Açılımdan vazgeçsek!

Mümtazer Türköne

Sahiden vazgeçsek. Hükümet, "Ülkemizin şartlarının böyle bir açılım için elverişli olmadığı anlaşılmış ve süreç askıya alınmıştır" açıklaması yapsa. Ne olur dersiniz? Geri adımın gerekçesi mi? CHP ve MHP'nin "yıkıcı" muhalefeti, projenin askıya alınması için yeterli.

CHP Genel Başkanı "Bu sürecin sonunda Türkiye çatışmaya sürüklenecektir" demiyor mu? Bunu söyleyen kahve falı bakan biri değil, anamuhalefet lideri. Onun vereceği hüküm basit bir tahmin değil, temsil ettiği kitleler için bir hedef tayinidir. Bu söz üzerine CHP'lilere düşen görev, çatışmanın tarafı olmak ve Türkiye'yi çatışmaya sürüklemektir. Öyle değil mi? MHP lideri daha doğrudan hedef tayin etmiyor mu? Bir kitle partisinin lideri takipçilerine "dağı" mücadele alanı olarak gösteriyorsa, içeriği belli olmayan projeyi bir "yıkım projesi, açılımın sahibi hükümeti peşinen "hain" olarak niteliyorsa, hitap ettiği kitlelere düşen görev "karar anı"na katılmak olacaktır. "İşgal gücü"ne benzettiği iktidarı "tarihe gömme" görevini "millete" tevdi eden muhalefet bir tehlikenin habercisi olmaktan çıkıp çatışmanın tarafı haline gelmiş demektir. Siyaset yapmıyoruz. Savaş davulları çalıyor. Yalın kılıç saldırıya geçmiş muhalefet blokunu karşınıza alıp bu çok hassas sorunu nasıl tartışabilirsiniz?

Kısaca bu durum karşısında hükümet, "muhalefetin çatışmacı tutumu yüzünden genel bir uzlaşma ihtimali görünmediği için açılımı durdurduk" derse kim kaybeder? Evet kim kaybeder? Bu sorunun tek bir cevabı var. Her şeye itiraz edenlerin bile itiraz edemeyeceği tek bir cevap. Açılıma itirazla hafifleyenlerin bile itiraz edemeyeceği bir cevap. Kaybeden Türkiye, yani hepimiz olmaz mıyız?

SON TERÖRİST KİM?

Kapalı kapılar arkasında hazırlanan konuşma metinlerinin, mesajların veya basın açıklamalarının dünyası karanlıktır. Beyaz kâğıt üzerine yazılanlar bir açıklamaya dönüşene kadar kılı kırk yaranlar, satır aralarına, virgüllerin ve noktaların üzerine tonlarca yük yüklerler. Bu mesajların altına imza atanların ağzına mikrofon dayandığı zaman ise, bazen bambaşka bir dünya ortaya dökülür. Her zaman doğal olan daha hesapsızdır ve daha gerçektir.

Başbakan ve Genelkurmay Başkanı önceki gün Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılan devir teslim töreninden çıkıyorlar. Vedalaştıktan sonra Başbuğ, Başbakan'ı durduruyor ve koluna girip basın mensuplarını kastederek "Arkadaşlara sizin yanınızda bir şeyler söylemek istiyorum." diyor. Başbakan'ın şahit olmasını istediği sözler ise şunlar: "Buraya gelirken son raporları okudum. Temmuz ayı içinde 14 terörist bize teslim olmuş. Bunların 10'u hemen çıkarıldıkları mahkemece salıverilmiş. İkisi daha serbest bırakılmış, ama tutuksuz yargılanmak üzere. İkisi de tutuklu yargılanacak. Yani teslim olanların çoğu, hemen salıverilmiş." Başbakan da konuşuyor ve Genelkurmay Başkanı'nın sözlerini onaylıyor. TSK "Demokratikleşme açılımı konusunda gerçekte ne düşünüyor?" sorusuna cevap arayanlar, Zafer Haftası mesajına değil, ayaküstü söylenen bu sözlere bakmalı. Hava Kuvvetleri Komutanı'nın yine devir teslim töreninde konuşma metninden okuduğu "son terörist öldürülene kadar" mücadeleye devam edecekleri tehdidi ile Genelkurmay Başkanı'nın kapıları açan tutumu arasındaki çelişki de, iktidarla muhalefet arasındaki kutuplaşmaya benziyor.

Sorunu hangisi çözecek? Son teröristi öldürmek mi? Bütün teröristleri adalete teslim olmaya ikna etmek mi? 25 yıldır bir işe yaramadığı artık tescil edilen şiddet yüklü lâfları ve düşmanlıkları tekrarlamak mı? Yoksa ortak paydaları gönlümüzün zenginliği kadar genişletip terörün kirli bataklığını kurutmak mı?

Devlet çözümü

Genelkurmay Başkanı'nın önceki günkü bu jesti, "demokratikleşme açılımı"nın bir "devlet çözümü" olduğunu, en doğal biçimiyle gösteriyor. MGK bildirisine yansıyan "devlet kurumları arasında uyum" konusunda bir problem görünmüyor. Daha ötesi, projenin gerçek sahibinin kim olduğu da açıklık kazanıyor."Demokratikleşme açılımı" hükümetin geliştirdiği ve devreye soktuğu bir inisiyatif değil; bir devlet projesi. Dünyanın en eski ve köklü aklına ve tecrübelerine sahip bir devlet karşı karşıya olduğu önemli bir problemi çözmeye girişiyor. Uzun yıllardan beri uygulanan asimilasyon politikasının artık yürümediğini görüyor; bunun yerine entegrasyon dinamiklerini aramaya girişiyor. Konjonktürel fırsatları ve uluslararası ortamın avantajlarını kullanmaya karar veriyor. Gönüllülük esasına dayalı bu entegrasyonu sağlamak için demokratikleşmenin önünü açıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin devlet aklını, Cumhurbaşkanı, MGK'da üstlendiği sorumlulukla hükümet, TSK, MİT, Dışişleri ve Başbakanlık Müsteşarı'nın şahsında bürokrasi temsil ediyor.

"Demokratikleşme açılımı"na karşı tehdit, demokrasinin reel dünyasından yani siyasî partilerden geliyor. Projenin kendisi doğal olarak parti rekabetine malzeme oluyor. % 15'in sorunlarını % 85'e çözdürmek, yani partiler demokrasisine bu önemli devlet projesini emanet etmek mantığa aykırı. Türkiye Kürt sorununu MHP'ye ve CHP'ye, hatta AK Parti'ye rağmen (ama yine AK Parti eliyle) çözecek. Nasıl? Parti çıkarlarının önüne millî çıkarları yerleştirerek.

Devlet aklı bize, Türkiye'nin bu sorunu yani Kürt Sorunu'nu çözememesi halinde özellikle uluslararası alanda büyük zorluklarla karşılaşacağını, hatta bölünme riski ile karşılaşacağını söylüyor. Diğer partiler ise bu ağır devlet projesinin sorumluluğunu üstlenen AK Parti karşısında rekabet avantajı yakaladıklarını düşünüyorlar. "Devlet çözümleri" her zaman iktidar partilerine oy kaybettirir. % 15'i ilgilendiren bir problemi çözmek, % 85'i karşınıza alma riskine göğüs germenizi gerektirir. "Demokratikleşme açılımı" Türkiye'yi bölmeyecek. Tersine Türkiye bu açılımdan vazgeçerse bölünecek. Türkiye'nin problemli bölgesinde varlık gösteremeyen, yani doğrudan doğruya "bölünmüş Türkiye"yi temsil eden partilerin "birlik ve bütünlük"ten bahsetmeleri inandırıcı mı? Madem "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü"nü savunuyorsunuz o zaman bu ülkenin ve milletin bir kısmında neden yoksunuz?

Demokratikleşme açılımı bir devlet projesi. Bu projeden vazgeçilmesinden en fazla rahatsızlık duyacaklar, bölünen değil bölünme riski taşıyan bir Türkiye'yi yaşam alanı olarak benimseyip bu projeye karşı savaş açanlar olacak.

ZAMAN