatımı çok etkiledi. Bu böyledir zaten insanın çocukluğu hep sizi takip eder. Ben tabi lise yıllarında nasıl gezeyim diye düşünürdüm. Tam 28 Şubat dönemleri biz üç arkadaş Samsun’da başörtüsü yasağına karşı Büyük Camii meydanında bir bildiri okuduk ve polisler bizi göz altına aldılar. Bir gece emniyette kaldıktan sonra tutuklandık. Üç gün sonra ise üniversite sınavı vardı ve ben sınava cezaevinde girdim. Ben her zaman gazeteci olmak istemiştim ama cezaevinde olduğum için tercih yapamadım. Bütün tercihlerimi babam yapmıştı ve hepsini İlahiyat yazmıştı. Sonuçlar geldi ve Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanmıştım. İlahiyat ikinci sınıf öğrencisi olduğum zaman yine bir eylemde yer aldığım için tekrar cezaevine girdim. Bu süreçte Üniversiteden uzaklaştırma almıştım. Üniversite sınavına bir ay vardı o zaman memlekete gidip tekrardan sınava hazırlanıp İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü kazandım. Okurken Vakit Gazetesin de staj yapmaya başladım. Normalde bir haftalık staj yapacaktım ama onlar daha fazla kalmamı istediler. Oraya çalışmaya başladıktan bir süre sonra Dış Haberler bölümünden bir boşluk oluştu. Ben hemen oraya geçtim ve yolculuklarım başladı.

İlk defa gittiğim yer Şam olmuştu. Üç günlük bir yolculuk yaptım. Bu yolculuk beni çok etkilemişti. Çünkü sınırların dışına çıktığınız zaman sizinle aynı kültürü, aynı inanç içinde olan ve size çok benzeyen insanlar gördüğünüz zaman bu sınırlar anlamını yitiriyor ve bu sefer daha güçlü bir şekilde biz kimiz, ben kimim sorusunu sormaya başlıyorsunuz. Biz nereye aitiz ve nasıl bir medeniyete sahibiz?

Daha sonra ise savaş bölgelerine gitmeye başladım. Bu konu da ise ilk gittiğim yer Irak’tı, sonra Filistin ve Afganistan’a gittim. Tabi daha sonra birçok yere de gittim.

Size birkaç anımı anlatacam ama lütfen İslam Dünyası denildiği zaman sadece kan, göz yaşı , zulüm gelmesin. Bunlar da var ama asla bütün fotoğraf bu değil. İslam dünyası çok renkli bir coğrafya olduğunu düşünüyorum.

Sözlerine şu hatırasıyla devam etti: Biz Gazze’ye savaşın yeni bittiği bir zamanda gittik. Gazze sokaklarında geziyordum. Sokakta oyun oynayan çocukların fotoğraflarını çekmek istedim ama o esnada bir kız çocuğuyla göz göze geldik ve yüzü birden sapsarı kesildi. Çocuk fotoğraf makinamı silah zannetti ve koşmaya başladı. Bir taraftan koşarken bir taraftan da kulaklarını kapatmıştı. Öyle bir kendini kaybetmişti ki ayağından terlikleri fırlamış ve anne anne diye bağırarak Gazze’nin sokaklarında kaybolup gitti. Bu olay beni çok etkilemişti. Biraz zaman geçtikten sonra o kız çocuğuna bir şeyler alıp yanına gittim ama o hali hep zihnimde kaldı. Bu olaydan sonra Türkiye’ye geldim ve Mavi Marmara gemisi kalkacak ve bende katılacaktım. Birkaç gün önce İHH’daki bazı arkadaşlar illeri gezip bu Mavi Marmara’yı anlatmamı rica ettiler.7-8 ile gittim. Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine geldik. Karaburun köyünden bir imam beni aradı ve bizleri köylerine davet edip Mavi Marmara’yı anlatmamızı istediler. O gece imam ile eşi bu konuyu kendi aralarında konuştukları esnada imamın altı yaşındaki oğlu bu konuşmaları duymuş. Sabah uyanır uyanmaz köydekilerin kapısını çalmış ve köylülerden şeker ve çikolata gibi şeyler toplamış. Ben oraya gittiğimde onları bana verdi ve bana bunları oradaki çocuklara götürmemi istedi. Benim aklımda hemen o kız çocuğu geldi. Ama gemide biz onları bulamadık.

Bu acılara rağmen İslam Dünya'yı gezmesi, görmesi çok zevkli bir dünya. Ve bu acıları bileceğiz ama asla bütün fotoğraf bu acılar olmayacak. Bu acıları silmek için uğraşacağız, çabalayacağız. Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi "Umutlarımız, ümitlerimiz acılarımızdan fazla olursa birçok sorunu halledebiliriz." dedi.

Nuri Pakdil Türk modernleşmesini boyun tutulması olarak tarif eder. Coğrafya ve tarih peşinizi bırakmaz. Eğer Osmanlı ve Selçuklu gibi bir tarihe sahipseniz tarih peşinizden gelir.

Allah Resulu müslüman kardeşliğini vücudun aralarına benzetiyor. Kardeşlerimiz bir yerde katlediliyorken bu vücudun azaları diğer azaların sorunlarına bigane kalıyorsa o vücud ölmüş demektir. Her şeye öncelikle o vücudu dirilterek başlatmalıyız.

Sözlerine şunları da ekleyerek devam eden Adem Özköse İnsan ancak başkalarının acılarını hissettikçe, başkalarının acılarını sonlandırmaya çalıştıkça kendini daha fazla insan hisseder. Bir mazlumun, garibanın göz yaşını dindirmek ondan daha çok bize iyi gelecektir, bizi insan hissettirecektir.Çok büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Yani bizim sınırlarımız Edirne'yle Kars arası olan bir sınır değil, bu sınırların ötesinde bizim birde gönül coğrafyamız var. Yeryüzünde İslam'ın hakikat olduğuna dair hiçbir şey olmasa Semerkant, Buhara, Kurtuba, Granada bunlar İslam'ın hakikat olduğunu ispatlamaya yeter.

Yolculuklarımın bana en büyük faydalarından bir tanesi de "farklı bakabilmek; farklılığa, çeşitliliğe karşı daha müsamahakar olmak" bunu kazandırmıştır diye sözlerine devam etti.

İnsanın çevresi insan için imkân olduğu kadar zindandır aynı zamanda. Aileniz, gittiğiniz dernek vardır bu imkândır. Buralar sizi yeni dünyalara, farklı insanlara, kitaplara, düşünürlere taşımıyorsa zindandır aynı zamanda.

Artık dijital çağda yaşıyoruz. Dünyayı keşfetmek çok daha kolay bunun birçok olumsuz tarafıda var. Bugün ne yazık ki değerden ziyade imaj artık ön plana çıkarılıyor.

Gezerken gittiğimiz yerlerin tadını çıkarmalıyız. Bizim şehirlerimiz konuşurlar, şehirlerimizin musikisi vardır. Yeryüzünün en güzel şehirlerini Müslümanların inşa edebileceklerine inanıyorum. Çok mimari, sanatsal eserler gördüm ama hiçbiri beni El Hamra kadar etkilememiştir. 30 dan fazla Batı ülkeside gezdim çok iyi şehirlere de gittim. Adeta gökte yapılmış ve yere inmiş gibi.

Bunları yapanlar ya bizim geçmişimiz, tarihimiz, dedelerimiz değil ya da biz onların torunları değiliz.

Adem Özköse konuşmasına Teoman Duralı'nın "Hafızamız yok, hafızamızı kaybetmişiz." vurgularıyla devam etti. Ara sıra hatırlıyoruz. Bu hafızayı tekrar keşfetmemiz lazım. Çünkü insan kim olduğunu, nereden geldiğini hissettiği, anladığı andan itibaren geleceğe bambaşka bir perspektifle bakmaya başlar. Bunun için mutlaka okumak lazım. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin her şeyden önce bir imana ve insana güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum. İman en büyük güçtür. Bunu Suriye'de kaldığım zaman birkez daha orada keşfettim. Hayatımızda hiçbir şey yoksa; nereden başlamalıyım sorusunun cevabı Kuran'la, Allah Resulunün hadisleriyle tanışmak lazım. Aristo'nun okumak iyiyle doğruyu ayırmak, iyiyle yanlışı fark etmektir.

Okumak sadece entellektüel bir çaba değildir. Bize hayatın var oluşunun hakikatini öğretir. En çok fark ettiğim şeylerden bir taneside tevhidin ne kadar önemli olduğudur. İnsanın ancak tevhidle insan olabileceğidir. Şirkin insanın haysiyetini onurunu ne kadar kötü bir hale getirdiğini fark ettiğimiz zaman tevhidin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.

İmandan sonra okumak islami doğru anlamamız lazım. Din çok büyük bir imkân olduğu gibi yanlış anlarsak korkunç şeylerde yapabiliriz. Din doğru anlaşılmazsa çok tehlikeli bir şey. İnsanları diriltmek için yeryüzünü güzelleştirmek için gelen bir din bizim dinimiz. İlim, merhamet, insanlık yoksa bir din bunları üretmiyorsa müslümanlar olarak bizler bir dine tabiyiz daha adil, güzel olmuyorsak bir dine niye inanıyoruz.

Yaşadığımız toplumda, yeryüzünde insanlar bize güvenmeliler. Atalarımız diyorki önce itimat sonra sonra itikat. Allah Resulu her şeyden önce emindi. İslam da kimlikçi bir adalet anlayışı yoktur. Yani müslümana karşı benim partime karşı benim teşkilatıma karşı haksızlık yapıldığında ses çıkarayım aynısı diğerine yapılsın susayım gibi bir anlayış yok. İşe önce İslam'ın adalet anlayışını anlayarak başlamamız lazım. Bir kişi edildiği zaman ister dinli ister dinsiz olsun, ister Türk ister Kürt olsun bir kişi edildiğinde bir zulme uğradığında beni ancak Müslümanlar korur ben Müslümanlara sığınmalıyım dedirtirsek ülke değil dünya değişir.

Müslümanlar farklı medeniyerleri dönüştürmüşlerdir. Çünkü Müslümanların dönüştürecek bir dinleri inançları vardı. Mesela Moğollar ise yayılmış ve dönüşmüşlerdir. Cesur insanlar kendileriyle yüzleşebilen insanlardır. İstişareyi içselleştirmeliyiz.

Özköse konuşmasının sonuna doğru her ne olursa olsun umudumuzu yitirmeyeceğiz. Umutlanmamız için çok sebep var. İslam bittiği zaman her şey biter. Daha iyi ve daha güzel bir dünyayı müslümanlar kuracak. Muhammed İkbal'in "Müslümanlardan kaç, İslam'a sığın." dediği müslümanlar degil bu dini en güzel şekilde temsil eden,adalet, güven, iyilik dendiği zaman akla gelen Müslümanlar olacaktır.

İnsanların Dünya nereye gidiyor? sorusunun cevabının; "Ben nereye gidiyorum." sorusunda olduğunu düşünüyorum. Ben daha merhametli, iyi, adil olursam dünyada böyle olacaktır. Hz. Ömer münafikların listesinin yayınlandığını duyuyor. Listede kendisinin olup olmadığına bakıyor. İnsanın en temel meselesi bu bağlamda kendisidir. Biz daha iyi olduğumuz zaman daha iyi bir İslam dünyası olacaktır.

İslam coğrafyası bir umuttur diyerek sözlerini tamamladı. Konferansın ardından Adem Özköse'ye verilen teşekkür armağanıyla program sona erdi. Ve program sonunda yazar kitaplarını imzaladı.

Haber: Rabia Ateş/ Gülcan Canpolat

Fotoğraf: Sümeyye Karakuş / Zeynep Sağlam

Etkinlik-Eylem Haberleri

Özgür-Der, Gazze’deki kardeşlerimizle dayanışmasını sürdürüyor
Batman Özgür-Der’de ‘’İslam ve İnsan’’ konuşuldu
Sağlık çalışanları Gazze'deki soykırımı Antalya'da protesto etti
Saraçhane'de direniş ve zafer coşkusu: Özgür Gazze, Özgür Suriye!
Suriye zaferi Bingöl’de tebrik edildi