Allah, Âlemlerin Rabbi olarak yanına ihsanı ve iyiliği de ekleyerek her daim “adaleti emrediyor”. Çünkü yerler ve gökler gibi toplumsal işleyişin de adalet üzere olması insanlığın selameti açısından zarurettir. Adaletin çürümesi, iflası veya yokluğu istisnasız her dönem ve toplum için bitimsiz felaketler zincirinin birincil sebebidir. Böyle olduğu içindir ki; Allah adalet yapanları severken zalimleri hiç sevmez.
Modern dönemde Türkiye’nin hiç eksik olmayan ve çoğunlukla ciddi gerilimlere sebep olan tartışmalarının başında gelen meselesi din-İslam ve siyaset arasındaki ilişki biçimi olduğunu biliyoruz. İslam ve siyaset arasındaki ilişkiyi belirleme, iktidar sınıfları ve ideolojisi adına İslam’a pasif olmanın da ötesinde edilgen bir rol biçildi. Öyle ki İslam, tamamen konjonktürel gerekçeler ve pragmatik hesaplarla devletin hizmete koşmak istediği bir unsur gibi değerlendirildi.
Çözümün Değil Sorunun Kaynağı
Kimi Kemalistler için sevindirici cevap şöyle bir soru sorulunca kendiliğinde açığa çıkmaktadır: AK Parti Hükümeti ile Fethullah Gülen Cemaati/kadroları arasında yaşanan gerilim ve mücadele “laiklik ilkesi”nin ne kadar hayati önemde olduğunu mu ispatlamıştır acaba? Mevcut gelişmeleri bu sebeple ‘hayra’ yoran ulusolcuların şu sıralar keyiflerine diyecek yok. Onlar yine ‘haklı’ çıkmanın gururunu yaşıyorlar.
Daha liberal demokrat kulvardaki çevreler çözüm yolunda şöyle çözümleyici bir rota çiziyorlar: Kemalist laiklik değil de biraz daha soft olanı yani seküler akılla hareket etmemek sorunun en önemli sebebi midir? Aydınlanma, ilerleme ve fayda temelli siyaset ve toplumsal ilişki modeline aykırı hareket eden AK Parti ve Gülen Cemaati arasındaki çatışma halinin sonlandırılması için kimlerden hangi türde akıllar almak gerekir?
Farklı bir yerden, ‘laik muhafazakâr’ perspektiften bakanları temsilen Alev Alatlı gibi ‘yurtsever’ bir aydına kulak verecek olursak çözüm yolu “Yunus Emre referanslı Anadolu İslamı”ndan başka bir yerde değil. Alatlı’nın ‘bilge din adamı kimliğini kaybettiği’ için hedefe oturttuğu Fethullah Gülen eleştirisi de devleti temsilen Başbakan Erdoğan etrafında kenetlenme önerisi de başta Ayşe Böhürler (Yeni Şafak) olmak üzere epeyce bir ilgi ve destek buldu.
Adeta yeniden tanımlanan, heyecanla keşfedilen, bir ara kaybolmuş da şimdilerde bulunmuş bir laiklik ideali için büyük bir fırsatın eşiğindeymişiz gibi suni bir sevinç atmosferine gark olanlar geçidiyle karşı karşıyayız sanki. Kendini aldatmakta bir beis görmeyenlere sözümüz olamaz elbette. Ama laiklik ilkesi adına girişilen zulümleri görmezden gelmemizi ve kestirmeden unutup gitmemizi tavsiye edenlerden daha konumu seçenler olduğunu da işaret etmekte fayda var.
İtikadi, ahlaki, fıkhi veya siyasi açıdan mevcut derinlikli sorunlara yol açan zaaf ve hastalıkları görmezden gelip ‘laiklik’ prensibine yapışan tutarsız ruh hali hakikaten tedaviye muhtaç gözüküyor. Sorunun kaynağına çözüm ve ilaç niyetiyle sarılmanın bedeli eskiye nazaran daha ağır olabilir oysa. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmanın diğer adı “laikliklerden laiklik beğen modası” siyasal kriz ortamında anlaşılan epeyce sapmaya vesile olacak gibi duruyor.
İtikat ve Siyasette Adalet
Fethullah Gülen ve Cemaati’nin ciddi bir siyasi kriz kapımıza dayanıncaya kadar kapsamlı bir biçimde kritik edilmemiş olması hepimiz açısından büyük bir kayıptır. Kayıptır ama bu sorun Gülen ve Gülen camiasıyla da sınırlı değildir. Sorunun Hükümeti, hükümeti destekleyen başka diğer cemaatleri de kuşatan köklü ve kronik bir cephesi olduğu inkâr edilecek gibi değil.
Fethullah Gülen ve örgütlediği Cemaat yapısının hem itikadi hem de siyasi bir dizi sıkıntının taşıyıcısı olduğu malum. 17 Aralık sonrası yaşanan emniyet ve yargı merkezli gelişmeler bunun çok boyutlu ispatlarıyla ortada. İlaveten Mavi Marmara’ya ilişkin skandal niteliğindeki beyanatlardan bedduaya değin tepeden tırnağa çirkinlik abidesi sayılabilecek geniş bir günah galerisi inşa edildi.
Karikatür gibi gözükse de Rasulullah Muhammed Mustafa’nın da dâhil edildiği Meksika dizisi tadındaki rüyalar skandalıyla süreç hepten ayağa düşürüldü, paspas edildi. Kendi tabirleriyle İslamcılık/Siyasal İslam karşıtı temelde yükselen ve hem küresel hem de ulusal iktidar sınıflarla işbirliğine teşne Bâtıni bir İslam’ı yerleştirmek gayesiyle gizlilik/takıyye ve şantaj-tehdit gibi unsurları içselleştirmeyi marifet saydılar.
17 Aralık’ın bir darbe girişimi olduğunu unutmadan siyaset-hükümet cephesinde beliren her türden yolsuzluk ve usulsüzlüğü de “komplo, tezgah, dış güçlerin oyunu, iftira” gibi savunma mekanizmalarıyla savuşturmanın bütün bir bünyeyi kangrene sürüklemek olduğu unutulmasın. İtikadi sapma sadece saçma sapan rüyalar yoluyla değil bazen de yolsuzluklar, iltimaslar, rüşvetler yoluyla da ikame etmekle emrolunduğumuz adaleti felç edebilir.
Özetle sadece Fethullah Gülen ve camiası nezdinde değil bunun işaretini veren siyasi-sosyal bütün yapılarda Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Seniyye merkezli ciddi bir ıslah ve tecdit ihtiyacımız olduğu aşikârdır.