Ahmet Taşgetiren’in konuyla ilgili bugünkü Star’da (29.06.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Yürütme, Yargı, Adalet
“Yürütme Yargı'nın tüm sorumluluğunu üstüne aldı.”
Bu değerlendirmeyi İbrahim Uslu yapmış. Devamında şunları söylemiş:
“Adalet için yürüyen anamuhalefet partisi liderine tepki gösterip yargının tüm sorumluluğunu üstlenmek, hükümet açısından doğru bir politika olmasa gerek. Çünkü bu ülkede herkesin yargıda yaşanmış olumsuz hikâyesi var...”
Bu alıntıyı Muharrem Sarıkaya'nın Habertürk gazetesindeki “Gerilim yürürse” başlıklı dünkü yazısından yaptım.
İbrahim Uslu, Ak Parti camiasının yabancısı değil. Ak Parti için de kamuoyu araştırmaları yapan, kuruluşunu Beşir Atalay'ın gerçekleştirdiği ANAR'ın yöneticisi.
Yargının tüm sorumluluğunu üstlenmek...
Polisin tüm sorumluluğunu üstlenmek.
Askerin tüm sorumluluğunu üstlenmek.
“Devlet yönetimi”nden söz ediliyorsa, bunlar, en azından halk nezdinde tabii karşılanabilir.
Yani halk, erkler ayrılığı vs gibi şeyleri düşünmez, iktidarda olanı her şeyden sorumlu tutar.
Eğer siz de, kendinizi her alanı kuşatan bir konumda görüyorsanız, böyle bir halk algısının birebir muhatabı haline gelirsiniz.
Ergenekon- Balyoz davaları ile bütünleşmek gibi.
Bugün o bütünleşmenin çok da sağlıklı olmadığı anlaşılıyor. Aynı şekilde o dönemde polis operasyonları ile bütünleşmenin de problemli olduğu açık.
Neden?
Çünkü Ergenekon – Balyoz'u yürüten sözümona yargı kadrosu da güdümlüydü, o güdümlü yargıya malzeme hazırlayan Emniyet kadrosu da.
Bugün Yargı'nın tüm sorumluluğunu üstlenmek sağlıklı mı?
Ana muhalefet bir “Adalet sorgulaması” yaptığı için onun oluşturacağı negatif algılamaları göğüslemek adına böyle bir yol benimsenmiş, medya cephesine de bu yönde bir kampanya görevi verilmiş olabilir.
Peki ya Yargı'da çok ciddi sorun varsa.
Ya Emniyet'te çok ciddi sorun varsa.
Kaç zamandır bir aile, Rasim Ozan Kütahyalı – Nagehan Alçı ailesi, iki farklı gazetede “Subaylar arasında Ak Parti'nin karşılığının yüzde 1 bile olmadığı”nı yazıyorlar. Üstelik ROK bunu, Sabah'ta yazıyor.
Gözaltı ortamlarında yaşananları biliyor muyuz?
Doğu Perinçek'in “Altın devri”ni yaşadığını iddia ettiği Yargı nasıl bir Yargıdır?
Yargı'da ideolojik farklılaşmalar olduğu gerçeğini mesela HSK seçimleri sırasındaki farklılaşmalar sırasında açık seçik gördük. FETÖ yargısı da zaten böyle bir farklılaşmayı sergiliyordu. FETÖ yargısı ile yaşanan facia, acaba şu andaki Yargı'da ideolojik farklılaşmanın hangi noktada olduğu sorusunu sordurmaz mı bize?
Sadece iş yükünün ortaya çıkardığı problemler ele alınsa ortaya yine de binlerce insanın mağduriyeti çıkar. 50 bin kişi içeri alınmış, ama ortada doğru dürüst iddianame yok. Bazı cezaevlerinde 20 kişilik koğuşlarda elli kişi, vardiya usulü yatıyor.
Gözaltına alınan ya da tutuklanan herkese suçlu olarak baktığımız için, hatta 50 bin belki 100 bin kişiyi şehadetlerden sorumlu gördüğümüz için onlara her türlü kötü ortamı da reva görebiliyoruz. Ama bizim inancımızın kutsadığı “Adalet” bu değil ki. “Velâ teziru vâziratün vizra uhrâ...”
Ya bu işleri siyasi iktidar'ın üzerinden “Doğu Perinçek'in Altın Yargısı”yapıyorsa...
Birimizin çıkıp Perinçek'in kefil olduğu Yargı ile Devletin kefil olduğu Yargı'nın aynı olmadığını söylememiz gerekmiyor muydu?
Kılıçdaroğlu'nu yerden yere vuralım, ona en küçük bir kredi açmayalım, ama“Adalet sorunu”nu önemseyelim. Perinçek'in kefaleti bile bir sorun.
İYİ HABER: Habertürk'ten Fevzi Çakar'ın haberine göre OHAL Komisyonu önümüzdeki haftadan itibaren başvuruları görüşmeye başlıyormuş. 200 kişilik bir uzmanlar grubu, başvuruları değerlendirecekmiş. Değerlendirme, KHK'ların tarih sıralamasına göre yapılacakmış.
Bu iyi bir haber. Komisyonun çalışmasının nasıl netice vereceği sonra görülecek. Ama en azından yargı dışında bir yapılanma da olsa, adalet arayışında bir adım olacak.
Adalet arayışını küçümseyemeyiz. Adalet mülkün temelidir. Bütün zamanlarda... Halifelik de olsa, Padişahlık da olsa, halk iradesine dayalı yönetimler de olsa...