Gazze'ye uygulanan ambargo tüm insanlık için büyük bir ayıptır.
Bu ambargoda hasta insanların tedavisi için topraklarının dışına çıkmalarının bile engellendiği, yeni doğmuş bebeklerin mamalarının dahi sokulmasına engel olunduğu biliniyor. Böyle bir uygulama tam anlamıyla vahşettir ve bu vahşetin önüne geçmek insan olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Böyle bir vahşetin önüne geçmek amacıyla bir şeyler yapmak için Müslüman olmak, Kızılay yahut İHH görevlisi olmak, insan hakları gönüllüsü sıfatıyla faaliyetlerde bulunmak şart değildir.
İşte böyle bir insanî görev ve sorumluluklarını yerine getirdikleri sırada sahilden 75 mil ötede, uluslararası sularda vahşice saldırıya uğrayanların “suçlu “ olmaları ihtimaline işaretle “Suçluyu bulma işini Birleşmiş Milletler'e bırakmak gerekli” mesajı verenlerin, ondan önce böyle bir insanî yardım faaliyetine gerekçe teşkil eden insanlık dışı ambargonun sorgulanması, sona erdirilmesi için BM'nin ne yaptığını sorması gerekirdi. Ama ne yazık ki BM'yi bu sorumluluğunu yerine getirmeye çağırmak yerine ambargoyu kırmaya çalışanları vahşeti icra edenlerden izin almadıkları için suçlamayı tercih ettiler.
Bazı gerçekler insan aklının zorunlu olarak kabul ettiği gerçeklerdir. Hukukta da bazı suçlar, suçlu – mağdur ayrıştırması konusunda tereddüde mahal bırakmayacak kadar açık ve nettir. Bu gibi suçlarda failin kim olduğunun kesinleştirilmesi, suçun hangi şartlarda işlendiğinin belirlenmesi ve gerekli cezanın tespiti için soruşturma yapılır. Kimin suçlu kimin mağdur olduğu hakkında tereddüt olduğundan değil. Örneğin bir kuyunun içinde küçük bir çocuğun parçalanmış cesedi bulunursa “suçlu bu çocuk mudur onu doğrayıp kuyuya atan mı?” sorusuna cevap aramak ve suçlu ile mağdurun kim olduğunu kesinleştirmek için değil failin kim olduğunu tespit için soruşturma yapılır. Failin kimliği kesin bir şekilde tespit edilirse artık ondan sonrası cezalandırma merhalesidir. Adaletin icrası da suçlunun ortaya çıkarılması değil cezalandırılmasıdır.
Mavi Marmara gemisinin yolcuları ve yükleri Antalya'dan modern cihazlardan ve sıkı aramadan geçirilip resmi işlemlerle kayıtları tutularak gemiye alındı. Böyle bir arama ve kontrole rağmen geminin yine de silah veya taşınması yasak başka bir yük ya da Interpol'e göre aranan şahıs taşıyabileceği iddiası Türkiye'nin gümrüklerindeki aramaların ve tutanakların güven verici olmadığının, kaçakçılığa ve yolsuzluğa açık olduğunun iddia edilmesi anlamına gelir.
Bu geminin yine de uluslararası gümrük anlaşmalarına ve yasalara aykırı bir yük ya da yolcu taşıdığından şüpheleniliyor olsa bile böyle bir şüphe, herhangi bir ülkenin askerî kontrolünde olmayan uluslararası sularda saldırı düzenlenmesine ve yolcularının vahşice katledilmesine yahut yaralanmasına, gemilerine ve içindeki yolcularla eşyaların rehin alınmasına hak tanımaz. Şüphelenen ülke gemilerin kendi karasularına girmesine izin vermez, girmekte ısrar etmeleri durumunda engel olur. Uluslararası sularda yapılan saldırı, katliam ve rehin alma işlemi tam anlamıyla korsanlıktır, korsanlık ise bütün uluslararası anlaşmalara, hukuk kurallarına göre suçtur. Dolayısıyla Mavi Marmara katliamında suç bellidir, suçlu bellidir. Yapılması gereken suçun hangi şartlarda, ne gibi araçlarla ve ne tür amaçlara binaen işlendiğinin tespiti için bir sorgulama yapılması, sonrasında da cezalandırma safhasına geçilmesidir. BM soruşturma heyetinin yapması gereken de budur.
Fakat bugün BM'nin her şeyden önce güven verici, tarafsız bir soruşturma heyeti oluşturmadığını görüyoruz. Üstelik bir bakıma yukarıda zikrettiğimiz mesajı aldığı ve suçluyu cezalandırmak için değil tespit için sorgulama yapma niyeti taşıdığı anlaşılıyor. Bunun da ötesinde sergilenen tutum suçun saldıran korsanlarla mağdurlar arasında paylaştırılması ihtimalinin olduğu intibaı veriyor.
BM ne yazık ki haksızlıkların üzerine gitme, hukuku icra ve suçluların doğru tespit edilip cezalandırılması konusunda adaletin ilkelerine göre hareket etmemiş, güven verici olamamıştır. Dolayısıyla Mavi Marmara katliamının soruşturulması için oluşturulan heyet konusunda da ister istemez zihnimizde birtakım tereddütler, şüpheler oluşuyor. Adaletten ve haktan yana olanların bu tereddütleri ciddiye alarak BM heyetinin sorgulamasını sıkı bir takibe almaları, kelime oyunları, işgalci siyonistlerin kamuoyunu yanıltma amacıyla uydurduğu yalanları gerçekmiş gibi yansıtma çabalarına karşı dikkatli olmaları gerekir.
VAKİT