Sükût ikrardandır. Ne güzel bir söz… Tam da böyle zamanlardan geçiyoruz galiba. Galibası bile fazla ya. Çok şey söylemek isterken, o çok şeyi kime ve hangi kelimeler ile işittirememenin kahrının yaşandığı vakitler. Neler oluyor? Nereye bu gidiş? Neden böyle? Kim yapıyor? Nasıl izin veriliyor ya da duymazlıktan, görmezlikten geliniyor? sorularının sıkça sorulduğu anları, imtihanları yaşıyoruz.
15 Temmuz gecesi yaşanan o meşum ve melun ebter darbe girişimi sonrası haklı olarak ivedilikle ülke olarak OHAL'e gittik. Gitmeliydik de. Bu başarısız darbe girişiminde payı olan her kim varsa onlar hakkında kararların hızlı alınabilmesi ve bu şahısların hatta kurum ve kuruluşların ceza-i müeyyidelere gark olabilmeleri için bu elzemdi. Başlarda da öyle de oldu. Darbe gecesi TRT'de okunan darbe bildirisine imza atan ve bu bildirinin gereğini yerine getiren başta askerler olmak üzere, bu örgüte bağlılığı aşikar olan diğer kurumlardaki şahıslar tutuklandı. Ardı ardına da FETO'ya ait kurumlar, kuruluşlar devlet tekeline alındı. Bu kararları alan hükümet elbette sonuna kadar haklıydı. Doğru olan da buydu. Nihayetinde ortada mevcut hükümete yönelik bir darbe girişimi vardı. Daha önemlisi ise bu darbe girişimi sonucu dini, milleti, ülkesi, onuru için bedel ödeyen şehitler ve gazilerin ve onların yakınlarının hakkı artık söz konusuydu.
Fakat son zamanlarda yolunda gitmeyen bazı şeylerin olduğu alenen baş göstermeye başladı. Bunun en son örneği İ.B.B Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı olarak nam salan Ö.F. Kavurmacı. Kendisini, TUSKON Başkanı Rızanur Meral'i Genel Kurulda yapmış olduğu konuşmayı alkışlayanlardan biri olduğunu hatırlatalım. Ek olarak da alkışa sebep olan konuşmanın içeriğindeki şu cümleyi de belirtelim: "(…) Ama sokakta, otobüste, kahvede, medyada duyup gördüklerimize göre şuna da inanıyorum ki yakın gelecekte kimlerin inlerde yaşadığını, kimlerin saklanacak in arayacağını, kimlerin müsvedde kimlerin asıl olduğunu herkes görecek.” Bu sözlerin sarf edilmesinin nedenini ve kime nazire yapıldığı ifade etmemize gerek yok sanırım.
Bu sözlerin arından TUSKON Genel Kurulunda alkış kıyameti kopmuştu. Bu alkış kıyametine kelebek etkisi yapanlardan biri de işte mezkur şahıs Ö.F. Kavurmacı idi. FETO operasyonları sırasında da tutuklanmıştı. Silahlı terör örgütüne üye olmak kaydıyla 16 yıldan 25 yıla kadar hapis istemiyle tutuklu bir şekilde yargılanıyordu. Bu yargılanma tutuklu bir halde sürerken, özel bir hastaneden almış olduğu raporla sağlık gerekçesi nedeniyle tahliyesine karar verildi. Bu kararın sonrasında da şehit yakınlarından tutun da vicdan sahibi kamuoyuna kadar toplumda bir infial oluştu. Hala da bu tahliyenin tartışmaları sürüyor. Sadece bir kesim hariç. Sağlık gerekçesiyle tahliye olan bu şahsın üyesi olduğu silahlı örgütün darbe girişimine maruz kalan hükümet kanadı! İlginç!
Tamam. Hadi yapacak bir şey yok. Sağlık gerekçesi ile sonuçta hukuk sanığa böyle hak veriyor. İyi de, peki o zaman bunca yıldır içerinde tutuklu bulunan hastalar için neden bu hukuk işletilmedi? sorusu tabii olarak soruluyor. Sağlık nedenlerinden dolayı tahliye kararı istemiş ve isteği ret edilmiş birkaç mahkûmun durumu: 1- Ahmet Turan Kılıç. 83 Yaşında. 24 Yıldır içeride. Kalp Ve Tansiyon hastası. 2- Ahmet Arslan. Kalp krizi geçirme riski var. 18 ayrı ilaç kullanıyor. 4 damarı tıkalı. 3- Şeyhmus Alpsoy. Kolon kanseri. 17 yıldır tutuklu.
Onlarcası, belki yüzlercesi bu şekilde ve Ö.F. Kavurmacı’ya hızlı bir şekilde ulaşan adaletin, gecikmiş bile olsa kendilerine de uğramasını bekliyorlar. Ölümü bekler gibi; hasta ranzalarında! Dahası, bu durumda olanların çoğu özellikle de FETÖ eliyle mağdur edilenler. Sürecin bu şekilde ilerlemesi sonucu genelde oluşan kanı ise darbelerin, hendeklerin, tuzakların, kumpasların yıkamadığı birlikteliği bu gidişatın yıkacak olması.
Hem ne diyordu torunların dahi kendisinden çok şey öğrendiği “Diriliş” Ertuğrul; "Adaleti bir kez bile incitirsen, şu gök kubbe başımıza yıkılır!" Hem de şöyle diyor. Aslında haykırıyor şehit Halil Kantarcı’nın eşi: “(…) Madem zalimleri cezalandıracak gücünüz yok. O zaman masumları bırakın gitsinler, onların çocukları mağdur olmasın. Her yere çöreklenmiş ama siyasete ve siyasi yakınlarına bulaşmamış olan FETÖ’yü ve onlara mensup hakiki zalimleri ilahi adalete bırakırız, önümüze bakarız. Tutmayacağınız ya da tutamayacağınız sözler vermeyin, yaramıza tuz basmayın, gözümüze soka soka canımızı yakmayın, kanatmayın, acıtmayın artık, yakmayın yüreğimizi (…)”
Ve son olarak; Elbette 15 Temmuz gecesi gibi gece, bir daha olsa aynı tavrı aynen yine sergileriz. Çünkü bizim lügatımızda nedamet, nefsimizin isteklerine ancak getirilir. Dün birilerinin değil, doğru bildiklerimizin arkasında durduk. Bugün de yine doğru bildiğimizin arkasında duracağız. Biz de saf değiştirilmez. Bilakis sıklaştırılır. Temennimiz başkalarının da bu bilincin farkına varmasıdır. Bundan gayrısı saflık ise duamız, ihanetse bedduamız olsun. Umut da her daim burada dursun.