Moderatörlüğünü Burhan Taşkaya’nın yaptığı, Kenan Alpay ve Abdulkadir Şen’in panelist olduğu program Yahya Erdem Eker’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.
İlk panelist olan Kenan Alpay özetle şu konulara değindi;
Teorik olarak çok detaylı işlenen, üzerinde hassasiyet gösterilen en uç vakalarda bile kıssalar üzerinden işlenen adalet ve merhamet kavramları pratik hayatta en hayati mevzularda bile maalesef dikkate alınmamaktadır. Teorik ve pratik açısından bu makasın açılması maalesef farklı çevrelerce dindar çevrelere dönük inandırıcılığın kaybolmasına sebep olmaktadır. Oysa Müslümanlar her şartta Hakikatin adil şahitleri olma vasfını korumalılar. Çünkü adalet ayeti kerimede buyurduğu gibi ihsan ve ikramdan önce gelir.
18 yıllık Ak parti iktidarında askeri vesayetin geriletilmesi, sağlık ve ulaşım imkanlarının gelişmesi, toplumun zaaflı kesimlerin yaşam standardına dönük iyileştirmeler ve dindar çevrelerin faaliyetlerini ve çalışmalarını daha rahat ortamlarda yapabilmesi takdir edilmesi gereken durumlar iken özellikle 15 Temmuz akabinde ortaya çıkan Fetö yargılamalarındaki hukuksuzluklar, artan devletçi ve milliyetçi söylem ve davranışlar, devletin bütün alanları kontrol etme ve nüfuz etme çabaları, gayrı meşru ve gayrı ahlaki eylemleri maalesef toplum nezdinde rahatsızlıklara sebep olmaktadır.
Uzun süre devam eden Ak Parti iktidarı belirli düzeyde bir iktidar bağımlılığı oluşturmuştur. Kamu kaynakları olmaksızın siyaset, vakıf, dernek ve cemaat çalışmalarının sürdürülemez algısı maalesef dindar çevrelerde yerleşik bir algı halini almıştır. Bu durum islami çevrelerin bağımsızlığına ve özgünlüğüne zarar vermektedir. Hz. Peygamber ‘zalimde olsa mazlumda olsa kardeşinize yardım edin’ buyuruyor. Bu noktada Müslümanlar iyiliği emretme ve kötülüğü nehyetme misyonunu herkes için uygulama vazifesini sürekli hatırda tutmalı ve uygulamaya çalışmalılar.
Fiziken kazanıp fikren kaybediyorsak, siyasi ve iktisadi açıdan kazanırken ahlaki ve hukuki açıdan kaybediyorsak bu durumun üzerinde iyice düşünüp, gerekli tahlilleri yapıp kendimize dönük uyarıları yapmamız gerekmektedir.
2. panelist olan Abdulkadir Şen ise özetle şu konulara değindi;
Devlet; hâkimiyet, üstünlük, elden ele dolaşan şey, savaşlarda karşılıklı ve nöbetleşe gelen galibiyet veya mağlubiyet, sermaye ve mal dolaşımı anlamında kullanılır. Bir kurum olarak ise devlet; manevi kişiliği ve belirli bir düzeni olan egemenlik, sınırları belli bir ülkeye sahip, bir iktidara ve uyulan ortak kanunlara bağlı teşkilatlı millet veya milletler topluluğunu meydana getiren siyasi örgütlenmedir. Kurumsallaşmış bir siyasi yapı olarak devlet, kendine bağlı olan insanların manevi ve maddi refahını, güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş etkin bir sosyal örgütlenme biçimidir. İnancımıza göre devletin en temel görevi, insanların maddi ve manevi varlığını korumak, dünya ve ahiret saadetlerini temin edecek hizmetleri yapmaktır. Bu bakımdan, insan ve tolum hayatının düzenlenmesinde devletin önemi büyüktür. Bunun için İmam Gazali: “İşlerin kendi haline bırakılmasının anarşi ve taşkınlığa sebep olabileceğini, devlet ve denetiminin olmaması durumunda fikir ve arzuların birbirleriyle çatışarak, faziletsizlerin faziletlilere, zenginlerin âlimlere üstünlük doğuracağını” ifade eder. Kur’an›da hüsran, fesat, fitne, terör ve şiddete başvurarak hak elde etmek, zulüm ve batıl yollara yönelmek şiddetle yasaklanmakta ve adil bir düzen emredilmektedir. Nasihat ve vaazlar ile engel olunamayan kötülüklerin engellenmesi için devlet otoritesine ihtiyaç vardır
Müslümanların ve insanlığın adil bir dünyada yaşaması için işlerin düzene sokulması İslam’ın emridir. Ömer Nasuhi Bilmen ise siyaseti: “Milletin ahlakını korumak, mal ve can güvenliğini teminat altına almak, insanların yararına olacak şekilde hizmet etmek, mutluluklarını, dünya ve ahirette kurtuluşlarını sağlamak için yapılan çalışmalardır.” diye tarif etmiştir.
Muhafazakâr siyasetin kendini ve siyaset yapılış biçimini kutsayıcı bir dile başvurması neyin gerçekte dinî, neyin kutsanmış seküler değer olduğu konusunu yeniden düşünmeyi gerekli kılıyor”
Rönesans'tan beri modern aklın inşa ettiği din, kutsallık (sacrament/al) boyutuna çekilmiş, hayattan sürülmüş bir dindir. Din artık törensel kutsallıkların gölgesinde vicdan meselesidir. Rasyonalize edildiği ölçüde hayatla temasına izin verilir ve artık din adamlarının, Kilise'nin uhdesindedir. Ulus-devletin kutsalları vardır: Bayrak, milli marş, ulusal idoller gibi. Hayattan çekilen dinin yerini seküler siyasetin doldurmuş olması onun kutsanmasına engel değil. Modern kutsallığın 'yeni din'le kol kola girebilmesi de şaşırtıcı değil. Müslümanların seküler siyasete girmeleri siyasi alanı kutsayabilir; ancak siyaset alanını dini kılmaz. Kemalizm seküler kutsallık üzerinden sembolleri toplumsallaştırıyor, dokunulmazlığını sağlıyordu. Bir milletin inanç dünyasıyla zıt pagan ayinlerini hatırlatan modern devlet ritüellerinin toplumsallaşması da sınırlı kalmıştı.
Muhafazakâr siyasilerin bireysel dini tutum ve inançları ile seküler siyaset alanında bulunmalarının sonucu olarak, modern devlet ritüellerinin, ilkelerinin ve bizzat modern devletin varlığının kutsallık söylemiyle meşrulaştırılması; geçmiş dönemlerin, siyaset dilliyle karşılaştırıldığında daha fazla toplumsallık kazanmasını sağladığı da bir gerçektir.