Adalet ve hakkaniyet ilkesinin yerini devlet refleksi alınca

RIDVAN KAYA

Çıplak arama vb. iddialar üzerine iktidar sözcülerinin anlaşılmaz tutumu iktidar medyasının ‘tartışmasız sahiplenme’ tavrıyla daha tehlikeli noktalara taşınıyor.

Türkiye gündeminde şok etkisi yapan gözaltına alınan ve tutuklananların çıplak arandığı iddiaları üzerine başlayan tartışma ne yazık ki alışılagelen ‘devlet refleksi’ne yol açmış görünüyor. Gündeme gelen iddiaları sorgulamak, araştırmak ve kamuoyu nezdinde tatmin edici bir tarzda cevaplandırmak yerine hep yapıldığı üzere kapatma ve kapatırken de iddiayı gündemleştirenleri baskı ve tehdit yoluyla sindirme taktiği uygulanıyor.

Geçtiğimiz hafta konuyla ilgili iddiaları gündeme getirenlere ilişkin Ankara Başsavcılığından yapılan soruşturma açıklaması, ardından konunun takipçisi olan HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na yönelik olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun akılalmaz hakaret ve suçlamalarına şahit olmuştuk.

Aynı süreçte iktidara yakın medyada da konuyu dillendirenleri FETÖcülük vb. ithamlarla suçlama taktiğine yoğun biçimde başvurulduğunu gözlemlemiştik. Bugün bu tavrı Yeni Şafak Ankara temsilcisi Hüseyin Likoğlu’nun bir adım öteye taşıdığını görüyoruz

Likoğlu “Gergerlioğlu hangi çıplaklığı örtüyor” başlıklı yazısında (https://www.yenisafak.com/yazarlar/huseyinlikoglu/gergerlioglu-hangi-ciplakligi-ortuyor-2057192) bu vahim iddiaları gündemleştiren Gergerlioğlu hakkında çok ciddi ve ağır ithamlarda bulunuyor, daha doğrusu Gergerlioğlu’nu doğrudan mahkum ediyor.

Sayın Likoğlu yazısında Gergerlioğlu’nun çok uzun bir zamandır gündemleştirmeye çalıştığı kaçırılma ve kaybolma vakaları üzerinden şahsı hakkında FETÖcülük ithamını dillendiriyor. Kaçırılma ve kaybolma iddialarına konu olan bazı isimlerin FETÖ’nün MİT içindeki mahrem imamları olarak görev yapan isimler olduğunu ileri sürüyor. Bu şekilde Gergerlioğlu’nun MİT’in içine uzanan örgütün elemanlarının deşifre edilmesi çabalarını sekteye uğratmaya çalıştığını öne sürüyor.

Anlaşılan o ki Hüseyin Likoğlu’nun MİT ile irtibatı iyi ve oradan kendisine verilen bilgileri hiç sorgulama ihtiyacı hissetmeksizin köşesine taşıyabiliyor. Öncelikle bir gazeteci açısından bu durumun yadırgatıcı olduğunu ifade edelim. Gazetecinin işi devlet kurumlarından kendilerine iletilenleri tekrarlamak değil, araştırmak, sorgulamak olmalıdır. İlaveten burada temel sorunun hangi örgüt elemanı hakkında hangi suçtan işlem yapıldığından kaynaklanmadığını da görmek gerekiyor.

Elbette Fethullahçı yapılanmanın devlet içine sızmış yapısını açığa çıkarmak devletin kurumlarının görevidir. Ama devletin her türlü iş ve işlemleri gibi bunun da hukuk çerçevesi içinde yapılmasının zorunlu olduğu görmezden gelinebilir mi?

Bu arada çok dikkat çekici bir gelişme oluyor! Bahsi geçen isimlerle ilgili olarak ilk defa MİT bağlantısı gündeme geliyor. 15 Temmuz’dan kısa bir müddet sonra gündeme gelen kaçırılma-kaybolma iddiaları hakkında bugüne dek pek çok iddia, itiraz, şikayet gündeme geldi ama yetkililer hep sustu. Ve şimdi bir gazeteci aracılığıyla kaçırıldıkları iddia edilen kişilerin –en azından bazısının- örgütün MİT’e yönelttiği isimler olduğu ‘bilgi’si dillendiriliyor.

Bu iddia doğrudur veya yanlıştır, bunu bilemeyiz. Ama bildiğimiz şey şu ki, hangi suçla itham edilirse edilsin hiç kimse ailesine, avukatına haber verilmeksizin kaçırılıp nerede, hangi koşullarda bulunduğu bilinmeksizin aylarca sorgulamaya tabi tutulamaz. Yasalar gözaltı prosedürünü detaylı biçimde belirlemiştir. Bunun dışına çıkılması hangi gerekçeyle olursa olsun ve kime yapılırsa yapılsın hukuksuzluktur, zulümdür.

Bize kalırsa Hüseyin Likoğlu çıplak arama, kaçırılma-kaybolma vb. hukuksuzlukları kamuoyuna duyurmaya çalışan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun niyeti ve bağlantıları hususunda hiçbir delil ortaya koymadan bir dizi ithamda bulunacağına vicdanları sarsması gereken iddialar hakkında bir gazeteci olarak çaba göstereydi daha hayırlı ve yakışır bir iş yapmış olurdu.

Ne yazık ki, gayet ciddi ve sonuçları itibarıyla hayal kırıklığı anlamına gelen bir dönüşüme şahit oluyoruz. Önceki dönemde Kemalist kadroların yaygın biçimde halka reva gördükleri haksızlık ve adaletsizlikleri tasfiye etme iddiasıyla yola çıkan ve kime yapılırsa yapılsın işkence, kötü muamele vb. hukuksuzluklarla mücadele eden ve bu yüzden farklı görülen iktidar kadroları giderek ‘öncekilerin alışkanlıkları’nı sergiliyorlar. Kısmen yaşanan büyük sıkıntılar, saldırılar, zorluklar ama kısmen de iktidar olmanın sağladığı kolaylıklar nedeniyle devlet refleksi denilen hastalıklı tutumu içselleştirmek giderek daha kolay hale geliyor.

Ve üzülerek vurgulamak isteriz ki bu hastalıklı tutum sadece siyasilerle sınırlı kalmıyor! Yukarıdan aşağıya lanetli bir virüs gibi yayılıp, bizi kendimizi tanıyamaz hale getiriyor.