Öncelikle, halen yaşadığımız tecrübelerle insanların nasıl evrildiğini gözlemliyoruz. Kemalizmi biliriz, Muhafazakarlığı ve Türk siyasetinin Sol, Sağ kutuplarını da. Ama İslam adına ortaya çıkıp bir dönem bizimle de teşviki mesaisi olanların hazin öyküsüne değinmeden edemeyeceğim.
Acilci bir asabiye tutkunu, cahili beşeri sistemlerin fiili baskı ve şedit davrandığı durumlarda haykırır ve karşı çıkar. Bu sadece haykıranların prim yaptığı dönemlerin ardından, ifsadın ve eyyamcılığın yaygın olduğu dönemlerde ise haykırmaktan öte üreten, tahlil eden, tedrici yapılanmasını Islah ve takva üzerine oturtan direniş gelir. Haykırmaktan başka şey bilmeyen ve bu hadari özeliklerini ittihatçı/jakoben bir kişiliksizleşmeye çevirmiş olanlar bu dönemde prim yapamaz olur ve şedit baskıyı özlerler. Nihayetinde ona karşıtlıktan devrim kotarma hayalleri vardır. Öyle ki Ebu Cehil'i Necaşi'den, Ebu Leheb'i Ebu Talib'ten, Sasani'yi Ehli Kitab’tan efdal görmeye başlarlar. Hatta Mekke'nin azgın ahlaksız bazı şairlerini Allah Elçisinin yanında duran, ama üslubundan hoşlanmadıkları kişilerden üstün tutarlar.
İşte böyle, 28 Şubat'ın soğuk ve sert ikliminde, dik durmanın gerektiği yerlerde böylesine sert çıkışlı kişilerle birlikteydik ve biz de sert durmak zorundaydık. Ne zamanki sertlik yerini yozlaşmaya, kapitalistleşmeye, liberalleşmeye bıraktı; biz şuursuz, bilinçsiz Müslüman halkın ifsad ortamında tutunabilmesi mücadelesi yanında şiddetten uzaklaşılan dönemlerde ıslah ve köklü çalışmaların önemine dikkat çekerken, bu acilci kişiler bizim çalışmalarımızı küçümseyerek devrimcilik denilen ve en az muhafazakarlık (conservatizm), ulusalcılık ya da bizim toplumumuza entegre olmuş adı ile milliyetçilik (nationalism) kadar modern paradigmanın kirli bir kavramına teslim oldular.
Bu gün bizim Müslümanlarımız bütün zaaflarına ve yozlaşmalarına karşılık aidiyet duydukları, refere etmeye çalıştıkları bir Din'in etrafında turlar atıp duruyorlar. Kim bilir belki de biz de bu turlar atanlar arasındayız. Halkaların ne kadar içinde, ne kadar yakınında? Allah'a yönelip mutlak takdir'in onun elinde olduğunu bilerek yardım dileriz.
Bu kitle Batı(l) Medeniyetinin tasallutuna karşı direnirken muslih insanlar yüzyılların biriktirdiği ve içimize sızdırdığı Atalar Din'i kirlerinden de arınma çabaları ile birlikte hep bu kitle'nin yanında oldu, içinde oldu. Yer yer korunma ve arınma duyguları ile onlara cephe alsak ta, onlar bizim mahallemizin çocukları, bizim örfümüzün takipçileriydi. Maya tutmak, dönüşüm için çabalamak, için bütün Nebilerin, Elçilerin; toplumları içerisinde mustaz'aflarla değil Nemrutlarla, Firavunlarla, Ebu Cehillerle, Yezidlerle kavgasına dem vurulmalıydı.
Dönüşümü fark edebiliyor musunuz?
Önceleri “kavgamız önde gelenlerledir, halkla değil, muhafazakar yığınlarla değil” diyenlerin, zamanla o mustaz'af, muhafazakar bizim mahallemizin insanlarına nasıl yabancılaştığını, ardından öfke duyduğunu,en nihayet Kemalist ve diğer İslamofobik kesimlerle birlikte aynı saf ve cephede buluştuklarını. Nihayetinde İslami değerlere düşmanlıkları dillerinden düşmeyen, ahlak fakiri ve kadehleri, şişeleri bayraklaştırmış, kitlelerle birlikte devrim kotarmaya kadar geldiklerini izledik hazince.
Yıllardır Türk Sol'u onbinlerle sokaklarda Kemalistlerle birlikte devrim yapmaya uğraştı. Oysa Kemalistler Mustafa Suphi'den bu yana siyaseten, İzmir İktisat Kongresinden bu yana iktisaden Sol'a cephe almış bir ittihatçı kadroydu. Nitekim her darbe sonrasında Sol'u kullanıp paçavra gibi attılar. Böylece yıpranıp, tükenip durdular.
Şimdi üç beş devşirilmiş ttihatçılığa özenmiş Müslüman(!) Kemalistlerle birlikte devrim havasına girmiş. Kemalizm bu ülkede İslam'a ait ne varsa nefret eden bir eylem, söylem'e ve iktidar geçmişlerine sahiptir. Öyle ki, Türk Solu gibi onları kitle gücü olarak ta değil, onu mankeni olarak vitrine koyuyor. Öyle ya! Hakim oldukları alanlarda burası bizim bölgemiz diyerek bırakın karşıt görüşleri, farklı fraksiyonları bile sokmayanların size olan muhabbetlerini hiç düşündünüz mü? Hem de farklı mekanlarda İslami olan her şeye nefretlerini kustuklarını gördüğünüz halde (Belki de görmek istemediğiniz sebebiyle)
Şurası açık bir gerçek ki, Doğu Perinçek'in Türk Sol'unu kitleler halinde Ergenekon türü Kemalist İttihatçıların holiganlığına çevirdiği süreci bizim cenaha taşımaya çalıştılar ve başaramadılar. Bu insanın, toplumun, tarihin doğasına aykırıdır. Kitlelerle imkansız ama, bir kaç orijinal-marijinal palyaço olup mide bulandırmak işlevini güzel yüklendiler.
Birkaç kişi de olsa bireylere saygımızdan, bir dönem onları ciddiye aldık. Ama post-modern paradigmanın devşirdiği kültür(süz)leştirilmeleri sonucu kimliklerini kuşatan, nefislerine sinen bu paradigma onları git gide birlikte oldukları kişilerle aynı ahlaki yapıya itti. İçi doldurulmamış bir İktidar karşıtlığı ve Kapitalizm karşıtlığı ile gölgelemeye çalıştıkları ve bunlara karşı kendilerinden daha köklü bir mücadeleye girmiş ıslah eksenli Müslümanlara karşı öfkeleri onları daha da savurdu.
İnsan bu kadar mı nisyan ile malul olur?..
Şimdi yaşadığımız bir takım sosyal çalkantıları gözlüyoruz. Aslında bu geniş ve muhafazakar kitlenin değil, belirgin aktive edilmiş kesimlerin çalkantıları. Suriye meselesinden dolayı mezhepçi kamplaşma ve sol marjinal gurupların eylemsellikleri, devletin ana gövdesini oluşturan Türk WASP'ını, (hakim sosyal yapı olan Türk, Sünni) ikna etmez. Aleviliğin korunmacı Kemalistliği ya da düşmanımın düşmanı dostum olur, sunni ağırlık korkusundan kaynaklanan Kemalistliği ve marjinal sol, sadece paramiliter manipülatif güç olup, iş bitince Kemalist ana kadro tarafından entegre edilecek sosyal katmanlardır.
28 Şubatta şunu gördük; paramiliter yalakalarının yardımı ile Kemalist, İttihatçı, askeri kanat WASP'ı dengeleyerek darbe yaptığında İslamcı örgütlenmeler darmadağın oldu. Hala da, güçlü direniş gösterecek olgunlaşma, örgütlenme ve bilinç yok, hele geniş katmanlarda (Bunlar gönülleri İslama sıcak, aidiyetleri olan ama belirleyici olmayan gevşeklikte) hiç direnme gözlenmez. Ancak bariyer aşıldığında bu kitlenin seçeneği İslama yönelik olur ve bu bizim sosyolojik ama pasif tabanımızdır. Bu taban şu an AKP ve diğer muhafazakar, milliyetçi zeminlerde. Ve Türkiye şartlarında, şu an (özellikle şu an) devrimci, çatışmacı bir çıkış İslamcılar için imkansız ve başarı şansı sıfır, hatta bu pasif çoğunluğa cephe alarak yapılacaksa iktidarı paylaşmak istemeyen Kemalist kadroların güç kavgalarında konu mankeni olmaktan öte gidemez. Hatta çekişmeden medet uman bazı (Muhafazakar) İslami cemaatlerin de desteğini İran tipi bir devrim kotarılsa bile Kemalizmin İslami versiyonu bir oligarşi üretirler ve o oligarşi de eninde sonunda kendilerini de tasfiye eder. İşte bizim Devrimci İslamcıların handikapı da bu.
Özgür-Der başkanı Rıdvan kaya “30-40 yıl uğraştık Sağcı Müslüman olamayacağını anlatmak içi, şimdi bir o kadar da Solcu Müslüman olamayacağını anlatmak için uğraşacağız” derken, sürekli sağdan, soldan, önden ve arkadan yaklaşan Şeytan'ın vesveselerini bilen bir duruş sergiliyor. Muhakkak ki; Sırat-ı mustakim bu sapmalara karşı tahkim edilmiştir.
“Allah Elçisi, Mekke’de Risaletin ilk yılında akrabalarını yemeğe çağırır, amacı onlara tebligatta bulunmaktır.
Halaları der ki; Herkesi çağır ama Ebu Leheb’i çağırma.
Nitekim davetli olmadığı halde gelen Ebu Lehep ortalığı karıştırır.
Malum, Ebu Lehep ahlaksız, içkici, hırsız bir tiptir.”
Bundan dolayı olsa gerek Müslümanların geleneklerinde, müşriklerle bile dik durarak teşviki mesai ve diyalog kurulur ama şarhoşla aynı masaya oturulmaz.
Firavun’a bile, hakkı gizlemeden, müdahane yapmadan sözümüzü söyleriz ama fitri bozukluğu ayyuka çıkmış, ahlaksız, sürekli sarhoş (kadehlerini bayraklaştırmış) tiplerle aynı karede durmayız…”
Muhakkak ki bizim önderlerimiz İbrahim (as) gibi Münib (adanmış) ve Halim insanlardır.
Büyük değişimler Halim-selim insanların bilince ulaşması ve eyleme geçişi ile gerçekleşir. Ben şahsen bilinçsiz pasif bir muhafazakârı, ahlaksız bir devrimciye tercih ederim. Zira bilinç artar, ahlak kopyalanır.
Islah ekolünün bu kuru devrimcilik sapmasına dikkat çekmesi, İktidar put'undan sıyrılmak kadar önemli bir süreçtir.