Hayatımızı güven duygusu üzerine kurarız. Yürüyen merdivenden inerken, arkamızda duran kişinin bizi itmeyeceğini varsaydığımız için orada durabiliriz. Yolda yürürken yerin yarılmayacağına inandığımız için yürümekten keyif alabiliriz. Bebeğimizi uyutup yatağına bırakırken, sabah uyanacağına güvendiğimiz için onu orada bırakabiliriz. Ev halkına el sallayıp işe giderken, akşam döneceğimize güvendiğimiz için çalışmaya devam edebiliriz. Zor gelse de bazı işleri yaparken, sonunda bir fayda elde edeceğimize inandığımız için sürdürebiliriz.
Bu temel güven duygusuna sahip değilseniz günlük hayatınızı sürdüremezsiniz. Bir psikiyatriste görünmeniz ve tedavi almanız gerekir.
Travma yaşadığınızda bu güven duygusu zedelenir. Her gün rahatça oturduğunuz koltuğunuzda rahat edemezsiniz. Her gece uyurken uykuya dalamaz hale gelirsiniz. Lokmalar boğazınıza dizilir, sağlam duvarlar sallanıyor gibi görünür, ayaklarınızın yere bastığını bilmenize rağmen boşlukta savruluyorsunuz gibi gelir.
Her ne kadar hayatımızı güven duygusu üzerine kursak da, bunun bir illüzyon olduğunu biliriz. İnsan, öleceğini bile bile her gün yaşamaya devam eden tek canlı. Her gün bir, on, bazen yüzlerce ölüm haberine rağmen bir yakınımız öldüğünde çok şaşırıyor, dehşete kapılıyoruz. Buna şaşırıyor olmamız emniyet illüzyonuna ne kadar kapıldığımızı gösteriyor. Bu illüzyona kapılıyor olmamız son derece insani ve aslında beklenen/normal bir durum.
Travma sonrası anormal davranışlar görülmesi normal kabul edilir. Normal şartlardaki anormal davranışlar için psikiyatri desteği gerekirken, anormal şartlardaki anormal davranışlar normal kabul edilir. Bir müddet geçtikten sonra kişi yeniden eski ruh sağlığına kavuşur, önceki davranışlarına döner. Bazen bir miktar üzgün olarak, bazen daha da olgunlaşmış ve gelişmiş olarak yaşamına devam eder. Her temas iz bırakır. Her olay az ya da çok, iyi ya da kötü yaşamımıza, kişiliğimize, hayata yüklediğimiz anlama etki eder.
Sarsılan güven duygusunu yeniden inşa edebilmek zaman alır. Bazı kişiler daha hızlı normalleşirken bazıları için bu çok daha uzun sürer. Bunun sebebi kişilik özellikleri, travmanın büyüklüğü ya da etkisi; kişinin sosyal desteği, dini inancı, psikolojik sağlamlığı gibi farklılıklardır.
Travma sonrası büyüme, kişinin travmanın acı etkilerini yaşamakla beraber olgunlaştığı, dayanıklılığının arttığı, hayatına daha da anlam kattığı bir durumu ifade eder. “Seni öldürmeyen şey güçlendirir” sözünde olduğu gibi, kişi bu büyük acısını bir nebze dindirdiğinde belki yaralarını tam olarak saramasa da hayatına daha farklı (değerli, anlamlı, olumlu) bir gözle bakar, daha derin bir kavrayışa sahip olur. Çünkü insanların çoğunun içinde yaşadığı illüzyondan bir kere çıkmıştır. Matrix filmindeki Neo, mutlu bir cehaleti temsil eden mavi hap yerine acı da olsa gerçeği gösteren kırmızı hapı tercih etmişti. Travma bu filmdeki kırmızı hapı almak anlamına gelir. Artık illüzyon bozuldu, bir daha geri dönemezsiniz. Bir daha eskisi gibi olamazsınız. Ya olgunlaşarak ya da acıya tutunarak hayatınızı sürdüreceksiniz.
Din burada çok önemli bir rol oynar. Nitekim travma sonrası büyümede dinin önemli bir etkisi olduğu pek çok çalışmada kanıtlanmıştır. Yaşadıklarımız üzerine bastığımız zemine bile güvenilmeyeceğini, hissettiklerimiz Allah’a güvenmekten başka çıkar yol olmadığını kanıtlıyor. Bu belirsizliklerle dolu hayatta güvenebileceğimiz yegâne varlık, “sebeplerin sebebi” Allahu Teâlâ’dır.
Dinin en önemli işlevlerinden biri hayata anlam katmasıdır. Anlam ise travma yaşayan birinin tutunabileceği son şey olabilir. Travma yaşayan insanlar hayatta hiçbir şeyden tat alamadıklarından, hiçbir şeyin anlamının kalmadığından yakınırlar. Nitekim gerçekte de böyledir. Gerçekten de tüm bu çalışıp çırpınmaların, işlerin, okulların, varlığın, yokluğun biz anlam yüklemedikçe hiçbir anlamı yok. Hepsi bitecek. Örneğin bir yemek, öncesinde ne denli uğraş verilirse verilsin, ne kadar para harcanırsa harcansın, ne kadar sunumlar yapılırsa yapılsın bir müddet sonra dışkıya dönüşüyor. Ve dönüşmesine muhtacız, dönüşmedikçe rahatsız ediyor. Salt buna indirgendiğinde böyle bir hayatın ne anlamı olabilir? Ona hakiki bir anlam yüklemedikçe, değerini “Tüm Varlığın Kaynağı” el-Hayy olan Allah’tan almadıkça tüm bu şeylerin ne kıymeti var?
Dünya, uzay boşluğunda savruluyor. İşgaller, doğal afetler, ölüm, insanların çevreye verdiği zarar, ekonomik buhran, savaşlar, bu uzay boşluğundaki küçücük gezegende hayatı tehdit ediyor. Yine de sevdiklerimize, yeryüzünün güzelliklerine, çalışmaya tutunuyoruz. Hepsinin elimizden her an kayıp gidebileceğini biliyoruz. Tutunabileceğimiz tek gerçek, “En Hakiki Tutamak” yani el-Müsteân olan Allahu Teâlâ’dır.