Acıların en büyüğü ölüm. "Kürt sorunu" aynı zamanda binlerce ölümün büyüttüğü bir acı. "Sorun çözmek" acıları ortadan kaldırmıyor; belki sadece istikbaldeki acıları önlüyor.
Abant Platformu'nda Kürt sorununa makûl ve kalıcı bir çözüm ararken ister istemez acıların tam da sinir uçlarında dolaştık. Kendi adıma, iki hanımla üçüncü bir hanımın sözleri üzerinden karşı karşıya gelişimin arkasında, acılarla mantığın dili arasındaki uyumsuzluğun payı olduğunu düşünüyorum. İki hanım, Bejan Matur ve Leyla İpekçi sorunların tam yüreğine giden yolu ve bu yolda önünüze çıkan zorlu acıları aydınlatıp yansıtmakta çok usta yazarlar. Tartışmanın konusu ise Hakkârili bir avukat olan Rojbin Tugan'ın denizden bir katre misali sıraladığı acılar. Sorun acılarda değil.
Yanlış olan Türk ve Kürt sıfatlarına yüklediğimiz anlamlar. Çok kolay ve kestirmeden ayrılan "Türklerin acıları" ve "Kürtlerin acıları". Ayrım acılar üzerinden yapılınca araya kimsenin aşamayacağı çok yüksek bir duvar çıkıyor. Acıları "Türklere ait" veya "Kürtlere ait" diye ayırdığınız zaman, acıların etnik kökenini aşacak bir hümanizmi veya kardeşliği üretmeye kimsenin mecali kalmıyor. Beni isyan ettiren ise Rojbin Tugan'ın "Şu kadar Kürt köyüne karşı kaç tane Türk köyü boşaltıldı?" sorusu oldu. Ben bu soruda öncül olarak yer alan ırkçılık kadar keskin ve acımasız bir ırkçılığı hiç kimsenin üretemeyeceğini düşünüyorum. Irkçılık her zaman üstünlük taslayarak yapılmaz. Siyonizmde görüldüğü üzere yaşanmış acılar üzerine de inşa edilebilir. Rojbin Tugan'ın öncülü beni Türk olarak dışlıyor, suçluyor ve yabancılaştırıyor. Ben bir Türk olduğuma göre boşaltılan Kürt köyleri benim meselem değil; bir tek Türk köyü bile boşaltılmadığına göre üzülmem için bir sebep yok. Böyle bir muhakeme olur mu? Bu muhakeme benim için en değerli, en insanî olan bir hakkı, bir acıyı hissetme hakkımı elimden alıyor. Daha doğrusu elimden alma iddiasında bulunuyor. Ben bir Türk olarak Güneydoğu'da yaşanan acıları hissedemem ve o acılara ortak olamam. Gelen şehit cenazeleri benim acım, dağda hayatını yitiren genç Kürtlerin acısı olur. Öyle mi? Peki o zaman neyi konuşuyoruz? Hangi sorunu çözmeye çalışıyoruz?
Temel tezim şu: Türk ve Kürt kelimeleri birbirinin muadili değil. Bu muadil olmama durumu bir hiyerarşiyi değil, sadece heterojenliği içinde barındırıyor. Kürt, otokton bir halka, bir dile, bir etnik homojenliğe atıfta bulunurken, Türk kelimesi üzerinde epeyce uluslaşma ameliyesi gerçekleştirilmiş heterojen bir topluluğa işaret ediyor.
"Kürt bilgesi" Abdülmelik Fırat'ın Abant Platformu'nda sıraladığı anekdotların içinde bile bu heterojenliğe dair izler vardı. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtleri en ileri noktada yok sayan kişi olarak Cemal Gürsel örnek gösterildi. Hatta Kara Kuvvetleri komutanı iken Başbakan Adnan Menderes'e sunduğu 2.500 önde gelen Kürt'ün idamına dair bir projesinden bahsedildi. Toplantıda birkaç kişinin tekrarladığı bu misalde, ısrarla atlanan bir ayrıntı vardı. Cemal Gürsel'in kendisi de Kürt idi. Bugün Kürt siyaseti izleyenlerin "Hain Kürtler" olarak niteledikleri Kürt kökenli devlet adamları ve aydınların Türk ulus devletinin inşası sürecinde çok önemli katkıları var. Bu katkılara, Cumhuriyet'in ideolojik rotasını çizen aydınlardan, Kürt isyanlarını bastıran devlet adamlarına kadar çok sayıda örnek verilebilir. Bunlar birer istisna değil. Bir ayrıma dikkat edilirse bize önemli bir şeyi anlatıyor. Bu insanların kuruluşuna ve sağlamlaştırılmasına katkıda bulundukları "ulus-devlet"in "ulus"unu değil "devlet"ini önemsediklerini.
Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyen ve Cumhuriyet'i kuran kadroların (sivil-asker seçkinlerin) ortak niteliklerine bakalım. Bu kadrolar ya Çerkez'dir, ya da Makedonyalıdır. İki grubun ortak paydası ise doğup büyüdükleri veya ata diyarı olan topraklardan sürülmüş olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ana yurtlarını kaybetmiş olanların sığınağı ve savunma hattı olarak kurulduğu için, onu yaşatacak ulus "mümkün olan"la yani Türklerle oluşturulmuştur. Bu durum bir hiyerarşiyi değil, sadece heterojenliği yansıtır.
Öyleyse sorun "Türk" veya "Kürt"te değil, ulus devletin "devlet"indedir. Çözüm, Türk'le Kürt arasında kalın ve yüksek duygu duvarları örmek değil, devleti demokratikleştirmektir.
ZAMAN