Adaletin Bekası mı, Bekanın Adaleti mi?

Yazısında FETÖ ile mücadeledeki haklılığı gölgeleyen mağduriyetleri değerlendiren Elif Çakır, Yargıtay üyesi Abdullah Yaman’ın maruz kaldığı tehditlere dikkat çekiyor.

Yazısında FETÖ ile mücadeledeki haklılığı gölgeleyen mağduriyetleri değerlendiren Elif Çakır, Yargıtay üyesi Abdullah Yaman’ın maruz kaldığı tehditlere dikkat çekerek “Yüksek yargı mensubu birisinin FETÖ operasyonuna maruz kaldığını, başına FETÖ sopasının indirildiğini söylüyor, ‘adalet’ diye feryat ediyorsa ‘vah ki vah’ sıradan normal bir vatandaşın haline.” diyor.

Elif Çakır’ın Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısı (12 Aralık 2018) şöyle:

ADALETİN BEKASI MI BEKANIN ADALETİ Mİ?

Başlıktaki cümle Yargıtay Üyesi Abdullah Yaman’a ait. Birkaç gün önce kaleme aldığı yazının başlığı...

***

“FETÖ ile mücadele çerçevesinde ihraç edilenleri kriptoların seçtiği, asıl  kripto FETÖ’cülerin ise halen görevde bulunduklarını, FETÖ’cü olmayanların tasfiye edildiği söyleniyor...?”

Bu iddia, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 7 Eylül 2016 tarihinde yani 15 Temmuz kanlı darbesinden 2 ay sonra, Çin ziyareti dönüşünde uçakta soruldu.

Hatırlayacaksınız... Kanlı darbenin üzerinde hâlâ dumanların tüttüğü o günlerde, hakkaniyet adına ‘aman hukuki çizgiden sapılmasın’, ‘aman mağduriyetler oluşmasın’ hatırlatması yapanların FETÖ’cülere sahip çıkmakla itham edildiği o günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu soruya verdiği cevapla ‘kurunun yanında yaşın yanmayacağı’ garantisini vermişti.

“At izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var. Öyle yorumlar yapıyorlar ki, suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyorlar. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan durmak lazım.” (Erdoğan, 7 Eylül 2016, Çin dönüşü)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerinden 7 ay sonra,  15 Temmuz darbe girişimin ardından üniversitelerden bakanlıklara, yargıdan polis teşkilatına kadar kamu ve özel kurumlarda yapılan tasfiyelerde oluşan mağduriyetleri gidermek için kurulan OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu göreve başladı. (“At izi komisyonu, görev başında”, Karar Gazetesi, 7 Temmuz 2017)

Zira, FETÖ ile uzaktan yakından alakası olmayan isimlerin FETÖ ile suçlanması, bulundukları kurumlardan isimler ihraç edilmesi, çok haklı olarak insanda ‘ne oluyor’ tedirginliğine sebebiyet vermeye başlamıştı.

FETÖ soruşturmalarında yapılan her hata, verilen her yanlış karar, hem ülkemizin dışarıda hukuk devleti ilkesine zarar verir hem de toplum nezdinde FETÖ davasını itibarsızlaştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer.

FETÖ davasında, hakimler, savcılar ve özellikle FETÖ’yü devlet kurumlarından temizlemekle görevlendirilen kişiler karar verirken, sırat köprüsü üzerinden geçtikleri bilinci ile hareket etmeleri gerekiyor.

Özellikle hakimlerin ve savcıların. Bir ülkenin yargı kurumuna güvensizlik, aslında o ülkenin devletine olan güvensizliktir. Bir devlet vatandaşlarının karşısına çıkıp ‘yargıya güvenin’ dediğinde yargıya güven tesis edilmiş olmuyor.

“Halkın adalet sistemine duyduğu güven, yargı organının büyük bir özveri ile sistematik şekilde çalışıp elde edilecek bir sonuçtur. Bu konuda hiçbir şey yapmadan toplumun yargıya güvenmesini veya mevcut güvenin artmasını beklemek büyük bir gaflettir.” (İsmail Rüştü Cirit, Yargıtay Başkanı, 28 Haziran 2018)

***

Gelelim bu yazıyı yazma sebebime...

Yargıtay üyesi Abdullah Yaman’ın birkaç gün önce kaleme aldığı “Adaletin bekası mı, bekanın adaleti mi?” başlıklı yazını okuduğumda şunu düşündüm

- FETÖ’cüler hâlâ iş başında ‘at izini it izine’ karıştırmaya devam ediyorlar.

- Ya da oldukça kullanışlı olan FETÖ’cü sopasını kişisel meseleler için hâlâ fütursuzca kullananlar var.

Abdullah Yaman sosyal medya hesabında, ülkemiz sorunlarına dair itirazlarını, önerilerini dile getiren yazılar kaleme alıyor. Özellikle yargı, adalet, hukuk üzerine yazdığı yazılar, bir yüksek yargıç olması hasebiyle zaman zaman gazetelerde alıntılanıyor ya da internet sitelerinde haberleştiriliyor. Bu köşenin okurlarının Abdullah Yaman ismine yabancı olmadıklarını söyleyebilirim. Sadullah Ergin’in adalet bakanlığı döneminde müsteşarlık yapan Birol Erdem’in ve eşinin akıllara ziyan bir şekilde FETÖ suçlamasıyla gözaltına alındığında, Abdullah Yaman’ın bu gözaltına isyanını, tanıklığını, şahitliğini dile getiren, meslektaşlarına oldukça cesur bir şekilde “Ne yapıyorsunuz siz” diyen yazısını hatırlatmakta fayda var.

FETÖ davasında yapılan hukuksuzluklara dikkat çeken, yapılan hukuki hatalar nedeniyle önümüzdeki birkaç yıl sonra neredeyse bütün FETÖ’cülere af çıkartmanın kaçınılmaz bir sosyolojiyi oluşturacağını dile getiren Abdullah Yaman, FETÖ suçlamasıyla karşı karşıya olduğunu söyleyen yazılar kaleme alıyordu. Ben ilk başlarda bunun bir linç operasyonu olduğunu düşünmüştüm. Ancak mevzu oldukça ciddi.

Devlet kurumlarının tamamına yakınının FETÖ’den temizlendiği böylesi bir süreçte yüksek yargı mensubu birisinin FETÖ operasyonuna maruz kaldığını, başına FETÖ sopasının indirildiğini söylüyor, ‘adalet’ diye feryat ediyorsa ‘vah ki vah’ sıradan normal bir vatandaşın haline.

Yaman kaleme aldığı “Adaletin bekası mı bekanın adaleti mi?” başlıklı yazısında şunları anlatıyor:

“Sayfayı özel meselelerin dile getirildiği bir mecraya dönüştürmemek için elimden geleni yapıyorum. Ne var ki sürekli muhatap olduğum ‘çocukların durumu ne oldu’ sorularına tek tek cevap vermekten yoruldum. Yaklaşık iki yıldır açıkta olan oğlumla ilgili lakaytsızlık devam etmekte. Savcılığın verdiği takipsizlik kararı, içişlerinin rehin alma operasyonuna en ufak bir etkide bulunmadı.”

“Kendisiyle ilgili hiçbir itham bulunmamasına rağmen sırf kardeşi açıkta bekliyor diye ilişiği kesilen küçük oğlumla ilgili açmış olduğumuz yürütmeyi durdurma talepli davanın ilk aşaması retle sonuçlandı.”

“Sağ olsun bazı dostların  “çocuklarının durumunu devletin tepesine iletelim orası halleder” teklifleriyle karşılaşmadım değil… Sıradan bir polis memuru işinin bile Cumhurbaşkanlığı üzerinden halledilmesine prensip olarak karşı çıktığım için “evet” diyemedim… Kaldı ki, adaletsizlik selinin önünden bir iki kütük kapmışsın, ne fayda… Memleketin adalet manzarasında hissemize düşen bu..”

“Düşünebiliyor musunuz, vazifesi olmadığı halde “cemaatin” en güçlü dönemlerinde bile onların bu memleket için ne denli tehlikeli olduğuna dair yazılar yazan bir insanı iltisak miltisak ayağıyla itibarsızlaştıracaksınız…”

“Hak’la, adaletle, hukukla müttefik olmanın bereketi yerine; dünyevi kazanca odaklı ittifaklardan çare aradınız… Bir beka meselesi yaşadığımız doğrudur… Lakin o beka işgal

edilen pozisyonların muhafazasıyla değil adaletin ikamesiyle devam ettirilebilir...”

“An itibarıyla sizi siz yapan değerlerden ve onlardan ötürü size değer atfeden insanlardan yalnızlaştırma operasyonu başarıyla tamanlandı. Gelinen aşamada FETÖ’cüler ya da FETÖ’cü diye itibarsızlaştırdığınız insanlarla benzer akıbeti paylaşmamak için önümüzde yalnızca iki seçenek kaldı: Ya hayat boyu dokunulmazlık zırhı ilelebet devam ettirilecek, ya da FETÖ’ye yardım yataklıkta bulunanlara toplu af çıkarıp bizzat kendi istikbalinizi garanti altına alınacak.

“Şu ana dek gücü temsil ettiğiniz için size an ala şekilde biat eden mikroplar, bağışıklık sisteminizin çökmesini gözetmekte… Bünyenizin zayıflık gösterdiği bir anda aktive olup, sizi içten çökerteceklerinden en ufak bir şüphe duymuyorum…”

Oldukça vahim değil mi? İktidar içinde FETÖ ile hiçbir bağlantısı olmadığı iyi bilinen, tanınan bir yargıcın başına bunlar gelebiliyorsa, bir yüksek yargı mensubunun başına böylesi bir hukuksuzluk geliyorsa, yaşadığı adaletsizlik karşısında eli kolu bağlı kalabiliyorsa... Dün FETÖ’nün güçlü olduğu dönemlerde FETÖ’nün zulmüne uğrayıp bugün FETÖ suçlamasıyla karşı karşıya kalabiliyorsa...

Ortaya çıkan sonuç, hâlâ birileri kişisel menfaatleri için FETÖ sopasını kullanıyor ya da FETÖ’cüler at izini it izine karıştırmaya devam ediyorlar.

____________________________________

Elif Çakır’ın atıfta bulunduğu Abdullah Yaman’ın bahse konusu yazısı:

ADALETİN BEKASI MI BEKANIN ADALETİ Mİ?

Abdullah Yaman / Hukukmedeniyeti.org

Sayfayı özel meselelerin dile getirildiği bir mecraya dönüştürmemek için elimden geleni yapıyorum. Ne var ki, sürekli muhatap olduğum “çocuklarının durumu ne oldu” sorularına teker teker cevap vermekten bıktığım için bu yazıyı kaleme aldım…

Yaklaşık iki yıldır açıkta bekleyen büyük oğlumla ilgili lakaytsızlık devam etmekte… Savcılığın verdiği takipsizlik kararı, İçişlerinin rehin alma operasyonuna en ufak bir etkide bulunmadı, maalesef…

Kendisiyle ilgili hiçbir itham bulunmamasına rağmen sırf kardeşi açıkta bekliyor diye ilişiği kesilen küçük oğlumla ilgili açmış olduğumuz yürütmeyi durdurma talepli davanın ilk aşaması retle sonuçlandı… Sabah akşam yer değiştirme kararnamelerinin çıktığı bir ortamda sürülmeyi göze alan bir hakim heyetine denk gelememenin talihsizliğini yaşadık…

Sağ olsun bazı dostların “çocuklarının durumunu devletin tepesine iletelim orası halleder” teklifleriyle karşılaşmadım değil… Sıradan bir polis memuru işinin bile Cumhurbaşkanlığı üzerinden halledilmesine prensip olarak karşı çıktığım için “evet” diyemedim… Kaldı ki, adaletsizlik selinin önünden bir iki kütük kapmışsın, ne fayda…

Bu arada evimin usulsüz bir şekilde aranmış olmasına karşı tazminat davası açmak istedim ancak Yargının “altın çağını” yaşadığı bir dönemde, hissemize bronz bile düşmeyeceği endişesiyle yutkunmakla geçiştirdik…

Özetle, memleketin adalet manzarasında hissemize düşen bu…

Bir kısmınız “öyleyse sen niye halen bu mekanizmanın içerisindesin” diye sorabilirsiniz… "Çekip gitmeyi" yabana atmıyorum… “Madem sonuca etkili olamıyorsun bari dişlinin bir parçası olma” diye iç hesaplaşması geçirmiyor değilim…

İstişarede bulunduğum aile efradının “iyi ama emekli olursan seni bir gün bile dışarda tutmazlar” motivasyonuyla devam demekten başka çare bulamadık, maalesef…

EYY, KONJONKTÜREL MUKTEDİRLER!!!

An itibarıyla tüm devlet gücüne hakim olmaktan ötürü, en masumunu FETÖ’cü yapabileceğiniz gibi en ala FETÖ’cüye şefaat edip payelendirebilirsiniz de… Orta yerde size hesap soracak hiçbir unsur bırakmadığınız için yaptığınız her şeyin nefsinize doğru gösterilmesi kadar doğal bir şey olamaz…

Zaman zaman, İsrail’e, AB’ye ve hatta ABD’ye bile posta koyduğunuz için insanlar sizi hayranlıkla izlemekte… O da çok mu? Bense “Her daim adaletle hükmedin” diyen Allah’tan bile korkmamanızın hayreti içerisindeyim...

Düşünebiliyor musunuz, vazifesi olmadığı halde "cemaatin" en güçlü dönemlerinde bile onların bu memleket için ne denli tehlikeli olduğuna dair yazılar yazan bir insanı iltisak miltisak ayağıyla itibarsızlaştıracaksınız…

Peki ya “ne istediniz de vermedik” diye itirafta bulunduğunuz, okullarına devlet arazilerini peşkeş çektiğiniz, Türkçe olimpiyat müsamerelerinde gözyaşı döktüğünüz, yetmedi o anları ölümsüzleştirmek için adlarına hatıra para bastığınız bu örgütle ilgili sizden hiç hesap sormadan emekliliğini keyfini yaşatacaklarını mı zannediyorsunuz?

Şu ana dek gücü temsil ettiğiniz için size an ala şekilde biat eden mikroplar, bağışıklık sisteminizin çökmesini gözetmekte… Bünyenizin zayıflık gösterdiği bir anda aktive olup, sizi içten çökerteceklerinden en ufak bir şüphe duymuyorum…

FETÖ’den cezalandırılmaya elverişlilik kriterlerinin tümü sizin zamanınızda belirlendi… Mucidi olduğunuz kantar, gün gelip sizi tarttığında itiraz hakkınız kalır mı bilemem…

Hak'la, adaletle, hukukla müttefik olmanın bereketi yerine; dünyevi kazanca odaklı ittifaklardan çare aradınız…

Bir beka meselesi yaşadığımız doğrudur… Lakin o beka işgal edilen pozisyonların muhafazasıyla değil adaletin ikamesiyle devam ettirilebilir...

An itibarıyla sizi siz yapan değerlerden ve onlardan ötürü size değer atfeden insanlardan yalnızlaştırma operasyonu başarıyla tamamlandı…

Gelinen aşamada FETÖ’cüler ya da FETÖ’cü diye itibarsızlaştırdığınız insanlarla benzer akıbeti paylaşmamak için önünüzde yalnızca iki seçenek kaldı:

Ya hayat boyu iktidarda kalarak dokunulmazlık zırhını ilelebet devam ettirecek, ya da FETÖ’ye yardım yataklıkta bulunanlara toplu af çıkarıp bizzat kendi istikbalinizi garanti altına alacaksınız…

İlkinin elinizde olmadığını biliyorum… İkincisini nasıl ne yüzle gerçekleştirirsiniz, akıldanenizlere sorarsınız…

İşin kul hakkına tekabül eden uhrevi boyutunu abesle iştigal gördüğümden yazmayacağım bile...

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!