"Adalet ve Merhameti Müdafaada Müslüman Gençlik"

Marmara Üniversitesi Düşünce ve Hikmet Kulübü’nün düzenlediği panel İbrahim Üzümcü konferans salonunda gerçekleştirildi.

Marmara Üniversitesi Düşünce ve Hikmet Kulübü’nün düzenlediği panel İbrahim Üzümcü konferans salonunda gerçekleştirildi. Panele konuşmacı olarak İsmail Kılıçarslan ve Kenan Alpay katıldı. Moderatörlüğünü Hüseyin Fadlallah Keserci’nin üstlendiği program Mehmet Kurum’un Kuran ve mealini okumasıyla başladı. Kulübün kuruluş amacına ve etkinliklerine değinen moderatör ilk sözü Kenan Alpay’a bıraktı.

Adalet ve merhametin en temelde insan olmanın gereği ve Rabb’imizin rızasını kazanmak amacına yönelik olduğunu belirterek söze başlayan Alpay şöyle devam etti:

“Adalet kavramı cübbeyi giymiş vatandaşların temsil ettiği bir şey gibi algılanıyor. Halbuki Kur’anda göklerin ve yerin adalet üzerinde durduğundan söz edilir. Her şeyin yerli yerinde olmasıdır adalet. Zulüm ise adaletin tam zıttı olarak bir şeyi olmaması gereken yerde tutmak veya olması gereken yerde tutmamak anlamındadır.

Allah adildir. Adalet yapanları sever.”

Türkiye’deki toplumsal yapıdan bahseden Alpay, bu yapının birçok yönden adaletsizliklerle dolu olduğundan bahsetti. Dil, kültür ve ırk inkarı gibi zulümlere değinen Alpay, örneklerini iktisadi, siyasi zulümlerle çeşitlendirdi ve şöyle devam etti:

“Haksızlıkların olduğu muhakkak. Bu ilelebet böyle gideceği anlamına gelmiyor. Tersine bizler için sorumluluklarımızın, görevlerimizin arttığı anlamına geliyor. Peygamberler gönderildiğinde yeryüzünde içkiyi, kumarı, zinayı, tefeciliği, falı, putları yeryüzünden kaldırmak için gönderildiler.

Türkiye’de haksızlıklar var ama işgal yok. Ortadoğu’da işgal var. Ne yapacağız?  Dua edeceğiz, ediyoruz. Mümkündür ama yeterli değildir. Dua ile yeryüzünden zulmü kaldırmak mümkün değildir. Çünkü burada yanlış bir dua kavramı var. Dua en temelde sözün fiiliyata dökülmesiyle birlikte icra edilen bir ibadettir.

Bizdeki asıl sorun zulmü görme sorunu değil. Zulme karşı harekete geçip geçmemenin sıkıntısını yaşıyoruz. En temelde herkes haksızlıklara karşı, ama durdurmak için kim ne yapıyor?

Kalk ve uyar. Rabb’ini yücelt. Elbiseni tertemiz tut. Pislikten hicret et. Peygamberliğin ilk aşamaları bunlar, bizim üzerimize düşenin de benzer bir durum olduğunu görmezden gelemeyiz. Bunu anlatması kolay ancak icra edilmesi bu kadar kolay olmayacak.

Nuh a.s 950 sene merhamet ve sabır timsali olarak yaşamış bir peygamber. Sonra “Benim onları senin yoluna davet etmem onların kaçışından başka bir şeyi artırmadı” diyor. İnsanoğlu neden bu kadar inatçı? Çünkü kendini yeterli gördüğü için.

Ancak sünnetullaha uygun hareket edenler tarihin karanlık sayfalarına gömülüp gitmekten kurtulabilirler. Evet belki zalimler bir şeyleri başarabilirler ancak hakikati ilelebet yok etmek mümkün değildir, açığa çıkar.

Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Ta ki Yasin suresinde bir elçi tarafından öğretilen merhamet gibi. Orada inkarcı toplum tarafından öldürülen elçi “keşke kavmim bilseydi” diyerek o kendisini öldüren insanların iyiliğini düşünüyor.

İnsanların  cehenneme gitmesine gülemeyiz, buna karşı kayıtsız kalamayız. Bugün Türkiye’de Allah seni neden sakındırıyorsa bu profesyonel bir sektör haline gelmiş. Fuhuş, içki, kumar, faizcilik, falcılık önemli sektörler olmuş. Bizim bu çarpık mantığa karşı güzel, anlamlı, kalıcı sözler söylememiz lazım. Eğer bunu yapmazsak sadece onlar kaybetmez, bizler de kaybederiz. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak olmaksızın adaleti tesis etmek, ikame etmek mümkün değildir. Adil olan Allah’ın kulları olarak ya bizler adaleti kuracağız, ya da hepimizi birden helak bekliyor.

Kuran’ı okuduk, anladık, kalbimize, aklımıza, gözümüze, elimize hüküm ferman kılabildiysek o zaman adalet tecelli edebilir.” Sözleriyle ilk sözü İsmail Kılıçarslan’a bıraktı.

Kılıçarslan söze adaletin detaylı tanımını yaparak başladı. Cahiliye araplarının cahiliye şiiriyle ilgili “adaletli” sıfatını kullanmasının o şiirin uyağıyla, kafiyesiyle, anlamıyla ahenkli, güzel bir şiir olduğunu belirtmesi anlamına geldiğini söyledi. Aslında her şeyin yerli yerinde olması anlamına gelen bu kavramın Türkiye’de farklı kavramlar üzerinden konuşulduğunu belirterek hukuk kavramını açıkladı. “İnsanların, toplulukların birbirleriyle olan ilişkilerini tanzim eden şey” tanımını yapan Kılıçarslan, Çağdaş hukuk, Osmanlı Hukuku gibi devirden devire değişen bir şey olduğunu anlattı ve sözlerine şöyle devam etti:

“Sözde hukukun amacı adaleti tesis etmek ancak tarihte çok nadiren adalete sebebiyet verdiğini görüyoruz.  

Medine bir site devleti, çok dinli bir devlet. Müşrikler, Yahudiler, Müslümanlar var. Rasulullah eğer bir Yahudi suçluysa “sizin dininizde bu suçun cezası nedir?” diye soruyor. Çok hukukluluk bazen adaletin tecelli etmesini sağlıyor.

İnsanın kendisine karşı adaletli olması gerektiğini düşünüyorum. Her şeyin yerli yerinde olması, birey için kendi sınırlarını doğru tespit etmesi, buna göre yaşaması demek. Bizim adaletimiz bize yüklenen yükle yol yürümektir. Ne daha azıyla koşmak, ne daha çoğuna talip olarak o yükün altında ezilmek. Adalet insanın kendisine karşı da geliştirmesi gereken bir duygudur. Adaletli bireylerin oluştuğu bir toplum adaleti tesis eder. Polisin, yargının kolluk kuvvetlerinin olduğu bir topluluk değil. Kendimize karşı geliştireceğimiz adalet bizden sekerek, bizden hareketle başkalarına da teşmil edebileceğimiz bir hal alabiliyor mu?

Merhamet 20. ve 21. Yüzyıllarda çok yanlış anlaşılıyor. Hümanizm düşüncesiyle karıştırılıyor. Hümanizm insanı tanrıya rağmen savunmaktır. Biz bunu yapamayız. Biz yaratılanı Yaratan’dan ötürü savunuruz. Merhametin maksimumu Allah’ın gösterdiği merhamet kadardır.

Merhametsizlik bir Müslümana yakışan bir mesele değildir ama merhamet gösterirken de aşırıya kaçmak işi sonu gelmez bir hoşgörüye doğru ilerletmek adaletsizliğin kaynağı olabilir.

Burası Türkiye, çok dinlilik ve kültürlülük var. Herkesin ibadet etme ve dinini anlatma hakkı saklı. Ancak birinin bir başka dini zorla dayatması hoş görülebilecek bir şey değil. Biraz daha gelişelim güçlenelim diye ertelediğinizde de hem kendinize hem dininize hem sosyolojinize adaletsizlik etmiş oluyorsunuz.

Adaleti eşimize, dostumuza sergilediğimizde tamam olduğunu düşünemeyiz. Adalet, herkese ve kayıtsız şartsız olarak ulaştırılmalıdır. Birinin telefonunu dinlemek tecessüs hükmüne aykırıdır, haramdır. Ama bu sizin sevdiğiniz birinin telefonu dinlendiğinde de haramdır, sevmediğiniz birinin telefonu dinlendiğinde de haramdır. İslam’da imtiyaz hukuku yoktur.

Ayette bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin deniyor. Örneğin Esad ve askerlerine karşı acayip öfke doluyum ama bu onların işkence edilerek öldürülmesini onaylayacağım anlamına gelmiyor. Aliya İzzetbegoviç’e Boşnak askerler “onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, işkence ediyorlar, çocuklarımızı öldürüyorlar, bizler de öyle yapalım” dediğinde o şöyle karşılık vermişti “ama onlar bizim öğretmenimiz değil”.

Ancak sevmediklerimize karşı da adalet ve merhamet duygusunu topluma bizden neşet ettirebilirsek anlamı olur. Neden peki adaletsizlikler oluyor? Çünkü bizler sosyal Müslümanlarız. Burada hepimiz %100 sosyal Müslümanız mesela. Ama derslerde %80, baka şubesinde %15, sokakta %50, faizli kredi çekerken %3…

“Abi hiç hileye başvurmaz, oyun oynarken bile” Müslümanları böyle tanımlayabiliyor muyuz? Güzel ahlakımızla bizi etrafımızda “bu Müslümandır, bundan dolayı şöyle güzel ahlaka sahiptir böyle üstün vasıfları vardır” diye bizi tanımlıyorlar mı? Sen Müslüman adamsın diye gelip hakemlik için başvuran alevi, Kemalist, ulusalcı arkadaşımız var mı? Mesele bu gibi geliyor bana. Kendimizde olanı değiştirmeyi bu yüzden önemsiyorum.

Hükumet ile Gülen cemaati arasındaki kavgada mesela taraflar birbirlerini suçluyorlar. En az masada olan şey Kur’an ve hükümleri. Kimsenin taktığı yok. İki taraf da çok iyi Müslüman olduğunu iddia ediyor. Ben onun telefonunu dinledim, öbürü benimkini dinledi… Hani tam öfke halinde ortaya çıkacaktı adalet duygumuz? Öfkelendiğimizde kaybettiğimiz adalet, adalet değildir maalesef.

Genel dünya konjonktürü ile ilgili bir başka şey, İran Suriye konusunda son derece adaletsiz bir tutum geliştiriyor. Ancak Mısır konu olunca değişiyor, Mısır’ın yanında oluyor. Suud da tam tersi. Çünkü İran’un Suriye’de çıkarı var. Suud’un çıkarı da İhvan’ın iktidar olmasından zarar görüyor.

İnsanların adaletli olmamasındaki en önemli sebeplerden biri çıkardır. Çıkarımıza aykırı olsa da adaletli olmalıyız. Öfke engel olmadığı gibi çıkar ve menfaatler de engel olmayacak adaletimize. Bir şey daha var, sevgimiz. Sevgimiz de bizi adaletsizliğe sevk etmeyecek. Öfke, çıkar ve sevgi.

Düşmanımız da olsa, bize birazdan darbe yapacak da olsa fiili olarak bir suç isnat edemediğimiz bir insanın hapse girmesini onaylayamayız. Ezidiler için de, Ergenekon sanıkları için de, Türkler için de, Kürtler için de adalet lazım.

Bosna’dan geldim geçen hafta, fiili rakamlara baktım.  Orada ortalama bir emekli  300 kayem (~450 TL) para alıyor. Bazı hükumet yetkililerinin 30 bin kayem maaş aldığı ortaya çıkmış. 350 liraya bir gömlek alırken kimin hakkını yiyorum diye düşünüyorsanız eğer, bu dünyayı da kazanırsınız ahireti de. “Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister” hadisinin başı da vardır, orayı kesmişiz, hadise adaletsizlik yapmışız: “İsraf etmeyiniz, aşırıya gitmeyiniz”

Bu yaz Maldivler çok moda deniyor, Müslümanların adası olmuş deniyor, dergilerimizde 11 bin liralık kotların reklamı yapılıyor sonra Suriye neden bu halde, Mısır neden bu halde. Sen Maldivlere tatile gidersen Suriye’de bir çocuk ölecek. Senin yüzünden ölüyor. Öteki zaten gavurluğunu diktatörlüğünü yapıyor, burada suçlu sensin.”

Panel, katılımcıların sorularının cevaplanmasıyla sona erdi. 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Kahramanmaraş'ta Şehitler Gecesi düzenlendi
Muş’ta “Neyi, niçin, nasıl okumalı” semineri yapıldı
Siyonist işbirlikçisi Coca-Cola fabrikası Bursa'da protesto edildi
Gazze nöbeti Saraçhane’de: Direniş sürüyor, dayanışma da sürecek!
Open Refah grubu İstanbul'da Gazze eylemi yaptı