Acımız var ama hukuka da uyacağız

İçişleri bakanı Süleyman Soylu’nun AYM başkanı Zühtü Arslan’la ilgili maksadını aşan, sıkıntılı anlamlara yol açacak açıklamada bulunmasını eleştiren Kenan Alpay, toplum nezdinde hukuk ve özgürlük dengesinin kurulmasının önemine değiniyor.

Kenan Alpay'ın yazısı:

Hukuk zamanın ruhunu, toplumsal talep ve beklentileri, devlet-toplum ilişkilerini gözetir ama alacağı kararı tüm zamanlar için bağlayıcı ve örnek olmak üzere inşa eder. Konjonktüre bağımlı, siyasal ve toplumsal atmosferin med-cezirlerine göre işleyen mahkeme kararları kısa bir süre için adaletin ikame edildiği yönünde sahte bir tatmin duygusu yaratsa da esasen uzun vadede bile kapanmayan yaralar açmaktalar. Sosyal medyadan yükselen tepkilere göre tutuklama veya tahliye yönünde kararlar veren mahkemeler meselesinin ne denli kronik yaralar oluşturduğunu henüz idrak edemesek de ağır hasarlarıyla karşı karşıya kaldığımızda iş işten geçmiş olacak.

Türkiye’de mahkemelerin ama özellikle de yüksek derece mahkemelerin halka karşı devleti, İslami kimliğe karşı resmî ideolojiyi, temel hak ve özgürlüklere karşı bürokratik teamülleri koruyup kollama yönündeki pozisyonları biliniyor. Başörtüsü ile yüksek öğrenim kurumlarında dahi eğitim görme hakkını gasp etmiş Danıştay ve Anayasa Mahkemesi örnekleri hala tazeliğini koruyor. Yargının yol açtığı yaralar askeri darbe ve vesayetin açtığı yaralardan daha az değildir. Yargı doğuştan gelen hakları kısıtlamak, insanı insan yapan özgürlükleri budamak için fırsat kollayan bir giyotin gibi tepemize dikilmişti. Yargıya yönelik eleştiriler, itirazlar neden özgürlüklerden yana görüş beyan etmediği için yoğunlaşırdı.

Yargı’nın Evrimi

Bir süredir yargıdan beklenen rol zamanın ruhunu amigo gibi benimseyip fanatik bir taraftar gibi sloganik ifadelerle beyan etmesinden ibaret. Evet, 15 Temmuz gibi dehşetli bir darbe sürecini savuşturmaktan ötürü siyasal ve toplumsal yapının her zamankinden daha fazla tetikte durması anlaşılabilir bir durum. Ancak 15 Temmuz kanlı saldırısını büyük bir şeref ve zaferle savuşturmuş olmaktan ötürü bize her zamankinden daha fazla sağduyulu, sakin ve yapıcı bir tavır takınmak düşer. 15 Temmuz travmasını hiç atlatılmayacak, asla atlatılmaması gereken bir ruh hali olarak hayatımıza sabitleyemeyiz.

Bir marifet ve övünç vesilesi gibi “Fetö asla bitmez, hiçbir Fetöcü asla pişman olmaz, Fetöcüler yeni darbe peşinde” gibi hem çok sığ hem de çok mantıksız klişeleri bütün bir toplumun ezberi haline getirmenin kime ne faydası var? Darbe boşa çıkarıldı, darbecilerin başı ezildi, örgüt ve stratejileri bir daha ayağa kalkamayacak şekilde çökertildi. Bu durumda kimi uzun yıllar Fetö içerisinde yer alıp itirafçı olmuş, kimi Fetöcülerle beraber iş tutmuş ama konjonktür icabı saf değiştirmiş kimi de hep askeri darbeleri kışkırtmış ve provokasyonlar tertiplemiş bürokratik oligarşi artıklarının ürettiği vesvese ve panik havasına neden kulak veriliyor? Ülke ve toplumu bitimsiz bir OHAL havasına mahkûm etmek, bitip tükenmeyen bir seferberlik iklimine mecbur kılmak psikolojik, siyasi, iktisadi ve hukuki açıdan muazzam zararlar oluşturuyor.

Yazının Devamı >>>

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...