Seçimlerin yaklaştıkça yaklaşırken bir çok insanın endişesi, teamül haline gelen balkon konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 24 Haziran seçimleri gecesi olduğu gibi "mesaj alınmıştır" mealinde bir takım cümleler kuracak olmasıdır. 24 Haziran'a giden süreçte MHP ile kurulan ittifakın AK Parti için iktidarını ezici bir biçimde teyid etme, perçinleme fırsatı olarak takdim eden değerlendirmelerin yanlışlığı sıkıntılı bir fatura olarak ortaya çıkmıştı. Nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan şu vurgularla bir özeleştiri vermek durumunda kalmıştı: “Milletimizin sandıkta partimize verdiği mesajı da aldık. Önümüzdeki dönem, milletimizin karşısına tüm bu eksikliklerimizi tamamlayarak çıkacağımızdan emin olunuz.”
31 Mart yerel seçimleri bir anlamda "alınan mesaj ve eksiklerin tamamlama" noktasında toplumda oluşan beklentilerin ne oranda karşılandığını ve kabul gördüğünü test edecek bir sınav niteliği arz edecek. Elbette ülkeyi içeriden, dışarıdan etkileyen hatta sarsıntıya sevk eden pek çok gelişme yaşanıyor. Suriye sahasında yaşananların Türkiye için maliyeti hiç de azımsanacak gibi değil mesela.
Öyle ki tırmanan gerilim sadece Amerika'yla sınırlı değil, Suudi Arabistan ve Mısır'dan, Rusya ve İran'a değin bölgeyi tepeden tırnağa mayınlı tarlaya çevirmiş devletlerin tuzağına düşmeden istikameti doğrultmanın maliyeti oldukça ağır. Ancak yerel seçimler hiç bir yerde hemen hiç bir zaman salt yerelle, belediyecilikten ibaret bir planlama modeliyle kayıtlı değildir zaten.
Belediyelerin Bekası Nelere Bağlı?
Kanaatimce 15 Temmuz sonrası siyasal gündemi belirleyen kavram ve kıyaslar noktasında MHP lideri Devlet Bahçeli de oldukça sıkı bir performans sergiliyor. Bu performansın yerel seçimlere yansıyan yönünde plan ve projelerin sosyal adalete uygun bir biçimde hayata geçirilme vaadlerinden önce beka vurgularının yer tutması şaşırtıcı gelmeyebilir ama doğru mudur? Toplumsal faydaya hizmet eder mi? Bu bağlamda Bahçeli'nin AK Parti çevrelerince de epeyce takdir ve teşekkür toplayan şu cümlelerine bir bakalım: "Niye orayı, şurayı, burayı aldık, almadık" şeklinde tezvirat ve dedikodulara aldırış edilmemeli. Cumhur İttifakı, Belediye sayısıyla değil, Türkiye'nin bekası için kuruldu. "Bana belediye mi, beka mı?' diye sorarsanız, ben beka derim."
Aynı minvalde şu iki vurguyu da göz önünde tutalım: "Belediye derken bekayı görmezden gelmeyin, düşman sevindirmeyin, zilleti güldürmeyiniz. Ya beka ya bela seçiminde sonuna kadar beka diyeceğimizi sakın aklınızdan çıkarmayın, gevşeklik göstermeyin."
Bu beyanatlar bir yönüyle MHP teşkilatlarını ve tabanını Cumhur İttifakı modeline daha çok motive etme, bütün seçmenleri MHP'ye destek vermeye teşvik etme gibi amaçlar da taşıdığı aşikar. Bir yönüyle belediye seçimleri dolaylı da olsa beka kaygısıyla ilgili sayılır. Ancak bu bir yönü her yönle ilgili sayarsak ve belediye seçimlerini ülkenin beka sorunuyla eşitlersek hiç de doğru ve isabetli bir iş yapmış olmayız.
Ülkenin bekasını koruma noktasında Meclis'e, Hükümet'e, Yargı'ya, Ordu ve Emniyet'e olduğu gibi muhakkak ki belediyelere de bir sorumluluk düşüyordur. Ancak bu sorumluluk en temelde belediyelerin kendi bölgelerinde bütün alt yapı, temizlik, çevre, imar, kültür vd. hizmetleri toplumsal ihtiyaçlara uygun bir biçimde icra etmekle ilgili ve sınırlıdır. Mesele şu ki; belediyelerin bu hizmetleri görmek üzere kendilerine tahsis edilen bütçe ve kadroları adalete uygun olarak kullanıp kullanmadıklarıdır. Halkla doğrudan ve en yoğun bir biçimde temas eden belediyeler bir açıdan halkı siyasete teşvik eden müesseseler olduğu kadar yolsuzluk, iltimas, usulsüzlük, rantiye ve komisyonculuk gibi türlü illetlerle toplumu siyasetten ve devletten nefret ettiren kurumlar olarak da yıpratıcı roller oynamaktadırlar.
Saf Çocuğu Masum Anadolu'nun
Ülkenin ve toplumun bekası için belediyeler üzerinden yapılacak en doğru, en acil ve en yapıcı hizmet rüşvet, usulsüzlük, yolsuzluk, iltimas gibi "iç düşman" unsurlarıyla mücadeleyi terörle mücadeleden ayırmayan ilkeli ve kararlı bir siyaset yürütmektir. Belediyeler akrabaların, eş dostun, yandaşların zengin edildiği, makam mevki sahibi yapıldığı, spor kulüpleri üzerinden kara paraların aklandığı zeminler olmaktan nasıl çıkarılacak? Asıl bu sorunun çaresi üzerine odaklanmak icap ediyor. Kimse hafife alıp geçiştirmesin; topluma karşı devlet kurumları ve kadroları tarafından işlenen suçlar düşman ordularının ve terör örgütlerinin saldırılarından daha fazlasıyla yıkıcı ve yıldırıcıdır. Sıkıntının en tuhaf yanıysa hemen her türlü yolsuzluğu, usulsüzlüğü, iltiması hatta rüşveti beka söylemi üzerinden örtmek, meşrulaştırmak siyasetin klişeleşmiş bir taktiğidir.
MHP'yle kurulan Cumhur İttifakı'nın da etkisiyle sarıldığı daha fazla milliyetçi söylem, daha radikal devletçi tutum yerel seçimlere giderken AK Parti'nin toplumla kurduğu siyasal dengenin bozulması demektir. Fetö ve PKK-PYD'ye karşı girişilen mücadelenin Amerika'yla mücadele olduğu hususunda hemen hiç şüphe yok elbette. Ancak bu mücadelenin dili Türkçü, Atatürkçü ve devletçi mantık ve yönteme doğru evrildikçe ne toplumdan yükselen adalet talebine kulak kabartılıyor ne de devlet mekanizmalarında işlenen suçların, suçluların yakasına adalet yapışabiliyor.
Son yıllarda adeta slogana dönüştürülmüş şu mealdeki yaklaşımlar çürümeyi, kokuşmayı ve nihayet çöküşü hızlandıran ölümcül sapmalar mesabesindedir: "Devletin bekası tehdit altındayken rüşveti, yolsuzluğu, iltiması, komisyonculuğu konuşacak değiliz. KHK'lerle bazıları haksız yere mesleklerinden ihraç edilmiş veya hapsedilmiş olabilir ama olağan üstü dönemlerde kurunun yanında yaşlar da yanıyor maalesef. Devlet bir gün onların da hakkını teslim eder. Devlete ve yargıya güvenin, milletin selameti için çalışıyorlar." Adaletten hangi fert, toplum veya devlet zarar görebilir ki? Adaletin ertelenmesi toplumu, siyaseti ve devleti asla güçlü kılmaz aksine hızla çürütür, süratle çöküşe sürükler.
Yerel seçimleri beka kaygısıyla ilişkilendirmeyi bir yere kadar anlayalım. Peki, belediyeleri adaletin ve hizmette eşitliğin, müşfikliğin, kuşatıcılığın merkezi yapılacağına dair neden kuvvetli ve ısrarlı gündemler oluşmuyor? Sayıştay'ın doğru düzgün denetleme yaptığı kuşkulu, medyanın yandaşlık ederek menfaat devşirdiği kuşkusuz. Toplumda özellikle 15 Temmuz'da zirve yapan heyecan dalgası sönmüş, kendini ifade edecek zemin bulamayan bıkkınlık ve kızgınlık mantıksız protesto ve savrulmalara sebep olabilir. Ne çantada keklik görülmek istiyor ne de eli mecbur ve mahkum olarak sandığa gitmek.
Milliyetçi, devletçi iklim enflasyon karşısında ezilen, dolar kuruyla fakirleşen geniş toplum kesimlerini bir nebze olsun doyurmuyor. Yerli ve milli imaj faaliyetleri belediyelerin imar planları oyunlarıyla zenginleştikçe zenginleşenleri, aynı ailelerden istisna kadrolara atananları toplum nezdinde sempatik birer kahramana dönüştürmüyor. Nepotizm'den belki pek fazla kimse anlamaz ama akrabaların, çoluk çocuğun, gelin ve damadın, amcaoğlu ve eniştenin, hemşerilerin gerek kamuda gerekse özel sektörde nasıl hızla yukarılara tırmandığı da en saf olanlar dahil hiç kimsenin gözünden kaçmaz. Bu sapmayı, bu aldatmayı toplum affetmez.
Ehliyet ve liyakat söyleminin boş, bomboş bir jargona dönüştüğü bir vasatta beka kaygısı da adalet taleplerini gölgeleyen, ezen bir araca dönüşürse ne siyasetin ne de toplumun uğrayacağı zarar ve yıkımlar telafi edilebilir. Devletin/vatanın bekası" için adalet dahil hemen her şeyi teferruat sayan ideoloji ve kadroların başımıza açtığı belalar umarız unutulmamıştır. Ancak hiç bir şey yaşanmamış gibi devleti putlaştırmakta inat ederek "beka kaygısıyla şehzadeleri bile katletmiş Osmanlı'nın ahfadıyız!" teşvik ve tavsiyelerine uyarak yıkımın tekerrürü için iktidar hırslarına sarılmak da bir tercihtir elbette.
Yeni Akit