HSYK'yı, hep umumun menfaati için eleştirmiştik. Bu sefer kendi gazetemiz için eleştireceğim.
Hem eleştireceğim, hem de cevap bekleyeceğim.
Olay şu: Ankara 2. Asliye Ceza Hakimi Nuri Öztürk, HSYK tarafından bu yılın başında, Yargıtay'a seçildi.
Sadece Öztürk değil, onunla birlikte toplam 34 hakim Yargıtay’a gitti. Ama Öztürk'ün boşalttığı koltuğun özel bir önemi vardı.
2. Asliye Ceza Mahkemesi, kanuni zorunluluk gereği, basın davalarına bakıyordu. Dolayısı ile, basın yoluyla işlenen suçlarda, Ankara’da yapılan tüm şikayetlerin incelenme yeri, 2. Asliye Ceza hakimliği..
Hırsızı, darpçıyı, nara atanı yargılayanların yanında, gazetecileri yargılayacak olan 2. Asliye Ceza Hakimi’nin özel bir önemi oluyordu.
Biz önemin farkındayız da, HSYK değil mi?
Tabii ki onlar da farkında.
Onun için de, uzun araştırmalardan sonra, Haziran ayında 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin hakimini belirlediler.
Kürşat Hamurcu beyi yetkilendirdiler.
Hukukçuyum ama, Kürşat beyi tanımam. Olumlu olumsuz bir bilgim yok.
Ama çok kısa süre içinde, 15 günde ardı ardına gelen üç mahkumiyet kararı ile, kendisini tanımış oldum.
Evet, Vakit gazetesinin sorumlu müdürüne, 15 günde, 3 ayrı dosyadan ceza verdi Kürşat bey..
Durun, hemen itiraz etmeyin, “Ne o, dokunulmazlığınız mı var sizin? Hakettiyseniz, tabii cezayı da alacaksınız” demeyin..
Ceza almaktan çok, ceza alırken sanığın sorgusunun bile yapılmamasına benim itirazım..
Evet, yanlış okumuyorsunuz.. Üç cezanın üçünde de, sanığın sorgusu yapılmadı..
Şimdi burada durup düşünmemiz lazım..
HSYK bu tür atamalarda ne derece doğru/isabetli karar alıyor?
Kararları veren Kürşat beye, muhabirlerimiz ulaşmak istemiş. Kürşat bey, kararlar hakkında konuşmak istememiş.
Kendi takdiridir.
Kararı vererek, artık dosyadan elini çektiğine göre, sorulara cevap verebilirdi.
Ama cevap vermek istememiş.
O zaman, Kürşat beyi o göreve layık bulan HSYK'ya soralım. Özellikle de, HSYK içinde tek ceza hakimi olan Ali Suat Ertosun beye soralım, "CMK'da, ifade almadan karar verilmesi mümkün mü?"
Yoruma falan gerek yok. İhtilaflı bir konu da değil.
Çok net. Çok basit.
Ergenekon davasında, çoğu hukukçunun hayatında hiç duymadığı faraziyeleri ciddi ciddi gündeme getirip, sanki her gün uygulanan bir kuralmış, sanki herkesin bildiği çok kesin bir kaideymiş gibi yorumlar yapılıyor, eleştiriler getiriliyor.
Oysa onların çoğu, ihtilaflı konular.
Ama buyrun, Türkiye'de tek bir hukukçu çıksın desin ki, "Evet, sanığın ifadesi alınmadan.. Sanığın sorgusu yapılmadan.. Kendisine iddianame okunup ne diyeceği sorulmadan, aleyhine karar verilebilir!" Bir tek kişi bunu söylesin, gerekçesini ortaya koysun, eyvallah diyeceğim..
İşin doğrusu, böyle bir uygulama hiç mümkün değil.
Basın davasını falan boşverin. En adi suçta bile.. En basit davada bile, sanığa iddianame okunur, savunması sorulur, sonrasında karar verilir..
Ama basın davalarına bakan hakimimiz, gazetemizin sorumlu müdürünü, sorgusunu dahi yapmadan mahkum etti. Hem de üç dosyadan birden..
Şikayetçiler kim?.. Dava konusu yayınlarda ne denilmiş, onlar ayrı hususlar.
Ama İstiklal Mahkemeleri'nden bildiğimiz, "Sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine" olayını 2010'larda yeniden yaşamış olduk.:
HSYK üyesi Ali Suat beye soruyorum...
Siz ceza hakimliği yaptınız. Şu an da, Yargıtay'ın ceza dairelerinden birisinde görevli iken HSYK üyeliğine seçildiniz. Ceza hukukunu, ceza usul hukukunu çok iyi bilirsiniz.
Söyler misiniz, sanığın sorgusu yapılmadan mahkumiyet kararı veren hakimin, usul kurallarına uygun davrandığı söylenebilir mi?
Bu kadar basit bir kurala aykırı karar vermek, hem de üç dosyadan birden, nasıl olabilir?
Dikkat buyurun.. Olayın siyasi yönünü tamamen yazı dışı bırakıyorum..
Şikayetçilerin kimlikleri.. Bizim çizgimiz.. Haberlerin içindeki hususlar.. Sorumlu müdürün, haberi yazan kişi gibi cezalandırılması vs.. Tüm bunları kenarda tutuyorum..
Ve tekrar soruyorum: “İddianame tebliğ edilmemiş, yüzüne okunmamış, sorgusu yapılmamış, haberi yazan kişinin adı kendisine sorulmamış gazeteciye nasıl ceza verilir?”
VAKİT