Birkaç gün önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Hukukçular Derneği’nin iftarında 15 Temmuz Darbe yargılamaları, FETÖ soruşturmaları ve OHAL uygulamalarına dair bazı değerlendirmelerde bulundu. Bozdağ’ın hukukçu muhataplarına son derece kesin bir dille “kimseye ayrıcalık gösterilmiyor, kimseye bir imtiyaz yapılmamaktadır” gibi cümlelerle hitap ettiği dönem kimi tutuklama ve tahliyeler dolayısıyla yargı süreçleri ve üzerine düştüğü iddia olunan siyasal gölgeler kamuoyu nezdinde ciddi bir tartışma ve eleştirinin konusu oluyordu.
Türkiye halkının bir bütün olarak en çok arzu ettiği hatta ağır bedeller ödemeyi dahi göze aldığı meselelerden birisi de darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmaktır hiç şüphesiz. Darbeyi mümkün kılan ideoloji, kadrolar, kanunlar, iç ve dış desteklerle kökü kazınıncaya kadar hesaplaşmak ve bu hesaplaşmada gerek yargı kurumlarına gerekse siyasal iradeye açık çek verildiği, sınırsız destek sunulduğu aşikârdır. Hukuku, siyasal ve toplumsal iradeyi tahkim etmek üzere darbenin ve darbeci kadroların ideolojisine, söylemlerine hiç ama hiç itibar edilmeksizin muazzam bir direncin sergilendiği 15 Temmuz süreci bunun hem ispatı hem de teminatıdır.
Merhamet Değil Tutarsızlık Krizi
Ancak son birkaç aydır başka bir takım sorunları konuşmaya başladık. Daha doğrusu kimi sorunları doğru telaffuz etmek, trol ve tetikçiler tarafından estirilen yalan, iftiran ve linç atmosferinden sıyrılıp gidişatı esir alan önemli yanlışlara dikkat çekmek ne ölçüde mümkünse. Esas sıkıntı darbe ve darbecilerle iltisaklı veya irtibatlı kişi ve kurumlarla, işbirlikçi ve yatakçılarıyla hesaplaşmaktan uzaklaşan bir seyirden kaynaklanıyor. Darbe kalkışmasında suçüstü yapılan silahlı veya silahsız, üniformalı veya sivil kadroların yargı sürecinde sergiledikleri inkârdan saptırmacaya değin türlü hinlikleri tartışmıyoruz. Konu açıkça çok geniş ve fakat FETÖ’nün askeri darbeye kadar vardırdığı bin bir türlü melanetleri örgütlemesinde hemen hiçbir katkısı ve etkisi olmamış kesimlerin maruz kaldığı ağır iddianameli yargı süreçleridir.
Yargının kararları giderek daha fazla tartışmalı hale geliyor. Üstelik bu tasvir klasik ve kronik bir yıpratma taktiği olarak devrede tutulan bir kara propaganda operasyonu değil. Düşmanlık niyetiyle söylenenler veya bireysel aldanışlar, hesaplar, beklentilerden çok başka bir durum var ortada. İtham ederek, sesini kısarak, alay konusu yaparak ne sorunlar yok edilebilir ne de yargı süreçleri hukuk ve toplum nezdinde temize çıkarılabilir. İtiraz ve eleştirilere daha önemlisi türlü itham ve şaibelerle mağdur edilenlerin sesine, feryadına bir an önce kulak kesilmek icap ediyor.
Şimdi daha güçlü ve daha sık bir biçimde sormak icap ediyor: Ömer Faruk Kavurmacı ve Ekrem Yeter’in FETÖ’den tutuklanıp adli kontrol şartıyla tahliye edilmesi adalet ve siyasetin üzerine kara bir damat gölgesi düşürmüş müdür, düşürmemiş midir? Kavurmacı FETÖ’nün sermaye örgütlenmesi olan TUSKON’un kurucu ve yöneticilerinden biri. Yeter ise FETÖ’nün tıpçı örgütlenmesi olan Uluslararası Sağlık Federasyonu’nun (USAF) başkanı. Eğer FETÖ ile mücadele sıklıkla vurgulandığı üzere devlet ve toplum için bir hayat memat meselesi ise bu tahliyeler neden yapıldı? Asker, polis, hâkim ve savcı dışında halen cezaevlerinde FETÖ suçlamasıyla bulunanlar içerisinde hangileri Kavurmacı veya Yeter kadar etkin ve belirleyici olmuştur ki onlar için şartı tahliye kararı verilememektedir?
Adaleti Felç Eden Virüsler
Hayır, zenginlere, üst düzey yöneticilere veya belli ailelere yönelik kronik bir düşmanlığım yok. Zaten asli mesele “neden onlar tahliye edildiler?” sorusunda değil. Öncelik neden haklarında doğru düzgün bir suç delili olmayan, kimi ihbar ve zanlarla binlerce insan haklarından mahrum edilmektedirler? Adalet Bakanı Bozdağ’ın asla ve kat’a vurgularıyla güçlendirdiği ayrımcılık ve imtiyaz iddialarını reddi toplumda itibar görmüyor. Kamuoyu hukukun gölgelendiği, kişiye özel muamelelerin arttığı yönünde bir kaygıyı, itirazı giderek büyütmektedir.
Aylarca mahkemeye çıkarılmamış insanlar var. İddianamesinde ciddi hiçbir suç delili bulunmadığı halde tutuklu yargılanan binlerce insanın ailesi acı çekiyor. Tam da bu süreçte ‘damat’ kategorisinde bulunan iki kişi için yıldırım hızıyla tahliye kararı çıkarılıyor! Üstüne yapılan değerlendirmede Sayın Bozdağ şu cümleleri kuruyor: “Türkiye bir hukuk devletidir. Yargılamaları da hukuk devletinin ön gördüğü kurallar içerisinde olmalıdır, oluyor ve olmaya da devam edecektir.” Oysa darbeler ve darbecilerle mücadele süreci bizzat yargı mekanizması ve siyasal irade tarafından sergilenen çelişkili ve çifte standartlı tutumlarla zaafa uğratılmaktadır.
Darbeyle ve darbecilerle hesaplaşma mücadelesi sadece dışarıdan, düşman kamptan gelen etkilerle inkıtaa uğratılmıyor. İçeriden yani meselenin bizzat sahipleri tarafından sergilenen kimi çıkar ilişkisine kimi akraba ve dostluk ilişkisine yaslanan tutarsızlıklar, çifte standartlar, imtiyaz tanıma veya kol kanat germelerle de darbeyle mücadele süreci sabote ediliyor. Şantaj ve tehdit gibi unsurların ne oranda etkili olduğunu bilemem.
Kitlesel tutuklamalara hız veren yargı çok sayıda insanı mağdur ediyorken işin merkezinde bulunan insanları ise aklamaya, kurtarmaya endekslenirse büyük felaket kaçınılmaz demektir. Faturanın sadece savcı ve hakimlere çıkacağını, siyasi iradenin toplum nezdinde hep masun kalacağını zannedenler fena halde yanılıyorlar.